Ateş'in Zehra

03 Aralık 2012 08:33 / 2530 kez okundu!

 


Ninem Zehra'ya...

Kız isteyecek yoksul babaya gönderilecek cevap mıydı bu? Hele böyle bir denizciye; onurlu, sabırlı, akıllı... Aracı bile tedirgin, utana sıkıla aktarabilmişti söylenenleri. “Kapısındaki köpek eniklesin de bakalım birini veresi miymiş; bir düşüne kosunmuş...” Kırgınlığını ve öfkesini belli etmemiş “Kendi bilir. Kapıma gelip, al kızımı diye ağlayacak.” diyebilmişti denizci.

Yere bakıyordu. Bu arada İncecik gülümsemesi ve sallaması başını hafiften, olacakların işaretçisiydiler. Ateş'in Zehra'ya da iletildi bütün bunlar.

Babasından bilirdi direşkenliklerini, sabırlılıklarını denizcilerin.Ya onurlarına düşkünlükleri? Otuz beş mil kürek çekip Gökova'ya balığa giderken küçük Zehra'sını da götürürdü beraberinde babası. Dönüşlerinde, babasının sırt üstü yatışını, kanlı kara su toplamış ellerini ıslak kumsala gömüşünü hiç unutmamıştı. Neler olabileceğini düşünebiliyordu. Öfkelendiği zamanlar göğsünü yumruklayıp, “Ateş'in Zehra'yım ben!..” deyişleri gitmişti şimdilerde. Tedirgin, tedbirli, dikkatliydi; tetikteydi. Kızlarını da hiç yalnız bırakmıyordu evde, sokakta. Onur, akıl ve sabır ise zamanını kolluyordu. Vuracaktı canevinden Ateş'in Zehra'yı; kararlıydı, yalvartacaktı kapısında.

Epeyce bir zaman geçmişti. Mesele küllenmiş gibi görünüyordu. Ateş'in Zehra yine de diken üstündeydi, tedbirliydi. Ancak, denizcinin oğluna Gürece köyünden kız kaçırdığını duyunca biraz rahatlar gibi olmuştu. Bodrum'da Ateşin Zehra'nın kızına düğün mü kurabilirdi bu yoksul denizci sanki? Yoksullar, kaçıp, kaçıracaktılar evlenebilmek için. Gelenek, görenek, yoksulluk nasıl aşılabilirdi ki başkaca? İyi, iyi; böylesi iyi olmuştu; davul bile dengi dengineydi...

Tüm bu olup bitenlere rağmen, gideceği her yere yine beraberinde götürüyordu kızlarını. O gün de öyle yaptı. Bir Fatma kalmıştı evde; en küçük kızı; hamam yapacakmış ta ondan. Sonsuz denizlerdeki görünmeyen balıkları avlayabilen sabrın gözlediği, pusuda beklediği gündü bu. Atladı atına sabır, dayandı Ateşin Zehra'nın kapısına. Çok sürmedi hamamdaki kızı sarıp sarmalaması...

Yıkıldı Ateş'in Zehra duyunca olanı biteni, bulamayınca evde en küçük kızını. “Ne yaptım ne dedim ben!..” diye yumrukluyordu göğsünü şimdi. Buymuş çaresizlik demek ki... Gözüne ne uyku girmesi, düşüne düşüne sabahı zor etti. Zor da olsa söyleyecekti denizciye, “Hiç olmazsa imam nikahını kıysındı bir an evvel ele güne karşı. Resmi belediye nikâhı daha sonra da olabilirdi”. Düştü yola ilk ışığıyla günün. Bir an evvel isteğini iletmeliydi iki karılı, beş çocuklu denizciye. Yalıkıyından geçerken denize ilişti gözü. Sabaha kadar coşkuyla durmadan sahile vuran dalga sanki yorulmuş da sahilin üstünde dinleniyordu.

Gözlerine yaşlar dolmuştu Ateş'in Zehra'nın; yaklaşmaktaydı kapısına denizcinin...


Ertuğrul BARKA

03.12.2012



 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
04 Aralık 2012 21:53

şeyma ertan

Sevgili Ertuğrul, çok güzel bir öykü, yüreğine sağlık, memleketimden insan manzarası... 'Düğün mü kurabilirdi bu yoksul denizci sanki? Yoksullar, kaçıp, kaçıracaktılar evlenebilmek için. Gelenek, görenek, yoksulluk nasıl aşılabilirdi ki başkaca? İyi, iyi; böylesi iyi olmuştu; davul bile dengi dengineydi...' Yaşanmış ve halende yaşanmakta..... öykülerinin devamı dilegiyle...
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.