Bir vesayet bin ayıp örter - Markar Esayan

07 Mayıs 2012 22:21  

 

Bir vesayet bin ayıp örter - Markar Esayan

Doğrusu ülkeye dört koldan çöken bu totaliter hava fena halde can sıkıcı. Taraflar birbirleri ile mücadele ederken de, kendi iç kavgalarını verirken de büyük bir kibir ve buyurganlık içindeler. “Buraları bizden sorulur, bizim lafımızın üzerine laf gelmesin” kabadayılığı ile çokseslilik ve demokrasi anlayışlarının düzeyini ortaya koymuş oluyorlar.

Askerî vesayet amma da çok ayıbı örtüyormuş da haberimiz yokmuş meğer!

Darbeci anlayışın kademeli olarak güç kaybetmesi ile icra ve söylem alanları “sivillere” kaldı, güzel. Ama sivillikten anladığımız sivil giyinmek olunca, değişenin de görünürdeki kıyafetten öteye gidemediği ortaya çıkıyor. O zaman da anlıyorsunuz ki, askerler bunca yıl bu totaliter koronun maestrosu olmuş sadece. Vesayetin bu kadar uzun sürmesi onu içselleştirmeden mümkün olabilir miydi zaten?

Şu Bekir Coşkun ve Ümit Kocasakal’a TSK’nın verdiği muhtıradan başlayalım... Basın nasıl da topyekûn ululadı bildiriyi! Milliyet “Paşa Bildirisi” diye manşete taşırken, basının neredeyse tümü sitayişle bahsetti TSK’nın muhtırasından. “Paşalar darbecilere gereken cevabı verdi” türünden bir pespayelik içindeydiler. Güya demokrasi adına demokrasiyi çiğneyen bir uygulama, muhatap yer değiştirdiğinde sorun teşkil etmiyordu. Başbakan da sahip çıktı paşaların bu bildirisine, hem de 27 Nisan Muhtırası’nın yargı önüne gelmesinin talep edildiği şu günlerde.

Coşkun ve Kocasakal’ın düşüncelerine, değil 360 derece, iki ayrı evren kadar uzak bir insanım. Mağdur olduğunu düşünen yargıya gider, TSK sözde Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı! Ama anlaşılan, iki insanı hedef alan TSK bildirisinin arkasında kümelenen bu zihniyet totaliteryenizme göbeğinden gerçekten bağlıymış.

1 Mayıs 1977 tartışması...

Halil Berktay’ın önce Habertürk’ten Belkıs Kılıçkaya’nın programında, sonrasında Taraf’ta yayımlanan 1 Mayıs ile ilgili görüşleri, ortalığı birbirine kattı. Berktay’a göre, “Solcular birbirlerini öldürmüş, bunun üzerine bir derin devlet efsanesi üretmişlerdi”.

Sosyal medyada kendisine yapılan saldırılar, 1915’in soykırım olduğunu ilk kez söylediği Neşe Düzel röportajı günlerinde aldığı hakaret ve tehditlerle boy ölçüştüğünü söyleyebilirim. Özgürlükçü sol çevreler farklarını yine gösterdiler ve olması gerektiği gibi tartışmaya karşı görüşle katılarak Bertkay’ı eleştirdiler.

Aslında öyle büyük bir ikiyüzlülük ki bu! 1 Mayıs’ta Taksim’deki katliamın bu veçhesini ilgili herkes bilir çünkü. Berktay sadece kendi keskin üslubu ile bunu dillendirdi. İtibarlı bir tarihçi olduğu ve Türkiye de artık o Türkiye olmadığı için patırtı koptu. Fraksiyonlar arasındaki gerginliği, orada kan akmasının beklendiği, tam da bu nedenle oraya silahlı gidildiği, ilk atışın nereden geldiği, asıl ölümlerin bu atıştan sonra oluşan izdihamda yaşandığı...

İpek Çalışlar’ın Nokta dergisi için 26 yıl önce hazırladıkları dosyaya baktığınızda bunların yazılmış ama görmezden gelinmiş olduğunu anlarsınız. Hatta Çalışlar bu şiddet ortamında 34 kişinin ölmüş olmasına şükretmek gerektiğini söylüyor ki haklı. İktidar edinmek için şiddeti kutsayan zihniyet 1 Mayıs 1977’den bir romantizm üretti. Yıkılan bu ve yine şiddetle karşılanıyor.

Devletin her örgütün, fraksiyonun içine sızdığı bir cumhuriyet tarihinde, derin devletin orada olduğu, ilk ateşi açanların ajan olabileceği ihtimallerinin de güçlü olduğunu ve tartışmada yer alması gerektiğini düşünenlerdenim.

Ama bu solun o dönemdeki bölünmüşlüğünü, iktidar kavgasını ve 1 Mayıs’ta yaşananların ana omurgasının bu motif olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Hele hele Berktay’ın linç edilmesini hiç gerektirmiyor.

Sivas’ta, Maraş’ta, Çorum’da da derin devlet vardı, her yerde vardı, çünkü derin devlet Türkiye Cumhuriyeti’nin ta kendisiydi.

Bu Madımak önünde “yak yak” diye tempo tutan, itfaiyenin hortumunu kesen dindar kesimlerin eleştirilemeyeceği anlamına gelir mi? Eleştirilecek. Türkiye derin dondurucudan çıkan bir et gibi çözülüyor. Bütün meseleler karşımıza bir bir gelecek ve inşa edilmiş söylemler yıkılacak.

Başbakan’ın sürdürdüğü “Tiyatro” ve “Tek din” tartışması da aynı tahammülsüzlük ve kategorik bakışla devam ediyor. Millet-i hâkime tavrı ile, ülkeyi tarif ediyor Başbakan. Kızdığında farklı sesleri de hedefine koyuyor. “Artık sıra bizde” mantığı ile kendi tabanının hoşuna gidecek sözleri sarf etmenin onu güçlendireceğini düşünüyor. “Tek dil”den vazgeçerken, onu dengelemek için “tek din” argümanına sarılıyor. Oysa, bu da bir tür toplum mühendisliğidir ve her mühendislik gibi totaliterdir. Halkı tarif etmek, o tarife girmeyenleri dışlamak demektir.

Bir önceki yazımda dediğim gibi, bu hibrid süreç bir süre daha devam edecek. Bunu engellemeye kimsenin gücü yetmez. Akıntıya karşı kürek çekmek yerine herkes kendi rengiyle bu yeniden kuruluşa katılsa, ortak zeminimiz de özgürlükler ve demokrasi olsa fena mı olur?

mesayan@markaresayan.com

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0