Hukuki ‘el atmada’ yeni dönem - Senih Özay

05 Mart 2012 12:47  

 

Hukuki ‘el atmada’ yeni dönem - Senih Özay

Yargıtay’ın son kararına göre, vatandaşın yeşil alan, park ve okul olarak ayrılan arazileri konusunda hak aranmasının önü açılmıştır

Ülkemizde, kamu kuruluşlarının imar planı ve imar uygulamaları ile, kişilere ait taşınmazların kullanımını (imar hakkını) kısıtlamaları ve bu sorunu, uzun yıllar boyunca çözmemeleri son derece yaygın görülen bir uygulamadır. Hukuk uygulamasında; “hukuki el atma” olarak nitelendirilen bu durum genelde; a) İmar planı ile bir kişinin taşınmazının yol, park, okul alanı, yeşil saha, ibadet yeri gibi umumi hizmet alanı olarak belirlenmesi veya b) Bir imar uygulaması (parselasyon) sonucunda, uygulama alanında taşınmazı olan bir kişinin, uygulama sonucu genel (umumi) tesis alanı olarak (([1] Genel olarak, uygulama alanındaki İmar Yasası’nın 18. md.sinde öngörülen yol, park, okul alanı, yeşil alan gibi genel (umumi) hizmetlere ayrılacak alanları karşılamak için, uygulamaya giren yurttaşlara ait taşınmazlardan, taşınmazların % 40’ı geçmemek üzere ve bedelsiz olarak düzenleme ortaklık payı (DOP) alınmaktadır. Ancak, hukuka uygunluğu tartışmalı ise de, uygulama alanında, İmar Yasası md. 18’de öngörülenler dışındaki (hastane, kreş, karakol, belediye hizmet alanı vb.) resmî kurum ve kuruluşlara ayrılması gereken yerler için oluşturulan taşınmazlarda yurttaşlar paydaş da yapılabilmektedir.)) ayrılan taşınmazda paydaş haline getirilmesi biçiminde karşımıza çıkmaktadır.

Bir taşınmazı, imar planında “yol”, “meydan”, “otopark”, “çocuk bahçesi”, “Pazar yeri”, “hal”, “mezbaha”, “yeşil alan”, “park”, “okul alanı”, “ibadet yeri” vb. olarak belirlenen veya imar uygulaması sonucunda “hastane”, “karakol“, “belediye hizmet alanı” vb. niteliğindeki taşınmazlarda paydaş olan yurttaşlarımız, çevredeki tüm taşınmazlar imar hakkı elde ettiği halde, imar hakkı alamamakta ve taşınmazları uzun yıllar boyu kamulaştırılmamaktadır. Ancak, bu yurttaşlarımız, halk diliyle mülkünde marul belki ekebilmektedirler sadece. Hukuk sistemimizde de sorunlarını çözecek yöntem bulmakta zorlanmaktadırlar.

Yapılaşmanın getirdiği zorunluluklar karşısında, genel (umumi) hizmet alanı veya genel (umumi) tesis alanı olarak ayrılan taşınmazın niteliğinin değiştirilmesi ve imar hakkı elde edilmesi son derece zor olduğu için, taşınmazı hukuken kısıtlanan yurttaşın elinde, “taşınmazına kamulaştırma işlemi yapılmadan el atıldığı” gerekçesiyle, ilgili idareye yönelik tazminat (taşınmazın bedelini talep etme) davası açmaktan başka seçenek kalmamaktadır. Yakın zamana kadar, açılan bu nitelikteki “kamulaştırmasız el atma” davalarında, Yargıtay, taşınmazın imar hakkının hukuken kısıtlanması (hukuki el atma) durumunda, taşınmazın bedelinin İdare’den istenemeyeceğini kabul etmekteydi.

Yargıtay’a göre, kamulaştırmasız el atma hükümlerinin uygulanabilmesi, taşınmazın bedelinin idareden talep edilebilmesi için; idarenin taşınmaza fiilen el atması (taşınmazı işgal etmesi) gerekmekteydi.(([2] Hukuk Genel Kurulu, 02.02.2005 tarih ve 2004/5-555 E., 2005/17 K. sayılı kararıyla, uygulama alanında okul alanı olarak ayrılan bir taşınmazda paydaş yapılan bir yurttaşın açtığı davada, “hukuki el atmayı”, “kamulaştırmasız el atma” olarak kabul etmesine karşın; sadece imar uygulaması sonucunda, kamusal nitelikteki parsellerde paydaş olan yurttaşlara örnek olabilecek ve çok istisnai bu örnek dışında, Yargıtay, genel olarak “kamulaştırmasız el atmanın varlığı için, fiili el atmanın (işgalin) varlığını” koşul alarak aramaya devam etmiştir. (HGK 07.11.2007 tarih, 2007/5-805 E., 2007/826 K.) ))

Ancak, Hukuk Genel Kurulu, hemen hemen kökleştirdiği bu içtihadından dönerek, 15.12.2010 tarih ve 2010/5-662 E., 2010/651 K. sayılı kararıyla; Anayasa mahkemesinin 1999/33 E ve 1999/51 k sayılı İmar Kanunu’nun 13. Maddesinin iptal gerekçesindeki “modern sosyal mülkiyet anlayışı’’ ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Sporrong ve Lonnroth kararı değerlendirilerek “bir taşınmaza fiilen el atılması ile, taşınmazın hukuken kullanılmasına (imar hakkına) sınırlama getirilmesi arasında sonuç yönünden bir fark bulunmadığı ve her iki halde de kişinin mülkiyet hakkının sınırlandırılmış olacağını” vurgulamış ve taşınmazın satılmasında ve kiralanmasında ve kullanılmasında ve yararlı değişiklikler yapılmasında sıkıntı çekilmesi saptaması ile “hukuki el atma”nın varlığı halinde de, taşınmazın bedelinin idareden istenebileceğini artık kabul etmiştir. Türkiye’de imar hukukunda, imar planlarında, imar uygulamalarında, kamulaştırma ödeneklerinde, bütçede yeni bir dönem başlamıştır. İdarelerin, yurttaşın taşınmazını “okul”, “yeşil alan”, “park” vb. biçiminde belirleyip, hiçbir şey yapmadan yıllarca bekleme hakları (!) sona ermiş gözükmektedir. Bugünden sonra yapılacak imar planlarının daha dikkatli yapılması, kamulaştırılması gereken taşınmazların çok daha ciddi belirlenmesi gerekecektir. Ancak daha önce yapılmış olan İmar planları için ise, “hukuken el atılan” taşınmaz sayısı düşünüldüğünde; bu durumun bütçe için önemli bir mali yük getireceği açıktır. Taşınmazları hukuken sınırlanan yurttaşların hızla yargı önüne gittikleri/gidecekleri de düşünülürse, siyasal iktidarın ve parlamentonun, bu sorunun çözümü (hazine taşınmazları ile takas, taksit formülü gibi seçenekler düşünülebilir.) konusunda harekete geçmeleri gerekmektedir. Aksi daha büyük sorunlara yol açabilecektir. Bu meselede herkesin elini taşın altına sokması beklenir.

avsenih@gmail.com

Taraf (02.03.2012)

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0