Otopsi
23 Mart 2012 10:39 / 3505 kez okundu!
Hepimizin çocuklarına merhamet ve sevgiyle...
Cesedin üstünü açınca irkildi. Demek, sonunda otopsi için getirilmişti önüne ha! Ölümün donuk sarı beyaz rengi bile yüzündeki o çocuk masumiyetini örtememişti. Gülümsüyordu sanki. Sarsılmıştı. Titreyen ellerini cesedin göğsüne koydu.
Öylece kalakaldı bir müddet. Alnını, yüzünü okşadı gezdirdi yanaklarında ellerini. Başını, kapkara kısacık saçlarını okşamaya başladı. Kendiliğinden akıyordu gözünden yaşlar. Üst dudağındaki bıyık olmayı tamamlayamayan tüylerini parmak uçlarıyla karıştırdı. Oğlunu anımsadı; yaşıtıydı. Sadece bir anneydi şimdi.
Şok olmuştu çocuğun Amerikan üssündeki askerlere babasınca satıldığını duyunca. Olan biteni anlayamayacak kadar küçücüktü. Şaşkındı, ürkekti, ezgindi çocuk. Sadece korkulu gözleri konuşuyordu. İlk getirilişiydi. Güçlükle ve psikolojik destekle yapılabilmişti muayenesi. Fiili livata saptandıktan, kanaması durdurulduktan sonra çaresizce babasına teslim edildi. Yasal olarak böyle gerekiyordu. Adam az önce sigara alışverişi yaptığı, söyleştiği jandarmalara eyvallah etti. Sanki hiçbir şey olmamış gibi, küçücük oğlunu alıp gitti. Çocuğun can acıtan sessizliği doldurmuştu kurumu.
Ardı arkası kesilmedi bu gelişlerin; başlamıştı bir kere… Düzenlenen raporlardan sonra babaya teslim edilişler kaç kez tekrarlanmıştı kim bilir? Yakınan da yoktu bu durumdan. Alan razı satan razıydı. Ya satılan? Büyüdükçe daha sessiz daha ürkek ve lerzan oluyordu. Utanıyordu; kimliğinin bilincindeydi artık. Suskundu; ama gözlerindeki isyan da büyüyordu kendisiyle birlikte.
Amerikan üssünün yakınındaki, yoksulluğun kuşattığı kasabadandı çocuk. Kasabalılara ekmek kapısı olmuştu üs. Kimi izin verilen işlerini yapıyordu üssün kimi de hediyelik eşya satıyordu önünde. Çocuğun aşireti de yasadışı tüm hizmetler için görevlendirilmişti sanki. Hırsızlıktan, kapkaçtan, yankesicilikten daha iyiydi bu kazançlı iş. Hem hiçbir riski de yoktu. Zaten devletin de umurunda değildi bu durum; hatta politikası gereğiydi. Komşu ülkelerde neler yapmıyorlardı ki bunlar? Çocuğun akranları ve hatta daha küçükleri bile öldürülüyorlardı. Dinsel inançlarından ötürü kara çarşaflarının altına gizlenilen Müslüman kadınlar, kocalarının, oğullarının gözleri önünde oral sekse zorlanıyorlardı. Başka türlü kurtarmaları da olası değildi kocalarını ve oğullarını. Devletlileri, başarı dualarını eksik etmiyorlardı Amerikalı destekçilerinden. Kim, nasıl hesap soracaktı ki bunlardan?
En son muayene sonrasındaki isyanı yankılanıyordu kulaklarında. Erkekleşmeye yüz tutmuş çatlak sesiyle “Uzatmayacağım, uzatmayacağım işte saçlarımı!” diye haykırıyordu babasına. Bu otopsiyi yapması olası değildi. Gözleriyle onayladılar meslektaşları; dışarı attı kendini. Düşüncelerinden ve bu sesten sıyrılmaya, toparlanmaya çalıştı. Baba her zamanki gibi yine orada karşısındaydı. Bu kez ağlıyordu. “Gitti bizim ekmek parası, kıydı kendine çakal…” diyordu. Kendisinden hiç de beklenmeyecek şekilde bir hamlede yakalarını avuçladı babanın. Tükürdü yüzüne. Adam ne olduğunu anlamamış gibi, “Karının yaptığına bakın yahu! Bir de koskoca hoca olacak! Biz burada acımızla…” Jandarmalar bırakmadılar sözlerini tamamlasın. “Haydi, hocam sen de işine bak…”
Gözünün önünden gitmiyordu çocuğun son görüntüsü. Ölümün sarı beyaz rengi bile yüzündeki çocuk masumiyetini örtememişti. Gülümsüyordu sanki ona. Oğlunu düşündü. O da bu yaştaydı.
Kendiliğinden akıyordu gözünden yaşlar.
Bir anne ağlıyordu oğulları için…
Ertuğrul BARKA
22.03.2012