Fatin Rüştü Zorlu Gerçeği ve Güz Sancısı

30 Mart 2009 20:12 / 1874 kez okundu!

 


Mehmet Arif Demirer’in Zorlu kitabını okurken bir yandan düşündüm.

Yılmaz Karakoyunlu neden Salkım Hanım'ın Taneleri ve Güz Sancısı’nı yazdı ve neden Televizyonda Yassıada “mahkemeleri"ni metheden beyanlarda bulundu diye…

Büyük yazarlar insan hamurunu işlerler, bazıları doğruları arar, çoğu yazar da ünü planlar. Ulusal üne kavuşmuş yazarlar uluslararası ün de isterler. Dışa açılım da azınlıkların konusunu işlemekten geçer. 

Yılmaz beyin fikirlerini kabul edersiniz veya etmezsiniz, yazı stilini beğenir veya beğenmezsiniz ama son derece donanımlı bir şekilde, bakış açılarını paylaştığı gerçeğini kabul etmek ve tebrik etmek gerekir. Fikir adamının işi konuları gündeme getirip tartışılmalarını sağlamaktır. “Güz sancısı” filmine çok emek verilmiş. Anlamlı ölçüde de tanıtım yapıldı. 

Düz mantıkla bakınca insanın aklına belki gerçekleri bilmeden yazılan bir senaryo gelebilir veya bir darbe olsa da tekrar bakan olsam diyen bir yazar. 

Birincisi kuvvetle muhtemel diye düşünüyorum, hele hele Yılmaz beyin genç yaşlardaki Mülkiye eğitimini (insanlar 1960 öncesi kıyma makinalarında kıyılmamışlar mıydı?) ve bu eğitimin etkisini düşününce. Ağabeyim de Mülkiyelidir, o yıllardaki tornaya tanık olabildim. 

İkincisine çok da fazla ihtimal vermiyorum. Herhalde 74 yaşında artık bu tür düşüncelerden arınmıştır Yılmaz bey diye düşünüyorum... 

Ne olmuştur 6 Eylül 1955’te? Her insanın utanç duyacağı, lanetleyeceği bir şiddet ve yağma olmuştur. 

Kime yaradı? 

Bu hadiselerin planlı bir provokasyon olması muhtemeldir. Olaylar esasen 6 Eylülde saat 17 sularında başlamış, saat gece 24.00’te askerin el koyması ile son bulmuştur. İnönü’nün canlı muhalefeti bile 1955-1960 arasında DP’yi tertiple değil, başarısızlıkla suçlar. Ölüm yoktur. Olaylar hazindir. İçişleri Bakanı istifa eder. 

Taa ki Yassıada “Mahkemeleri”ne kadar, Köpek ve Bebek davalarından sonra bir de 6/7 Eylül davası açılır. Ölümlerden söz edilir, ispat edilemez. DP’den 1957 seçimlerinde iki Rum İstanbul milletvekili ve bir de Yassıada’da ölen Ermeni milletvekili Dr. Zakar Tarver seçilir. 

Ve azınlıkların 1957 yılında da % 100’e yakın oyunu alan DP’nin bu olayları planlaması için bir mantık olmamasına rağmen Yassıada’da izan ve insaf dışı bir şekilde “mahkum edilir”. 

Amerikan senatosunda D’Amato bir pogromdan söz eder. Pogrom yani bir azınlığa karşı yapılan planlı tedhiş hareketi; soykırımdan önce Almanaya’da yapılan katliamların benzeri! Darbe yetkilileri tam manasıyla kendi kalemize yani ülkemizin mecazi kalesine bir gol atmışlardır. 

Neden? Kimsenin yabancı güçlerden para falan alarak bu hıyaneti yaptığını sanmıyorum, türümüze has bir ahmaklıktan bahsetmek daha doğru olur. 
Korkarım bilgisizlikten ve yaptıklarını meşrulaştırmanın düşman belledikleri DP’lileri mahkum ettirmekten geçtiğine kendilerini inandırmalarından. Hırslarını kontrol edemeyip, küçük çıkarlara odaklanıp büyük (ülke) çıkarlarını idrak edememekten. 

Bayar’a atfedilen “olaylar düşündüğümüzden vahim oldu“ mealinde bir yalanın ise başarılı bir desinformasyon olması dışında bir doğru tarafı yoktur. 

İstanbul’daki Yunanlıların göçü İnönü azınlık hükümetinin çıkardığı bir kararname sonrasında 1964’te olur. Sap ve samanın birbirine karıştırılmaması önemlidir. 

Fatih Altaylı’nın geçen ay bu konuda yaptığı tv programında da Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu kendisine atfedilen “olay DP’nin tertibidir” sözünü yayına katılarak yalanlar. 

Neden mi bu konular ancak şimdi ortaya çıkıyor? 

Önce 1961 anayasasınca (ilerici bir anayasa olmasına rağmen doğası ve yapılışı gereği darbe yapanları maaşa bağlayan anayasadan bahsediyorum) Yassıada kararlarını eleştirmek yasak olduğu için, az okuyan bir toplum olduğumuz için ve tarihimiz boyunca istilalar, sonra darbeler yaşadığımızdan haklı olarak kaba kuvvet karşısında ürkek davrandığımız için. 

Karşı devrim falan diyen haşlakların savlarına ise doğrusu değinmek bile istemiyorum. Onlarda Zorlu’yu ve Dp’lileri mezarlarından çıkartıp, tekrar tekrar asmak hıncı hakimdir. Tarihten ders alamazlar. (Haşlak, güneşten yanan olmamış meyvaya Karadenizde verilen isim) Her türlü şiddet ve “sağ veya sol“ darbe yargılanmadan bu ülkede temiz sayfa açmamız zor olacak anlaşılan. 

Zorlu kitabı, Güz sancısı filmi olmasaydı muhtemelen bu kadar ilgi görmeyecekti. 6 Eylül olaylarının dış güçlerin tertibi olduğu savı bu denli güç kazanamayacak ve olaylara bu şekilde ışık tutulamayacaktı. İstanbul’ daki 6 Eylül Olaylarından sonra Londra müzakereleri kesiliyor, taraflar hiçbir karara imza atmadan ülkelerine dönüyorlar. Yunanistan’ın ekmeğine yağ sürülüyor. 

Eski Savunma Bakanı Hasan Esat Işık‘ın bu kitaptan öğrendiğim şu cümlesi ilginç: “Menderes ve Zorlu’nun iş başından uzaklaştırılmasını Amerikalılar herkesten çok istiyorlardı.” 

Mehmet Arif Demirer’in kitabı Fatin Rüştü Zorlu Gerçeği tüm kitabevlerinden (israrla ararsanız) temin edilebilir. Yazarı kutluyorum. Bu konuları açmak ve konuşmak iyi ama konuşurken onarılmaz yaralar açmamaya gayret etmek ve ondan sonra da önümüze bakmak gerekir. 

30.03.2009

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.