TARÝHÝN AKLI, FELEÐÝN ÇEMBERÝ

22 Aðustos 2018 16:34 / 1159 kez okundu!

 

 

Liberal düþüncenin temellerini atan Ýskoç aydýnlanma filozoflarýnýn hakikat algýsý çok daha farklýydý. Onlar beþeri müesseselerin ve sosyal yapýlarýn çok büyük çoðunluðunun insan davranýþlarýnýn niyetlenmemiþ sonuçlarý olduðu görüþündeydiler. Yani tarihte bir anlam yoktur, tesadüfler önemlidir. Onlar tarihin bir aklý olduðu görüþünü kabul etmiyorlardý (çoðunlukla) ve þöyle bir akýl yürütüyorlardý: “Olmakta olanlar insan davranýþlarýnýn sonucudur, ancak ne insan ne de baþka bir þeyin dizaynýnýn sonucu deðildir.” 

 

****

 

TARÝHÝN AKLI, FELEÐÝN ÇEMBERÝ

 

Antik yunan döneminde toplumsal yaþam, doða alanýnýn bir uzantýsýydý. Ancak bu uzantý rastlantýsal bir uzantýdan öteye götürülmüyordu. Doðanýn düzenliliðinden dolayý toplumsal yaþamda da mutlaka bir düzenlilik olmasý gerektiði yönünde düþünce yoktu. Hem Platon hem de Aristoteles toplumsal formlarýn düzenliliðini fasit daire þeklinde birbirini izleyen yönetim biçimleri olarak tarif etmiþlerdir. Temel yapý tesadüflerin anlamsýz gücüne baðlýdýr ve tarih-teori karþýtlýðý aþýlamazdýr. Yani tarih teorileþtirilemezdir.

 

Antik dönemden hemen sonra ortaya çýkan Hýristiyanlýk, ilk döneminde Musevilikte olduðu gibi bir amaçsallýk, ilerlemecilik ve bütünlük aramýyordu. O daha çok antik dönemin tarih anlayýþýný benimsemiþ görünüyordu. Hýristiyan tarih anlayýþýný ilk defa çizgisel halde teorileþtiren kiþi Museviliðin tarih anlayýþýnýn etkisinde kalan Aurelius Augustinus’tur (M.S. 354–430). Belirli bir süre sonra bu çizgisel ve amaçsal tarih anlayýþý bütün Ortaçað boyunca Hýristiyanlýðýn resmi anlayýþý olmuþtur. Augustinus’a göre Tanrý zamanýn dýþýndadýr, ancak yarattýðý her þey zaman içerisindedir. Zaman ise artýk var olmayan “geçmiþ”, yaþadýðýmýz “þimdi” ve henüz gerçekleþmemiþ “gelecek” arasýnda bulunan ve þimdi yaþamakta olan kiþinin anýmsamasý ile anlam kazanan bir þeydir. Bu konumu ile Augustinus, antik çaðýn tarih anlayýþýný yýkmýþtý. Artýk tarih tekerrürden ibaret olmayacaktý. Tam tersine, tarih tekerrür etmeyecek olaylardan kurulu, bir defalýk bir süreçtir. Bu süreç ilk günahla baþlamýþ, Ýsa’nýn kurtarýcý olarak görünüp kurtuluþ yolunu tüm insanlýða göstermesinden kýyamete, oradan da Tanrý mahkemesine (eskaton) kadar sürecek, amacý olan bir süreçtir. Tanrý devleti gelecek dönemlerde kurulduðunda bütün inanan, doðru insanlarý eþitlik ve adaletle kapsayacaktýr. Buna karþýlýk, yeryüzü devleti hiçbir zaman refah, huzur, düzen ve adaleti göremeyecektir. Bu süreç A.Thomas’la daha da pekiþmiþtir.

 

Doðan Özlem’e göre Vico, Batýda ancak 17. yüzyýlda Ýbni Haldun’a benzer çizgisel, ilerlemeci olmayan bir tarih anlayýþýný ortaya koymuþtur. Katolik Kilisesi derhal bu anlayýþýn, kendi teleolojik ve çizgisel anlayýþýyla çeliþtiðini fark ederek büyük tepki geliþtirmiþtir. Çünkü Hýristiyan tarih anlayýþýnda Tanrý’nýn varlýðý yaratmada bir amacý vardýr. Tarih yaratýyla baþlar, ve Tanrý’ya dönüþle son bulan, ilerleyen bir süreci kapsar. Hýristiyan tarih anlayýþý amaçsaldýr ve ilerlemecidir. Çünkü Tanrý’nýn yazdýðý, baþý sonu belli olan bir zaman kesitinde olmakta olanlar yasalýlýk taþýyan bir gerçeklik ise, “Senaryoyu Tanrý yazmýþtýr. Bizler ise gerçekleþtirmekte olanlarýz” diyen Protestan Martin Luther’in algýladýðý gerçeklik söz konusu ise, olmakta olanlarýn yasalýlýðý önceden belirlenmiþtir ve insanýn özgürlüðünden ve tesadüflerin anlamsýz gücünün ortaya çýkardýðý düzensizliklerden bahsetmek imkânsýzdýr. Ýslam’ýn tarih anlayýþý da bu tarih anlayýþýndan etkilenerek amaçsal ve çizgisel bir anlayýþa yönelmiþtir. Oysa 14. yüzyýlda yaþayan Ýbn Haldun “Mukaddime” adlý eserinde, Ýslam’ýn tarih anlayýþýndan farklý (Greklerin anlayýþýna yakýn) bir tarih anlayýþý benimsemiþtir. Ancak bu, Ýslam ülkelerinde tepki görmemiþtir.

 

Aydýnlanma hareketinin en temel olgusu pozitivizm, bilim felsefesinde doðrudan ampirik (deneysel) gelenek içerisinde yer alan, gözlem ve deneyime dayanan pozitif bilgi lehine, metafiziksel spekülasyonlara karþý konumda duran bir anlayýþa sahip disiplindir. Ancak bilim de abartýlabilen bir disiplin haline gelebiliyordu. Ve þöyle bir akýl yürütülmeye baþlanmýþtýr: bilim, gözlenen araþtýrmanýn kayýtlarýndan daha fazla bir þeydir. Örneðin, fizik gibi bir bilim sadece birtakým olgulara iliþkin gözlem kayýtlarýnýn zengin bir birleþiminden meydana gelmez; fizik esas olarak bu olgularý baþka olgulara sistematik bir þekilde baðlayan genel hipotez ve teorilerin formülasyonundan oluþur. Gerçek bilim, bu olgular birbirleriyle bir korelasyon içine sokulduðu ve hepsinden önemlisi bireysel fenomenler birbirleriyle yasa benzeri iliþkiler içinde bulunan fenomen sýnýflarýnýn üyeleri olarak görüldükleri zaman ortaya çýkar. Bunun anlamý þudur: fizik biliminden sosyal bilimlere varabiliriz. Pozitivizmden etkilenenlerin bir kýsmý, bilim alanýndaki çalýþmalarýn dýþýna taþarak, süreçte toplumsal yapýda da benzer düzenlilikler arama uðraþýna girmiþler, doða bilimlerinde var olan, deneysel olarak duyularýmýzla gözlemleyebileceðimiz yasalara benzer düzenli yasalarýn, toplumsal yapýda da var olduðunu ispat etmeye çalýþmýþlardýr.

 

Pozitivizmin bu yapýsý birçok düþünürü olduðu gibi Hegel’i de doðrudan etkilemiþtir. Hegel kendi Hýristiyan görüþü ile pozitivizmi iliþkilendirmeye gayret göstermiþ, özgürlüðü ve eþitliði içeren bütünsel bir kuram oluþturmuþtur. Sonunda aydýnlanma döneminde rasyonalizmin etkisi tarih alanýnda kendini hissettirmeye baþlayacak, bilimsellik adýna rasyonalizm giderek baskýn hale gelecek ve 18. yüzyýlýn ikinci yarýsýnda ve 19. yüzyýlýn tamamýnda artýk bir tarihselcilik, ilerleme ülküsü, tarihte genel yasalar aramacýlýðý hýz kazanacaktý.

 

Ayrýca insanýn yapýp ettikleri sadece zaten olmasý gerekenler ile sýnýrlýysa geleceðin çabuklaþtýrýlmasý imkânlýdýr ve insan artýk denetim altýna alýnmalýdýr. Bu durumda pozitivizmin, Comte’un dediði gibi demokrasi ve insan haklarý ile vakit geçirmenin de pek bir anlamý kalmamaktadýr. Nitekim sosyalist ülkelerde de böyle bir anlayýþ hâkim kýlýndýðýndan eleþtiride bulunanlar adeta bilimin kendisine karþý çýkýyormuþ gibi muamele görmüþtür.

 

Hýristiyanlýk, tarihe ayný zamanda bir dolaylýlýk getirmiþtir. Oysa Antik dönemde dolaysýz, yalýn bir tarih anlayýþý vardý. Dolaylýlýk, tarihin ancak teoloji ile algýlanabileceði anlayýþýydý. Bu anlayýþa göre tarih, aslýnda Tanrý’nýn kendi istencini gerçekleþtirdiði, dolaylýlýk taþýyan bir süreçti. Aydýnlanma döneminde de bilimsellik adýna nedensellikle birbirine baðlý, düz bir çizgide, bir amaç doðrultusunda ilerleyen dolaylý tarih anlayýþýný gözlemliyoruz. Örneðin, Hegel ve Marks da tarihi dolaylýlýkla anlatmaya çalýþmýþlardýr. Kurtuluþ umudu, eþitlikçi, sýnýfsýz adaletli bir toplum düþüncesi Hýristiyanlýkta eskaton ile kurulacak iken, Hegel’de “özgür toplum” düþüncesinde ortaya çýkmýþ, Marx’ta bu, son (zorunlu olarak) varýlacak olan “sýnýfsýz toplum” ideolojisi olarak zuhur etmiþtir. Yani, ilkel komün toplumundan, köleci topluma, oradan feodal topluma, oradan kapitalist topluma ve sonra da zorunlu olarak özgürlük toplumu olan komünist topluma geçiþ gibi. Bu adeta Hýristiyan anlayýþýnýn reenkarnasyonu gibidir. Hegel bu konumuyla Antik’in aþýlamaz dediði teori-tarih karþýtlýðýna kendi algýsýnda son veriyordu. Hegel bundan sonraki yaþamýný, kavradýðý ve inandýðý bu felsefesini anlatmaya adar. Bu felsefeye inancý arttýkça Kant’a olan inancý zayýflar. Çünkü Kant onun anladýðý gibi bir rasyonalist ve mistik deðildir. Kant “ampirizm” ile “rasyonalizm” arasýnda dengede durmaktadýr.

 

Kant, kendi tarih anlayýþýný þöyle anlatýr: “Tarihsel olaylarýn teorik akla uygun bir rasyonelliði olduðu düþüncesi saçmadýr. Çünkü böyle bir düþünce bizi tarihte bir mekanizma aramaya götürür ki, bu, insan özgürlüðünü hiçe saymak demektir. Tarihte bir rasyonellik arayacaksak bu, teorik akýl yardýmý ile tarihi de doða gibi mekanik yoldan açýklamaya çalýþan bir rasyonalite, yani bir kör determinizm olamaz. Tarihte onu ancak kendi aklýmýza dayanarak kurduðumuz, erekler koyduðumuz ölçüde bir rasyonalite, yani tamamen bizim özgürlüðümüze göre þekillenen bir rasyonalite arayabiliriz. Öyleyse bize düþen görev pratik aklýmýza dayanarak, özgür istencimizle hareket ederek, bir evrensel birliði gerçekleþtirmektir.” Görüldüðü gibi Kant, Aydýnlanma döneminin ilerlemeci tarih anlayýþýndan etkilenmiþtir ama tarihte bir mekanizma aramadan yana deðildir. Çünkü o ayný zamanda özgürlük düþüncesine baðlýdýr ve bilmektedir ki tarihte irademiz dýþýnda çalýþan bir mekanizmanýn olduðu varsayýmý, özgürlükleri yok eden bir unsura dönüþme riskini taþýr.

 

Hegel’in tarih anlayýþýný irdelediðimizde þunu anlýyoruz: Ortaçaðdaki felsefe, modernde yýkýlýnca, öncelikle “hümanizm” ortaya çýktýðýnda (Tanrý’nýn yerine insan merkeze alýndýðýnda) bin iki yüz yýllýk Hýristiyanlýðýn getirdiði diðer birçok algý gibi tarih algýsý da birden sönümlenip toplum yaþamýndan çýkmýyor. Geleneksel tarih anlayýþý bu kez kýlýk deðiþtirerek tekrar toplum yaþamýndaki geleneksel yerini alýyordu. Bu kez Hýristiyanlýk kültürü bilimsellik kýyafetiyle sahneye çýkýyordu. Sadece, geçmiþte tarihi yapan Tanrý’nýn planýyken, bu kez tarihi yapan insanýn planý oluyordu. Geleneksel tarih anlayýþý  bu kez açýk teolojik bir anlayýþla olmasa da sinik teolojik anlayýþla sürecini devam ettiriyordu. Bu ilerlemeci tarih anlayýþýna tabiidir ki özellikle 20. yüzyýlda önemli itirazlar da gelmiþtir. Kierkegaard’ýn dediði gibi, “bizler bu sürecin belli basamaklarýnda ve belli zaman noktalarýnda yer alanlar olarak, kendimizi bu doðrunun tümelliði üzerinde hiçbir þey söyleyemez halde buluruz.” Bu durumda bazý teorilere ve görüþlere karþý çýkmak bilimin kendisine karþý çýkmakla özdeþir ve aðýr cezalandýrmayý hak eder. Nietzsche’ye göre, ayný tarih akýlcý ilgilerin bastýrdýðý öbür ilgilerin de tarihidir, yani bastýrýlmýþ güdülerin, tutkularýn, kýsaca, akýldýþý olanýn da tarihidir. Yani, Nietzsche giderek tragedyaya ilgi duyuyordu. Bu yüzden tarihte erek ve yasa arayan aydýnlanmacý akýl, tarihte rastlantýsallýklarýn anlamsýz gücünü görememiþ, bu konuda tam bir körlüðe düþmüþtür. Tarihte bir öz aranmak istenirse bu öz ancak “güç iradesi” olabilir; çünkü “güç iradesi yaþama iradesi ile ayný þeydir” ve tüm tarihin kök olgusu budur. Güç iradesi akýlsal yoldan kavranamaz. Bu yüzden tarihte bir evrensel anlam aramak saçmadýr. Nietzsche’ye göre tarihte anlam arama çabasý, Hýristiyanlýðýn Batý düþüncesine mirasýdýr. Öyle ki, tüm Batý felsefesine sinmiþ olan tarihsel anlam düþüncesi, kýlýk deðiþtirmiþ bir teoloji olarak tutuculuðun ürünü ve simgesidir.

 

Adorno'ya göre, Hegel ve Marx’ýn tarihi mantýklaþtýrmalarý yanlýþ bir indeksleme olmuþtur. Tarihe akýl deðil tersine tutkulu insan doðasý yani akýl dýþýlýk egemendir. Marx ve Engels, Hegel’in tarihi tanrýsallaþtýrdýðýný söylerken haklýdýrlar. Ama onlar da tarihe mantýkçý bir tanrý yerine mantýkçý bir insaný yerleþtirmekle Hegel’in ayný akýlcýlýðýný sürdürmüþlerdir. Kierkegaard ve Schopenhauer’in aydýnlanmanýn Hegelci (ilerlemeci) tarih anlayýþýna eleþtirisini de þöyle özetleyerek anlatmýþtýr: “Hegel’in ve Marx’ýn tarih anlayýþlarý bir kez tarihsellik kavramýný zorlamaktýr. Tarihsel olma her þeyden önce olup bitmiþ olmaktýr. Tarihsellik, olup bitmiþ olmanýn yüklemidir. Olsa olsa o, olup bitmekte olaný yani bugünü de içine alýr. Oysa gelecek tarihsel deðildir. Çünkü henüz olmamýþtýr. Ne var ki spekülatif ilerlemeci anlayýþ, bu duruma aldýrmamakta, sonsuzun bile ayný zamanda tarihsel olmasýna yola açan açmazlara dalmakta, geleceði, yani henüz tarihselleþmemiþ olaný da tarihselleþtirmektedir ki bu komik bir paradokstur.

 

Pozitivizm ayrýca birçok önemli eleþtiriye daha muhatap olmuþtur. Eðer her þey, hem maddi hem de sosyal alan, fizik kurallarý ile sýnýrlýysa, insani deðerler denilen motifler o halde yok demektir. Bu durumda sadece doða alaný çalýþmaktadýr ve hayvansal bir durum hüküm sürmektedir. Eðer pozitivizmin sadece gözlenebilir fenomenleri temel almasý doðruysa, bu durumda fenomenlerin arkasýnda kendini hissettiren akýl, vicdan ve sezgi, özgürlük, demokrasi gibi olgularýn konumu nasýl açýklanabilir?

 

Liberal düþüncenin temellerini atan Ýskoç aydýnlanma filozoflarýnýn hakikat algýsý çok daha farklýydý. Onlar beþeri müesseselerin ve sosyal yapýlarýn çok büyük çoðunluðunun insan davranýþlarýnýn niyetlenmemiþ sonuçlarý olduðu görüþündeydiler. Yani tarihte bir anlam yoktur, tesadüfler önemlidir. Onlar tarihin bir aklý olduðu görüþünü kabul etmiyorlardý (çoðunlukla) ve þöyle bir akýl yürütüyorlardý: “Olmakta olanlar insan davranýþlarýnýn sonucudur, ancak ne insan ne de baþka bir þeyin dizaynýnýn sonucu deðildir.” Ýskoç filozoflar, mevcut kurumlarda, yavaþ ve planlanmýþ geliþme verisini sürdürecek, daha sýnýrlý ve parçalý reformlarý savunmaya meyl etmiþlerdir. Ýskoç filozoflar aydýnlanma siyasi düþüncesine iki büyük katký yaptýlar. Ýlk olarak, devletten farklý, devletten baðýmsýz bir varlýk olarak sivil toplum nosyonunu geliþtirmeye çalýþtýlar. Kýsmi olarak da baþarýlý oldular. Devletin, kamusal ve siyasi iliþkilerin bütünü olmasýna karþýlýk, sivil toplum özel ve gönüllü sosyal iliþkiler bütününden oluþur. Bu uzun zamandýr var olan, bilinen bir ayrýmdý. Ancak, Ýskoç aydýnlanmasý, sadece politik ekonomiyi icat ederek deðil, fakat ayný zamanda, sivil toplumun iþleyiþi üzerindeki sistematik çalýþmalarla da bu ayrýmý daha anlaþýlýr hale getirdi. Dönemin filozoflarýnýn çoðunun yaptýðýnýn tersine, Ýskoçlar kamusal alaný özel alana üstün görmediler ve liberal bir yapýnýn kurulabilmesi için gayretlerde bulundular, ama feleðin çemberi halen dönmektedir.

 

Nihat ÜSTÜN

22.08.2018

 

Son Güncelleme Tarihi: 27 Aðustos 2018 12:49

 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaþ
0
Yorumlar
Uyarý

Yorum yazabilmek için üye olmalý ve oturum açmalýsýnýz.

Eðer sitemize üye deðilseniz buraya týklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eðer üye iseniz oturum açmak için buraya týklayýn.