Aşk, ideoloji, inanç - Rengin Soysal

08 Mayıs 2011 03:03  

 

Aşk, ideoloji, inanç - Rengin Soysal

Bir yandan “Arap Baharı” bir yandan bin Ladin’in sonu, dünya politikasında paradigma değişikliğinin işareti olarak yorumlanıyor. Öte taraftan da Amerika Birleşik Devletleri’nin yeryüzündeki tek süper güç olma ayrıcalığını kaybedeceği, dahası önümüzdeki yıllarda iktidarını ve etkisini Asya’ya kaptıracağı, böylece ülkeler arasındaki güç dengelerinde büyük farklılıklar yaşanacağı tahminleri, analizleri yapılıyor.

Bu arada, geçen yıl, BBC’nin 28 ülkeyi kapsayan anketinde Türklerin hiçbir ülkeye olumlu bakmadığı sonucu çıktığını hatırladım. O ankete göre Türkiye’de halkın yüzde yetmişi Amerika hakkında menfi görüşlere sahipti. SETA’nın (Siyasal, Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı) bu ay yayımladığı araştırma da Türkiye’de yaşayanların diğer milletlere karşı ‘sevgisizliğini ve tahammülsüzlüğünü’ doğrular nitelikteydi.

Bense tek tek bu anketleri cevaplayanları bulup, her birine “Verdiğiniz yanıtlar tamamen sizin düşünceniz mi” sorusunu sormak isterdim. İki nedenle; birincisi, hayranlıkların ve nefretlerin ‘düşünceye’ bağlı gelişmediğine inandığımdan, ikincisi, çoğunlukla ait olduğumuz veya öyle hissettiğimiz ‘kampın’ görüşlerini kendi düşüncemiz sanma ya da kabul etme yanılgısından yahut kolaycılığından.

Rus salatasının adını bile Amerikan salatası diye değiştirdiğimiz yıllarda çoğunluğumuz yine böyle mi ‘düşünüyordu’?

Güç dengeleri açısından ABD’nin yerini bir başka ülke alırsa, sırf o ülke Amerika olmadığı için mi sevineceğiz? Aynı haksızlıkları, yolsuzlukları, dayatmaları ‘karşıt bir güç’ yaparsa hoş mu göreceğiz?

Anlamışsınızdır, muradım bünyemize musallat olan asıl hastalığa dikkat çekmek.

O virüs bir kere yer etti mi tedavisi çok zor oluyor ve zaman alıyor. Tam iyileşti derken, bakıyorsunuz nüksediyor.

Sanıyorum ilkin düşünce tembelliğiyle başlıyor bu rahatsızlık, kimlik edinme ve aidiyet duygularıyla beslenip, yayılıyor.

Ama bence esas ‘şifa bulmama’ sebebi, tıpkı bütün hayatını bir aşk uğruna harcayan bir âşığın, sevdiğinin kusurlarını, ihanetini görmek istemeyişi, görürse yaşadıklarının boşunalığını anlayıp daha fazla yaralanmaktan korkması gibi bir duygunun hâkim olması.

Gençliklerini bir ideal, bir inanç yolunda savaşarak geçirenlerin, o hedefe ulaşırlarsa ‘sevgiliye kavuşmuşçasına’ mutluluğu bulacaklarına benzer bir ruh hâli taşımaları.

O yüzden asla mümkün değil kusur bulmaları, sonunda “değmezmiş” diyecekleri bir şey için fedakârlık ettiklerini, bir şeylerin boşa gittiğini kabullenmeleri.

Sonradan inananlar, sonradan dâhil olanlar ise, benimsemek ve benimsenmek için mi, aradaki zamanın acısını çıkarmak için mi büsbütün bir bağnazlıkla çıkıyorlar ortaya.

Yersiz kaçmazsa bu hâli biraz da cinsiyet değiştirip kadın veya erkek olanların veya o kılığa bürünenlerin yeni cinsiyetlerine haddinden fazla vurgu yapıp daha ‘kadın’ daha ‘erkek’ görünmeye çalışmalarına benzetiyorum.

Bu işin ‘saf’ kısmı. Korkutucu tarafı düşünmeyi öğrenmemeleri, denememeleri.

Sloganlara veya ‘tuttukları’ tarafın öne sürdüklerini tekrarlamaya düşünce diyenler, düşünenlerden fazla olmasa, manzaranın çok daha iyi olacağı şüphesiz.

Çok bilgili olmaya da gerek yok. Muhakeme etme, mantık yürütme yeteneği yeterli körü körüne birilerinin, bir şeylerin peşinden gitmemek, itaat etmemek, yersiz düşmanlıklar beslememek için.

Kimin, hangi grubun, partinin söylediğine bakmadan söyleneni değerlendirmeye gayret etmek, her fikri zıddıyla beraber ele almak, insani ve gerçekçi boyutlarına bakmak bile bir adımdır.

“Bir zamanlar iyiydi ama şimdi beklentilerime karşılık vermiyor” veya “Hakkında yanılmışım fakat yaşarken güzeldi” diyebilmek adı ister aşk ister ideoloji olsun ona olgunlukla bakabildiğimizi gösterir.

rengin.soysal@gmail.com

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0