İRADE, SURİYE ve PARAZİT

29 Şubat 2020 11:51 / 2322 kez okundu!

 


"AKP’ye yakın olan bir arkadaşım bile “iktidarın en önemli yanlışlığı Suriye politikasındaki ısrarı oldu” dedi. Bana göre bu doğru değildi. Öncelikle bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor. Asıl mesele burada eski solculuğumuz dolayısıyla birçok konunun salt iradi olduğuna duyduğumuz inançtır. Bakış açımıza hayatın trajedisini eklemediğimizde (ister muhafazakâr, ister sosyalist, hatta ister liberal olalım) hakiki bir sonuca varamayız. Unutmayalım ki hayatın içinde sürüklenirken sürekli olarak diğerinin yapıp ettiği kendi yapıp ettiğimiz kadar kaderimizde yer kaplar."

 

 

****


 

İRADE, SURİYE ve PARAZİT

 

“Düşünmek Ne Demektir?” adlı eserinde Heidegger mealen şöyle der: “Zaman iradeyi boşa çıkarır ve iradenin zamana karşı reaksiyonu intikam duygusudur.” Öncelikle insanlık bunu kavramalıdır.

AKP’ye yakın olan bir arkadaşım bile “iktidarın en önemli yanlışlığı Suriye politikasındaki ısrarı oldu” dedi. Bana göre bu doğru değildi. Öncelikle bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor. Asıl mesele burada eski solculuğumuz dolayısıyla birçok konunun salt iradi olduğuna duyduğumuz inançtır. Bakış açımıza hayatın trajedisini eklemediğimizde (ister muhafazakâr, ister sosyalist, hatta ister liberal olalım) hakiki bir sonuca varamayız. Unutmayalım ki hayatın içinde sürüklenirken sürekli olarak diğerinin yapıp ettiği kendi yapıp ettiğimiz kadar kaderimizde yer kaplar.

Mesela, Kurtuluş Savaşı bile her ne kadar iradi bir çıktı gibi görülse de aynı zamanda diğerinin yapıp ettiği ile gelişen bir olgudur. Ekim Devrimi olmasaydı Kurtuluş Savaşı’nın başarılı olma şansı yoktu. Devrim olduğunda daha önce Osmanlı’yı asli düşmanı olarak gören Rusya artık hem ABD hem de İngiltere ve Fransa’nın düşmanıdır. Ve çıkar çatışması Türkiye’yi yalnızlıktan kurtarmıştır. Dolayısı ile Lenin’in başarısı bizim kaderimizi de olumlu yönde değiştirmiş Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşabilmiştir.

Suriye’de Arap Baharı başladığında Türkiye ile Suriye’nin arası son derece iyiydi ve Türkiye’nin Suriye ile olan ticaret hacmi sanırım beş milyar doları geçmekteydi. Kimse bu kazancı göz ardı edemez. Türkiye’nin bu aşamada (Batı’nın da demokratik gibi görünen politikaları doğrultusunda) haklı olarak demokratik adımlar atması yönünde cesaretlendirici şekilde Suriye’ye baskı yaptığını biliyoruz. Buna karşı Esed’in ısrarla katliamlarını sürdürmesi karşısında her medeni ülkenin yapması gereken şey çıkarları olsa da olmasa pratikte net tavır koymaktır. Ancak, beklenilen şey insan yapısı ve planları gereği yapılmaz. Oysa plan trajediyi heycanlandırıp gözünü parlatır. Çünkü plânlar devreye girince diğerlerinin planları da devreye girer. Bu karmaşık durumu anlatan şey sanatla da tarif edilebilir. Mesela, Oscar ödülü alan “Parazit” filmi buna güzel bir örnektir. 

İç politikada da durum aynıdır. Zannediliyor ki sol ve Kemalistlerin sözlerinde hakikat var. Asla böyle bir şey söz konusu değil. Orada da aslolan düşmanlıktır. İktidar diyelim ki solun ve CHP’lilerin dediği gibi ülke yararları gereği Esed’e destek verseydi ya da Suriye ile uzlaşmış olsaydı ya da tarafsızlığını ilan edip Suriye’de artık aktörlükten vazgeçip sonucu bekleyen bir irade kullansaydı zarar etmeden, tereyağından kıl çeker gibi bu denklemi çözebilir miydi? Asla. Böyle bir varsayımda bulunmak insandan ve dolayısıyla karakterini aktardığı ülke yapısından bihaber olmaktır. Muhtemeldir ki bu kez durum çok daha karmaşık ve ağır hale gelecekti. Burada E. Burke’un bir sözünü hatırlatmak isterim. “Niyette olmayan sonuçlar insanlığın karşılaştığı bir şeydir ki, müphem ölçekte değişimin başlatılması halinde, eşyanın karmaşıklığı ve giriftliğinden dolayı, hemen hiç şaşmaz bir şekilde, başlatanın aklında olandan çok daha fazlası devreye girer ve sonuç beklentilerden çok farklı tezahür edebilir.

Yani muhtemelen aktör olmaktan çıkmış bir Türkiye bu tercihinin bedelini daha ağır ödemek zorunda kalacaktı. Muhtemelen bu kez ABD ve Batı ile CHP bu sefer Türkiye’yi “katliamcı rejimle işbirliği” yapmakla direkt suçlayacaklardı. Bu kez ABD ve Batı kullandıkları radikal dindarları daha çok silahlandırıp rejimin üzerine daha kolay sürecekti. Hem de “demokrasi ve insan hakları” söylemleriyle. Bu kez Türkiye “diktatörle işbirliği yapan faşist bir ülke” olarak yaftalanacak, PKK’ye daha geniş bir yol açılacaktı. Bunlar yaşanıp sınanmış hakikatlerdir. Bu sefer CHP ve Sol İdlib’de Halep’te bombalarla katledilen Suriyelilerin yürek parçalayan resimlerini paylaşıp muhtemelen siyasetini tamamen “özgürlükler, demokrasi, birey hakları” ve “Esed/AKP faşizmi” üzerine oturacaktı. Bu duruş batıda daha büyük müttefik bulacaktı. CHP’nin Libya’daki ikiyüzlü tavrını bunun için örnek alabiliriz. Türkiye bitaraf olsaydı CHP bu kez muhtemelen kurulacak PKK devletinin müsebbibi olarak “korkak ve haklarımızı koruyamayan iktidar” söylemine başvuracaktı.

Bu yüzden Türkiye’nin de kendi çıkarları doğrultusunda tavır koyması en doğrusudur. Çünkü Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda tavır koyması Batı’nın diline pelesenk ettiği insan hakları ve demokrasi ile de çok daha uyumludur. Şöyle ki:

1- İdlib 4 milyonluk bir şehirdir. Ve orada yaşayanların tamamı terörist olamayacağına göre hergün çoluk çocuk bombalanarak katledilemez. Bu BM yasalarına göre de insanlık suçudur. Soçi mutabakatı ve Cenevre görüşmeleriyle teyit edilmiştir. Burada yaşayanların ölümden kaçıp Türkiye'ye yönelmeleri Türkiye’nin çıkarına değildir. 

2- Türkiye çıkarı gereği güney sınırında demokratik yollarla iktidara gelmiş, kendisiyle dost bir yönetimi tercih etmektedir. Çünkü dost bir yönetim iktidarda olmadıkça göç etmiş Sünniler geriye dönemezler. Suriye’nin % 70’i Sünnidir. Oysa yönetimde azınlık Nusayriler vardır ve bu azınlık Sünni kesimi istememektedir. Suriye rejimi bir mezhep savaşı yapmaktadır ve kazanırsa yarın da Türkiye’ye karşı aynı tutumda olacaktır. İran bu çıkarını gözeterek canla başla Lübnan’daki Hizbullah ile birlikte Suriye’de savaşmaktadır. Türkiye Astana ve Cenevre süreçleri sürdürülürse Suriye’de demokratik ve meşru bir yönetim oluşmasını umut ediyor. Dolayısıyla Türkiye’nin çıkarları Sünni çoğunluğun iktidarıyla ve demokrasiyle uyumludur.

3- Türkiye güney sınırında dost ve müttefik bir ülke oluştuğunda PKK konusunda her ülke gibi güvenliğinin daha kolay hal yoluna koyabileceğini düşünüyor.

Bu trajedik yapıyla insanlığa baktığımızda bir umut görülemiyor. Sadece bolluk ekonomilerinin olduğu yerlerde içerideki demokrasi ve insan haklarının koşullu olarak daha iyi gibi olduğunu görmekteyiz. Ancak, o ülkelerde de erdem yeterince yer bulamamaktadır. Çünķü dışa karşı durum bambaşka. Özellikle dış politikada o kendine “demokrat, birey özgürlükçüsü” diyen Batı ülkeleri “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” ve “düşmanımın düşmanı dostumdur” yaklaşımını ahlaklarının temeline oturtmaktadır. İnsanlık Aristoteles’in “erdem bir bireyin insana özgü telosuna/amacına (iyi yaşam) doğru ilerlemesini imkanlı kılan niteliktir” anlayışına aldırış etmeden yakın çıkarları peşinde koştuğunda yani erdemler kataloğunu bir yana atıp “faydayı” öne çıkardığında başına gelecekleri pek bilmiyor. Dolayısıyla Batı demokrasilerinin de “karakteri eğitecek” eğitim meselesine çözüm bulduğunu söyleyemeyiz. Çünkü erdemler ahlakının modernleşmeden beri müfredattan çıkarıldığını biliyoruz. Bu, modernin asli sorunlarından birisidir. Dolayısı ile tuhaf modern dünyada yapıp ettikleri ile insanlık aynı zamanda kendi kendini kıskaca aldığının farkında da değil.

 

Nihat ÜSTÜN

29.03.2020

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.