Nasıl bir parti gerek? - Mahmut Tolon

19 Nisan 2008 03:15 / 1897 kez okundu!

 

Münevver veya aydın veya okumuş yazmış ve ülkesini seven olduğunu bildiğim birkaç kişi bile oturup konuşamıyoruz. Birikmiş hassasiyetler var, çeşitli geçmişteki detaylar üzerine bilhassa ekonomik konularda ezberler dökülüyor ortaya, kısmen suçlamalar hali

Basın: Erdoğan’ın kadınlardan en az 3 çocuk doğurmalarını istediğini duyurdu.



Her politikacı demografiyi anlamak zorunda değil. Bu konuda Başbakanın ilk demecini yadırgadım tekrar edince kendime sordum: Hep mi nüfusla ilgilenen bilim insanlarına danışmadan konuşuyor? Hiç mi etrafında iki adım ötesini gösterecek ufku geniş insan yok? SU kaynaklarımız tükeniyor! Politikada insanlar vehmettikleri çıkarları için birbirleriyle kavga ederler. Hepimizin ortak çıkarı üzerine anlaşınca, yani uzun vadeli bu coğrafyada hayatta kalabilmeye odaklanınca bir politik hareketin de destekçisi çok olur.



Ülkenin belli başlı kısa vadede hedeflenerek orta uzun vadeli yerli yerine oturtulması ve ciddiye alınması gereken dört sorunu var:



Nüfus

Dini özgürlükler

Bürokrasinin insanın hizmetinde olması ve sayıca azalıp şeffaflaşması

Eğitim


Yok mu bu konularda anlaşabilen, birbirlerini yemeden para da yatıracak, çalışacak 100 kişi? Aralarında TV de kimin konuşacağını, değişen liderleri demokratik olarak belirleyebilecek kadar arka planda kalmaya razı 100 kişi? Bakın nasıl çığ gibi büyür yeni bir hareket.



En sonundan başlayalım: Eğitime devlet olarak yeterince önem vermiyoruz.. Bu topraklarda egemen olup olmayacağımızda belirleyici öge ise eğitim. Bürokrasiyi ayrıcalıklı bir kesim değil, halka, yani bizlere hizmet eden bir kesim haline getirmek gerek. Ingilizce’de malum bürokrata civil servant deniyor yani halkın hizmetkarı. Bizde ise memurin ayrıcalıklı kesim olagelmiş bunu kararlı bir şekilde değiştirmeye talip olmak gerek. Bu kararlılık da geçmişteki ruhları rahat bırakarak ve sağlıklı ekonominin sacayağını oluşturacak ayak olarak herkese kolayca anlatılır. Bu Silahlı kuvvetlerin Savunma bakanlığına da bağlanmasını beraberinde getirir, bakanlık sayısının azaltılmasını da, Ankara’nın ferahlamasını da . Küresel ısınma ve kuraklık nedeniyle nasıl olsa değişim olacak, bunu planlı ve programlı bir şekilde yaparsak karlı çıkarız. Bu dört sorun da içiçe ve ekonomi sadece bunların başarılı veya başarısız yönetiminin bir tezahürü.



Din ile devletin ayrılması sanıldığı kadar zor değil. Daha ziyade dövizin bir zamanlar “serbest” bırakılmasından olan korkuyu anımsatıyor. Yani çıkarı olanlar dengenin bozulunca çıkarlarına halel geleceğini vehmediyorlar. Diyanet mal ve mülkleriyle Sünni temsilci olarak devlet dışında bir kuruluş olur. Bir bölüm finansman diğer kuruluşlara aktarılır. Alevilerin, Hristiyanların ve Musevilerin teşkilatı zaten var. Her vatandaşın vergisinden kesilecek oran belirlenir ve inandığı din veya mezhebe göre vatandaşlar vergi beyannamelerine ekli bir dilekçe ile tercihlerini belirtir öder veya ödemezler ve seçimlerine göre o hizmeti alır veya almazlar. Bürokrasi ferahlar ve resmi Diyanet Kültür bakanlığına bağlı sadece kültürel değeri nedeniyle bazı ibadethanelerden sorumlu olur. Bunun dışında dinin istismar edilmemesi ile ilgilenir. Bireyin haklarını savunur. Inanmak, inanmamak hakları gibi. Mezhepler arasında haksız rekabeti önlemek ve kişilerin ve bilhassa çocukların haklarını bir din veya mezhebin ihlal etmesini önlemek. Samimi inananların zaten buna bir itirazları olmaz. Dini özgürlük mini eteklinin bacağına kezzap dökmek değildir! "Yabancı mihrakların doğuda eli olduğu kanaati oluştu, çünkü ölü ele geçen teroristten bilmem kaç tanesi sünnetli değildi“ diye demeçler vererek olmuyor.. Herhangi bir askeri hekim bu demeçteki saçmalığı sünnetsiz askere gelen vatandaşlarımızın sayısını ortaya koyarak anlatabilir. Ben askerken bir dahiliyeci olarak kaç sünnet yaptığımı unuttum. Her Türk erkeği sünnetli olmalıdır düşüncesi ile de artık bir yere varamıyoruz. Akp'nin dini duygularla iktidara geldiğine inananlara bir şey söyliyeyim: Bir hekim olarak insanlara yaklaştığımda bu coğrafyadaki insanların ne ulusalcıların, ne dincilerin doktrinlerinden fazla da etkilenmedikleri kanatindeyim. Sadece makam arabalarıyla ve kibirle yaklaşan bürokratlardan halka gına gelmiş ve yüzde doksanımız da akıl yolunda sebatla, ferahça izah edilirse ortak akılda buluşmaya hazır. Bu dört ana hedefe karşı çıkanlar sadece maddi çıkarlarına halel geleceğine vehmedenler olacaklardır, tahminimce: yüzde onluk bir rakam. Niçin insanlar Arapça ezan diye birbirlerini kırarlar? Neden Türkçe ezan okumak isteyen veya okuyan yok? Herşey tek tip olmayınca birlik ve beraberlik mi bozulacak? Kime göre? Uyanalım lütfen: TISK araştırmasına göre ülkedeki öğrencilerin % 73 ü ülkeyi beğenmiyor ve yurtdışında yaşamak, çalışmak istiyor.



Bu coğrafyada olan nüfus patlaması ile 1831 ve 1884 nüfus sayımlarını karşılaştırırsak bugünkü Türkiye hudutlarına düşen nüfus elliüç yılda 7.5 milyondan 11.8 milyona çıkmıştır. 1927 deki nüfus sayımında nüfusun 13.6 olduğunu görüyoruz. Kırksekiz yıl sonra 1975 de 35 milyon aradan geçen otuzüç yıl sonra şimdi ise 70 milyondan fazla. Bu arada göllerin,nehirlerin kuruduklarını görüyoruz ve yaşıyoruz. Nehirlerin yollarını çevirerek o yöreleri mahvederek de en fazla birkaç onyıl daha suyu hovardaca,cahilce harcamaya devam edebiliriz. Birbirimizi zaten köyde kentte yemeye çok düşkünüz. Eğitimi yetiştiremiyoruz. Yeter hoca yetişmiyor onu da bürokrasi kalıplarında planlıyoruz. Devasa makamodalı ve çoksayıda makamarabalı Rektörler ve yöneticilerle.Tabiatın salgın hastalıklarla bu nüfusu azaltmasını beklemek yerine bunu planlamaya ve bu doğada saygılı olmaya soyunacak bir hükümet bir parti gerek. Nasıl diyorlar liberal ve demokrat ve çevreci bir parti? Ekonomi ise bu tedbirler alındığında kendiliğinden düzelecektir ve bu dünya içinde yeni kuraklıklar yeni salgınlara rağmen olabileceğin en iyisi olacaktır.



Türkiye nüfusunun ekolojik bir dengede olması için ben 60-70 milyon nüfusu hedeflememiz gerektiği kanaatindeyim ve bu hedefe belki yüz seneden bile kısa bir sürede varabileceğimize de inanıyorum. Türkiye nüfusunu, Samed Ağaoğlu ve Celal Bayar ile derinlemesine konuşma şansım oldu. Özellikle Bayar ile 100 küsur yaşındayken bu konuyu saatlerce konuştuğumuzu hatırlarım. “Atatürk’ü sevmek milli bir ibadettir” cümlesini kendi ağzından duyduğum Bayar ölümünden önce nüfusun durdurulması gerektiği kanaatine varmıştı. Cumhuriyet kurulduğunda nüfusun artması politikasının genelde kuzeydeki komşumuzdan korkumuzdan kaynaklandığını bana anlatmıştı. Sonra bu konulara fazla kafa yormayan politikacılar sahne aldılar. Bugünkü yanılgı da bizdeki genç nüfusun bir şans olduğu istikametindeki düşünceler. Kaç yıl için şans? 2050’de durum nasıl olacak? Ya 2070’de?



Bu kadar uzun süreyi kim düşünür canım? Burada ilelebed kalmayacak mıydık? % 73 ün seçenekleri olsa gitmek istedikleri bir ülkede mi? Bayar ve Ağaoğlu, bilgisayar çağını ve cep telefonlarını yaşayamadılar, Atatürk bunlara ilaveten DNA ne demek bilmedi. Hz. Muhammed ise ne uçak gördü, ne de evrim kuramını okuyabildi ve bu konular üzerine düşünemedi"..... Tabii ki kültüre dine ve tarihe saygılı bir yaklaşım gerek, ama bilimsel verilere ve geleceğe bakarak çözüm üretmek lazım. Bilim de biraz cesaret gerektirir. Halkın % 70 ine evrimi anlatamadıysak hala acaba çok mu mahçup davranmaktan suçluyuz ey sevgili bürokrat biliminsanları?



Selçuk Erez haklı olarak sormaktadır:”Mesele bu kadar açık ve seçikken ters yönde ısrar nedendir ? Bunca yıldır, bu kadar açıklayıcı söze rağmen bu konuda ısrar edilmesi başka bir olasılığı da düşünmemize, başbakanlık sona erdikten sonra doğumevi açma yada emzik satma gibi düşüncelerin varlığından kuşkulanmamıza yol açmaktadır.”


Mahmut Tolon<,b>

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.