VURUN KAHPEYE

14 Kasım 2018 11:27 / 1281 kez okundu!

 

 

Linç güdüsü yalnızca Anadolu'ya özgü değil. Son yıllarda siyasi iktidarı yıpratmak için geniş bir biçimde kullanılıyor. Özellikle de sosyal medya aracılığıyla. Sezen Aksular, Hülya Avşarlar, Yavuz Bingöller ve daha pek çokları bundan nasibini aldı. Son iki örnek Behzat Ç'nin baş rol oyuncusu Erdal Beşikçioğlu ile Diyanet işleri başkanı Ali Erbaş.

 

****

 

VURUN KAHPEYE

 

Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanlarından. Bir kaç kez beyaz perdeye de aktarılmış. İstanbul'dan bir Anadolu kasabasına giden genç bir kadın öğretmenin hazin öyküsü. Yıl 1915; birinci dünya savaşının çetin yılları. O yıllarda İstanbullu için Anadolu, orda, uzakta var olan bir köy. Gitmese, görmese de o köyün kendinin olduğuna inanmış. Anadolu asker deposu. Payitahtın (İstanbul) geleceği Anadolu'dan derlenecek neferlerin şehit olma azmine bağlı. Batılılaşma yanlısı Osmanlı elitleri Anadolu'nun erdemlerini fark etmeye başlamış. Ama Anadolu aynı zamanda onların gözünde yobaz kaynıyor. Orda, bir köy var uzakta ama aynı zamanda tehlikeli. O köyün sakinleri batıcı bir aydın gördü mü 'din elden gidiyor' diye ayaklandırılmaya, provoke edilmeye yatkın. Aliye öğretmen böylesi bir kasabada linç ediliyor. İdealist bir öğretmen yobazların gadrine uğruyor.

 

O koşullarda bu temada yazılmış başka pek çok eser vardır. Hemen tümü, 'cahil ve din tarafından körleştirilmiş' Anadolu ile, 'aydınlanmış' batı hayranı ama aynı zamanda batının bağımsızlık için en büyük tehdit olduğunun farkındaki, İstanbul elitizminin çelişkisi ve çatışması üzerinedir. Anadolu'ya ihtiyaç var ama önce adam edilmeli. Cumhuriyet ideolojisi de tamamen bu fikir üzerine inşa edilmiştir. Bu günkü sosyolojik ve siyasal sorunlarımızın temeli de bu çelişkidir.

 

Aliye'nin hazin öyküsü aynı zamanda toplumdaki linç güdüsünün de acı bir anlatımıdır. Kendinden görünmeyeni dışlamak, onu ortadan kaldırmak, olmadı yalnızlaştırmak ve toplumdan izole etmeye yönelik bu linç arzusu ne acı olaylara zemin oluşturmuştur. Bütün darbelere zemin oluşturma görevini yerine getirmiş bu linç güdüsü, 'kandırılmış' daha doğrusu yönlendirilmiş kalabalıkların provoke edilmesine imkanlar yaratır.

 

Linç güdüsü yalnızca Anadolu'ya özgü değil. Son yıllarda siyasi iktidarı yıpratmak için geniş bir biçimde kullanılıyor. Özellikle de sosyal medya aracılığıyla. Sezen Aksular, Hülya Avşarlar, Yavuz Bingöller ve daha pek çokları bundan nasibini aldı. Son iki örnek Behzat Ç'nin baş rol oyuncusu Erdal Beşikçioğlu ile Diyanet işleri başkanı Ali Erbaş.

 

Erdal Beşikçioğlu 'hepimiz aynı gemideyiz' dedi diye 'sen de mi Brütüs' saldırılarına maruz. Aynı gemide olmayı kendine yediremeyen bir güruhun hışmı altında. Ne yani değil miyiz? Onlar bu gemide olmayı hazmedemedikleri için Beşikçioğlu'na ver yansın ediyorlar. Bu tipler kendilerinden olduğunu düşündükleri birilerinin gerçeği söylemesi karşısında o çok savunduklarını iddia ettikleri fikir ve ifade özgürlüğü kavramını hemen bir kenara itiyorlar. Karşılarındakini 'sen bunu nasıl dersin' diye neredeyse çiğ çiğ yiyecek hale geliyorlar. Aslında bu tiplerle aynı gemide olmak benim de hoşuma gitmiyor. Fakat onlara da bana da kötü haber, maalesef öyle. İstesek de istemesek de. Onlar aynı gemide olmaktan memnuniyetsizler çünkü gemi batsa da kaptan boğulsa, bize de gün doğsa derdindeler. Gemi batınca yalnızca hiç sevmedikleri, hatta nefret ettikleri kaptanın boğulacağını, geminin idaresinin kendilerine geçeceğini sanıyorlar. Belki de bir yabancı firkateynin güvertesine çıkıp oradan zafer şarkıları söylemeyi umuyorlar. Düşecekleri kuburda boğulmayı hak ediyorlar.

 

Diyanet İşleri Başkanının hikayesi daha başka. Ali Erbaş muhalefet liderlerinin hedef tahtasında. Bir tek açıktan söylenmeyen vatan hainliği kaldı. 'Halkımızı alan tutmaya' çağırıp büyük bir vahşetin ve ölümcül linçin yolunu açan Selahattin Demirtaş'tan daha kötü bir iş yapmış pozisyonuna oturtuluyor. Ne yapmış Ali Erbaş, gitmiş Kadir Mısıroğlu'nu ziyaret etmiş. Hem de... 9 Kasımda. Yani 10 Kasım arifesinde. Böylece Atatürk düşmanı mesaj vermiş oluyor. O da Mısıroğlu'nu hasta olduğu için ziyarete gittiğini söylüyor. Bu yüzden istifaya çağrılıyor. Mısıroğlu 85 yaşında. Bir ayağı çukurda. Cumhuriyetin pek çok uygulamasına muhalif. Mevcut iktidara yakın. MSP ile hatırı sayılır bir geçmişi var. 12 Eylülcüler onu vatandaşlıktan atmış. Diyanet İşleri Başkanı o kadar acele etmeseydi, hasta yatağında ziyarete değil de, Allah geçinden versin cenazesine gitseydi o zaman bu kadar öfke çekmez miydi acaba.

 

Mısıroğlu 'vay bu adam keşke Yunan kazansaydı' demiş diye tuzluğu kapıp koşanların yaşından daha fazla yazılı eser vermiş bir kültür insanı. Atatürk'e hakaretler ettiği de var. Görüşlerini tasvip etmeyebilirsin. Hatta zıt belleyebilir, ona kin de duyabilirsin. Ama mevcut yasalara muhalefet ettiği içim ceza almamış mı; almış. Bazıları terör suçundan ceza almış Demirtaş'ı hapishanede ziyaret edince oluyor da, Diyanet İşleri Başkanı hasta yatağında Mısıroğlu'nu ziyaret etti diye niye sosyal linçe maruz kalıyor?

 

İşin ucu hep siyaset. Bu işlerde çifte standardın olmasının sebebi hep siyasi bakış açıları. Koparılan kıyamete bakmayın. Ortada dönen gizli kapaklı bir iş yok. Bir insanın, geçmişi olduğu bir ayağı çukurda bir başka insanı açıktan ziyaretinden başka bir şey yok ortada. Haa o insanların siyasi duruş ve düşüncelerini  beğenmiyorsun. Senden başka düşünüyorlar diye idam mı edilecekler. Hasta yatağında bir başına ölmeye mi mahkum edilecekler. Cenazeleri ortada mı kalacak. Bu kadar nefret de gereğinden fazla.

 

Firuz TÜRKER

14.11.2018

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.