Sürüngeni süründürmek! - Alin Taşçıyan/Star

10 Temmuz 2008 00:53  

 

Sürüngeni süründürmek!  - Alin Taşçıyan/Star

Büyük balık küçük balığı, piton tavşanı yutar. Doğanın dengesi diyeceksiniz ama bütün canlıların doğal yaşam alanları içinde özgür kalması da doğanın baş koşulu. Oysa insan zevk, eğlence bana göre açık açık sadizm uğruna vahşi hayvanları tutsak etmeyi, onlara türlü işkencelerle numaralar öğretip sonra da izlemeyi marifet sayar. Evine kedi, köpek, kanarya yerine iguana, piton, papağan gibi egzotik hayvanları alıp gösteriş yapmaya bayılır. Bu acımasızlığı ticaret haline getirir. Denizli’deki bir pet shop’taki, Türkçesi’yle evcil hayvan dükkanındaki pitonun ve ona yedirilen kemirgenlerin içler acısı hali vitrinlere taştı. Dükkan sahibi satamadığı için elinde kalan pitonun reklamını beslenme saatiyle yapmasa, ormanda ağaç dallarına dolanacağına bir cam kutucuğa tıkılmış o zavallı sürüngenin trajedisinden haberimiz olmayacaktı. Ona yedirilen hamster ve tavşanlara gelince, zavallılar zaten aklı ermeyen çocukların elinde mıncıklanarak işkenceye, strese girip tüy dökmeye, korkudan bir köşeye büzülmeye, kötü beslenmeden ishal olmaya ve sonunda ölüme mahkum.



Binlerce yıl önce evcilleştirilmiş ve insanlarla aynı alan içerisinde yaşamak, insanların yaşamının devamı için kurban edilmek zorunda kalan hayvanlar dışındakilerden ne istiyoruz? Çocuk saflığıyla büyülendiğimiz o hayvanat bahçeleri, akvaryumlar ve sirkler birer hayvan hapishanesi, işkencehanesi değil de nedir aslında? Kilit altında tutulan, muayeneler, üreme vs. uğruna sürekli ilaç verilen, bayıltılıp orası burası kesilen; arka ayakları üzerinde kalksın, hoplasın zıplasın diye kırbaç şaklatılan, havuzunda topla oynasın diye açlıkla ve kimbilir daha ne korkunç yöntemlerle (isterse insani olsun!) terbiye edilen hayvanlar vicdanlarımızda bir küçücük köşe olsun bulamıyor. Sistem böyle olduğu için, düzen böyle kurulduğu için yeni doğan pandalarla sevinip, kutup ayısı Knut’un şirinliğine bayılıyoruz hayvanat bahçelerinde. Sirkteki maymunların muzırlıklarına kahkaha patlatıyoruz. Bu zavallı yaratıklar konuşabilse, gözyaşı dökebilse duygularını, sıkıntılarını nasıl ifade ederdi acaba?



Denizli’deki piton ‘Ben bir çiftlikte doğdum, orman nedir bilmem, başımı sokacak bir kutu buldum, çok şükür karnım hamsterla, tavşanla doluyor, daha ne isteyeyim’ mi derdi? Yoksa kederle kıvrıldığı köşesinde döktüğü gözyaşları kutusunu sırılsıklam mı ederdi? Pitona yutturulan tavşanlar ‘İmdat yardım edin, ölmek istemiyorum’ diye bağırabilse kulaklarımızı tıkayabilir miydik? Empati kurmak, merhamet göstermek, başka canlıların yaşam hakkına saygı duymak bu kadar zor mu?



Kim neden sertifika verir piton ve başka vahşi hayvanların esaret altında yetiştirilmesine, evde piton besleyemezse neden mahrum kalmış olur insanlar? Hayvanları yerinde sevemez miyiz? İlle de yılan derisi ayakkabı, ille de krokodil çanta, ille de vizon kürk giymesek olmaz mı? Her gün mezbahalarda, çiftliklerde biz beslenelim, giyinelim diye onlarca büyükbaş, küçükbaş hayvanın, kümes hayvanlarının ve balıkların kurban edilmesi neyimize yetmiyor?



Bu soruların yanıtını her vicdan sahibi verecektir, yeter ki ‘akıl’ yürütmesin.



Alin Taşçıyan

Star Gazetesi

10.07.2008

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0