DİLİMİZ ve DEVLET ÜZERİNE

13 Kasım 2022 17:16 / 379 kez okundu!

 

 

"Örneğin bir zamanlar Türk solunun kafasını resmen sıkıp sabuna çeviren Sol Yayınları’ndan feyz kapmaya çalışanların kaçı, bu kitapların on binlerce çeviri hatasıyla dolu kağıt yığını olduğu bilir. Kaç kişi bunlardan tek satır anlamıştır? Ha, düzgün olsaydı bir işe yarayacak mıydı, elbette hayır. Avrupa’da hepsi çöpe atıldı."

 

***

DİLİMİZ ve DEVLET ÜZERİNE

Biraz da biz sitem edelim. 

Türklüğün iki temeli dil ve devlettir. Dilimizle ve devletlerimizle barışık olmayan, şayet şaşkın bir ördek değilse (ki sağda ve solda bunlardan bayağı çok sayıda vardır), mutlaka düşmanımızdır. Devletin iyi veya kötü yönetiliyor olması bununla bağlantılı bir meseledir. Kötü yönetimler yabancı güçlerin Türkiye’de cirit atarak her alanda bozucu faaliyetlerine izin vermiştir. FETÖ gökten inmedi, askeri, polisi, savcısı, generali hepsi burada, askeri okuldan başlanarak ve göz yumularak örgütlendi. Aman dinci olsunlar, solcu olmasınlar. Oldular da ne oldu, subay olup askerlerini PKK pususunda öldürttüler, Meclis’i bombaladılar. İran ve Suudi ajanlar da o dönemde bazı cemaatleri örgütledi.

1960’ların, 70’lerin, 80’lerin devlet adamları gaflet ve hıyanet içerisindeydi. Buna Demirel de dahildir, Ecevit de dahildir, cuntacı generaller de dahildir.

Ecevit dürüsttü diye bu gafletini görmezden mi geleceğiz? Bunların farkında değildi mi diyeceğiz? Dürüstlük yapıp şiir yazacağına gözünü açıp yönettiği devletin oyulmasını önleseydi. Bunu yapacak gücü ve prestiji vardı ama aklı orada değildi. Köy-Kent saçmalığı peşinde hayal kurarken, yok taksi parasını cebinden veriyormuş. İyi halt etmiş, o paralarla dünyayı kurtardık sanki. O sırada partilileri kamyonla götürüyordu ama o dürüstmüş, model oluyormuş. Necip ahalimizin böyle bir “fazilet abidesini” ne kadar model aldığını takdirinize bırakırım.

Demirel de belli dönem oyuncak oldu. Uzun süre Milliyetçi cepheler-Karaoğlan-cuntalar üçgeninde dolandırılıp durduk, ta ki akrep yavrularını büyütünceye kadar. Akrepler büyüdü, uzun süre PKK’ya karşı mücadeleyi sabote ettiler. Özal-Yılmaz-Çiller döneminin beceriksizlikleri AKP’yi öne çıkardı. Tüm bu dönemler boyunca Türkiye’nin sağcıları ve solcularının önemli bir kısmı Türkiye’ye düşman olan zombilere dönüştürüldü. Dürüst olan bir avuç solcu arasından bazıları ne biçim solcusun, solla derdin ne diyor. Bu dert varken başkasını aramaya gerek var mı? Ama isterlerse yüz neden daha sayarız, o başka... ki kaç kere saydık da ne oldu?
...

Gelelim Türk diline, burada da dertliyiz. İktidar partisinin en önemli adamlarından birisinin Türkçeyi kötülemesi çevresindeki kültür ortamı olmadan gerçekleşemezdi. Bir insanın ana dilini kötülemesi akıl alacak bir şey değil. Yanıtı fazlasıyla verildi ama onun gibilerin kafasının on yıllar içerisinde kısım kısım nasıl oyulduğunu biliyoruz. Öte yandan, bazılarının bildiği gibi, aşırı sadeleştirmeye de karşıyım. Yabancı dillerden gelerek yerleşmiş kelimeleri zorlayarak çıkartamayız. Dünyanın her dili karışımdır. İngilizce’de Fransızca’dan geçen 8.000 kelimenin yanı sıra Germen ve İskandinav dillerinin ciddi kelime katkısı var ve bundan rahatsız olanı görmedim. Bizde niçin karın ağrısı çekiliyor anlayan beri gelsin. Bizim nesilden sonra “tayyare” unutuldu, eyvallah, “uçak” yerleşti ama milletvekili yerine “saylav” tutmadı işte. Meclis yerine “kamutay” da tutmadı. Dilde zorlama olmaz. “Şikayet” diyene “ama bunun Türkçesi yakınma” deme. “Şiar” diyene laf söylemeye kalkma. Dil su gibidir. Akar, kendi yolunu bulur. Kelime sayısını azaltmak dili fakirleştirir, nüansların ifadesini zorlaştırır, düşünce iklimi fakirleşir, istifa eden adamın dediği işte o zaman olur. 
...

İşin ilginci, okumuşlarımızda şaşkınlık daha fazla. Bunun üzerinde çok titizlikle dikkat göstermek, düşünmek gerekir. Ne okuyorlar da zihinleri bozuluyor, beyinleri diyare oluyor. 65 yıldır deli gibi okuyoruz, öyle gönül vermişiz ki, 50 yıldır yayın dünyasının içindeyiz. Yazarlık, editörlük, sayfa sekreterliği, çevirmenlik, redaksiyon, matbaacılık, ansiklopedi hazırlığı, ofset kameramanlığı, muhabirlik, dergicilik, grafikerlik ve bunlardan başka yayıncılığın akla gelen her alanında çalıştık. Binlerce yayında emeğimiz var. Bu nedenle yayınların ortalama kalitesizliğini çok iyi değerlendirecek durumdayız. Örneğin bir zamanlar Türk solunun kafasını resmen sıkıp sabuna çeviren Sol Yayınları’ndan feyz kapmaya çalışanların kaçı, bu kitapların on binlerce çeviri hatasıyla dolu kağıt yığını olduğu bilir. Kaç kişi bunlardan tek satır anlamıştır? Ha, düzgün olsaydı bir işe yarayacak mıydı, elbette hayır. Avrupa’da hepsi çöpe atıldı. Ama bu kalitesizlik bizde bir avuç büyük yayıevi hariç, çoğu basılı eserde görülür ve okur karşılaştırma olanağı bulamadığı için yanlışlarla dolu şeyleri okur.

Türk yayıncılığının daha da büyük günahı ise bazı yayınevlerinin büyük yazarların en korkunç şekilde özetlenmiş kısa versiyonlarını basmalarıdır. Bu şayet yapılacaksa, önünün ve arkasının açıklamalarıyla birlikte seçilmiş bölümlerin eksiksiz basılması şeklinde yapılabilir ve genellikle derlemelerde kullanılır. Ama bir kitap öyle kafadan özetlenip basılmaz. Altı yüz sayfalık kitabı yetmiş, katta kırk sayfaya indirip utanmadan basıyorlar. Öğretmenler de bu suça ortak. Öğrencilere kitap özeti görevi veriyorlar, çoğu uyduruk özeti bile okumadan internetten hazır özet bulup ödev yapıyor. Danışıklı dövüş... Öğretmenler öğretir gibi, öğrenci de öğrenmiş gibi yapıyor. Sonra da biz sanal ortamda “bu ne kafa karşıklığı” diye şaşıp kalıyoruz. Yüzde 10 nitelikli kişi, hadi bir o kadar da çabalayan arkadaş, gerisi peşin fikirliler ordusu. Neyse ki eleyebiliyor ve engelleyebiliyoruz.

Mehmet Tanju AKAD

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.