Senem Aydın Düzgit: Türkiye özgürlüğü ihlalde birinci

22 Ekim 2012 21:30  

 

Senem Aydın Düzgit: Türkiye özgürlüğü ihlalde birinci

Neşe Düzel'in Avrupa Birliği konusunda çalışan, yurtiçinde ve yurtdışında bu konuda araştırmalar yapan, Türkçe ve İngilizce makaleler yayımlayan Bilgi Üniversitesi Avrupa Politikaları Çalışmaları Merkezi Koordinatörü ve Ekonomi Dış Araştırmalar Merkezi EDAM’ın yönetim kurulu üyesi Yrd. Doç. Senem Aydın Düzgit’le söyleşisi...

“AB’ye göre, Türkiye demokrasiye giden bir ülke değil. Türkiye siyasi kriterlerde ilerleyeceğine geriledi. Şu anda Türkiye, ifade özgürlüğünde birinci ihlalci ülke. Sadece 2011 yılında AİHM’e tam 8 bin 702 dava gitti. İkinci olan Fransa’nın dava sayısı ise yüz.”

“AKP, gerçek bir reform yapmıyor. Her reformu yarım yamalak yapıyor. Her yapıyı kendisine bağımlı kılıyor. İnsan Hakları Kurumu kurdular. Harika! Ama onu da hükümete bağımlı kıldılar. Bağımsız olmadan devleti nasıl denetleyecek bu kurum?”

“Böyle vasat demokrasili bir Türkiye Ortadoğu’ya model olamaz. Ancak, demokrasisi ilerleyen ve AB’yle ilişkileri süren bir Türkiye Ortadoğu’ya model olabilir. Bu gerçeği Ortadoğu’da yapılan araştırmalar açıkça ortaya koyuyor.”


***

NEDEN SENEM AYDIN DÜZGİT

Avrupa Birliği sadece Avrupa Birliği değil. Avrupa Birliği Türkiye’nin demokrasi sınavı. Türkiye’nin kendi insanına tanıdığı hak ve özgürlüklerde nerede durduğunu ve nereye doğru yol aldığını gösteren bir ayna Avrupa Birliği. Avrupa Birliği’nin son ilerleme raporunda çok ciddi eleştiriler var Türkiye için. Bu eleştirilerin ciddiyeti bazı AK Parti yöneticilerinin raporu çöpe atma gibi tepki olarak gösterdikleri “çaresizlikten” de anlaşılıyor zaten. Bir dönem AK Parti’yi çok destekleyen AB, şimdi neden AK Parti’yi böylesine sert eleştirilerle hırpalıyor? AK Parti ile AB’nin yolu ne oldu da ayrıldı? Avrupa’yla Türkiye kopuyor mu? AB en çok hangi konuda Türkiye’yi eleştiriyor? Bu eleştiriler ışığında bakıldığında Türkiye demokrasiye doğru giden bir ülke gibi gözüküyor mu? AK Parti, Avrupa kriterlerine uygun bir demokrasiden vaz mı geçti? Peki, Avrupa Türkiye’den vaz mı geçti? Bu temel soruları Avrupa Birliği konusunda çalışan, yurtiçinde ve yurtdışında bu konuda araştırmalar yapan, Türkçe ve İngilizce makaleler yayımlayan Bilgi Üniversitesi Avrupa Politikaları Çalışmaları Merkezi Koordinatörü ve Ekonomi Dış Araştırmalar Merkezi EDAM’ın yönetim kurulu üyesi Yrd. Doç. Senem Aydın Düzgit’e sorduk. Almanya, Fransa ve İngiltere’de siyasetçilerin ve bürokratların Türkiye’nin AB üyeliğiyle ilgili neler konuştuklarını araştıran Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Senem Aydın Düzgit’in bu konudaki kitabı önümüzdeki günlerde İngilizce olarak yayımlanacak.

***


NEŞE DÜZEL: Avrupa Birliği’nin son ilerleme raporunda Türkiye için çok ciddi eleştiriler var. Yakın tarihte hiç bu kadar sert ve eleştirel bir rapor yayınlamış mıydı AB, Türkiye konusunda?

SENEM AYDIN DÜZGİT: Hayır yayınlamadı. Gerçi AB’nin Türkiye için yazdığı önceki ilerleme raporları da eleştirel ve sertti ama en sert rapor bu oldu. Her şeyden önce son rapor, Türkiye’de 2011’de yaşanan olumsuz gelişmelerin, olumlu gelişmelere göre daha fazla olduğu intibaını veriyor. Zaten bu yüzden de çok ses getirdi.


AB, hangi konularda eleştiriyor Türkiye’yi?

En başta siyasi kriterler konusunda eleştiriyor. Siyasi kriterlerle ilgili öyle eleştiriler var ki raporda...


Siyasi kriterler derken, AB’yle müzakerelere başlayabilmek için yerine getirilmesi şart olan Kopenhag Kriterleri’nden mi söz ediyorsunuz?

Evet. Biliyorsunuz AB, “Kopenhag Kriterleri’ni yeterli ölçüde karşıladı” dedikten sonra Türkiye ile müzakerelere başlamıştı. Ama şimdi aynı AB, bu son Türkiye raporunun siyasi kriterler bölümüne bakıp, “Türkiye şu anda Kopenhag Kriterleri’ni yeterince karşılamıyor. Biz Türkiye ile müzakereleri askıya alıyoruz” dese, açıkça söyleyeyim şaşırmam. Ama ilişkileri ne ekonomik ne de siyasi olarak dondurmak Türkiye’nin de, AB’nin de işine gelmez. Dolayısıyla bu yapılmıyor. Ama çok önemli ve temel konularda eleştiriler devam ediyor.


AB, özellikle hangi konularda Türkiye’yi eleştiriyor?

AB’nin 2011 yılı ilerleme raporunda yargıdaki uygulamalardan Alevi meselesine kadar her konuda eleştiri var. Özellikle de rapor, ifade özgürlüğü gibi alanlarda Türkiye’nin gerilediğine dikkat çekiyor. Raporda resmen şöyle bir ifade kullanıyorlar. “Türkiye’de otosansür bir fenomen hâline geldi” diyorlar. Yani Türkiye’de otosansür normalleşti demek istiyorlar. Diğer bir deyişle “Türkiye’de otosansür öyle yaygın ki, düşüncesini açıklayan herkes açısından otosansür artık normal bir durum oldu. Bu ülkede otosansür yadırganmıyor” diyorlar. Özellikle de...


Evet, özellikle de...

Medyayla ilgili bir otosansürden bahsediyorlar. Hükümetin, ordunun ve devlet görevlilerinin basına karşı açık bir tavır aldığını belirtiyorlar. Hükümet görevlilerinin medyada kendileri aleyhinde yazılan eleştirilere, yayınlanan konuşmalara çok sert bir tepki gösterdiğine, gazetecilerin işten kovulduğuna raporda bizzat yer veriyorlar. Ayrıca medya patronlarının gazetecilik dışındaki ticari ilişkileri ve bağları da ilk kez bir ilerleme raporunda yer alıyor.


Türkiye’de basın patronlarının medya dışında işler yapmaları, hatta banka ve holding sahibi olmaları AK Parti döneminde başlamadı ki. Çoktan karşı çıkılması gereken bu ilişkiyi niye ilk kez eleştiriyorlar?

Tek parti iktidarında ilişkiler çok daha tek merkeze bağlı diye düşünüyor olmalılar. Ayrıca son ilerleme raporunda Kürt meselesinin çözülemiyor olmasına da dikkat çekiyorlar. KCK soruşturmasının kapsamının çok geniş olmasına ve Uludere olayına değiniyorlar. Uludere olayının aydınlatılmasında hükümetin siyasi sorumluluktan kaçındığını, şeffaf bir soruşturma yürütülemediğini belirtiyorlar. Mesela raporda en büyük sorun olarak işkence konusu da yer alıyor. “İşkence vakalarında düşüş trendi sürüyor ama Türkiye’de cezasızlık kültürü var” diyorlar.


Cezasızlık kültürü nedir?

“İşkence suçunu işleyenler, cezasız kalabiliyor” demek istiyorlar. Görevini kötüye kullanan devlet görevlilerinin cezasız kalmasına ve polisin aşırı güç kullanımına dikkat çekiyorlar. Alevi meselesini de dinî özgürlükler adı altında ele alıyorlar. AİHM kararlarına rağmen nüfus cüzdanında din ibaresinin yer almasını ve zorunlu din dersi uygulamalarını eleştiriyorlar.


Bu eleştiriler ışığında baktığınızda, Türkiye demokrat bir ülke gibi gözüküyor mu?

Konsolide olmuş bir demokrasi olarak gözükmüyor. Yani bireyin ve toplumun haklarının devletin haklarının üstünde seyrettiği, hukukun üstünlüğünün yerleşmiş olduğu, insan haklarına saygının derinleştiği bir demokrasi olarak gözükmüyor Türkiye.


Demokrasiye doğru giden bir ülke gibi gözüküyor mu peki Türkiye?

Son raporla hayır gözükmüyor. Oysa 2004, 2005 ve hatta 2006 yıllarında gözüküyordu. 1999’dan 2006’ya dek Türkiye’de düz bir ilerleme vardı. 2006’dan sonra ise ilerlemeler ve gerilemeler birlikte yaşandı. Olumsuz gidiş özellikle siyasi kriterlerde yaşandı. Siyasi kriterler ise AB için çok önemli. Çünkü siyasi kriterler üyelik müzakerelerinin temelini oluşturuyor. Bir de AB’yle sürdürülen teknik bir süreç var...


Orada durum nasıl?

Türkiye bu konuda iyi gidiyor. AB’yle yürütülen 33 müzakere başlığından 11’inde Türkiye şu anda ileri seviyede uyum sağlamış durumda. Diğer 11 başlıkta orta düzeyde ilerleme var. Türkiye sadece geri kalan 11 başlıkta başlangıç düzeyinde bulunuyor. Yani üç beş yıl içinde Türkiye AB ile müzakerelerde 22 başlığı kapatabilir. Biliyorsunuz 33 başlık kapandığında Türkiye AB’ye üye olacak zaten. Ama Türkiye siyasi kriterlerde çok sancılı. Bir dönem ilerleme olmuştu şimdi siyasi kriterlerde geriliyor Türkiye.


Eskiden AB genellikle AKP’nin politikalarını ve uygulamalarını överdi, bu partiye destek olurdu. Yollar ne zaman ayrılmaya başladı?

2007-2008’de yollar ayrılmaya başladı ve AB’nin eleştiri dozu yükseldi. Bir bakıma bu, içeride yaşananların bir yansımasıydı. Çünkü Türkiye’de reform süreci ve demokratikleşme 2006 ve 2007’den itibaren durgunluğa girdi. Daha önce AKP’ye destek veriyorlardı çünkü AKP, Türkiye’de bugüne dek yapılmamış reformları yapıyordu ve AB projesine bağlılığını sürekli ifade ediyordu. Baykal’ın liderliğindeki muhalefet ise o dönemde AB konusunda çok kuşkucuydu. Dolayısıyla AB, Türkiye’de ortaklık yapabileceği siyasi parti olarak AKP’yi buldu. Tabii işin bir de Avrupa boyutu var. 2007’de Fransa’da Sarkozy, Almanya’da Merkel iktidara geldiler ve Türkiye ile siyasi ilişkiler bozuldu ama...


Avrupa’nın Türkiye’ye bakışını da soracağım. Ama önce şunu sorayım. Çizdiğiniz tablodan, Türkiye’nin bugünkü fikir özgürlüğü ve demokrasisiyle AB kriterlerini yakalayamadığı anlaşılıyor. Peki, AKP’nin, AB’nin demokrasi kriterlerini yakalama isteği varmış gibi gözüküyor mu?

Kendi çıkarlarına hizmet ettiği sürece AKP bu isteği gösteriyor. Mesela askerî vesayeti azaltmak demokrasinin gereğiydi ama aynı zamanda AKP’nin de çıkarınaydı. Bakın... 2007’den itibaren Türkiye-AB ilişkilerinde iki şey birarada oldu. Hem AB’nin yaşadığı iç dinamikler yüzünden AB’den Türkiye’ye gelen mesajlar olumsuzlaştı. Hem de AKP’nin AB’yle olan çıkar havuzu giderek daraldı. Yani başlangıçta AB kriterleri, Türkiye’de askerî vesayeti geriletmek için AKP için çok iyi bir fırsattı. Zaten AB kriterleri arasında en çok ilerleme de bu alanda sağlandı. Bir de tabii yargı alanında ilerlemeler oldu ama yargı bağımsız ve etkin olamadı. Daha önceden de bağımsız bir yargımız yoktu, şimdi de yok. Her şeyde bu yapılıyor zaten.


Ne yapılıyor?

Mesela İnsan Hakları Kurumu kurdular. Harika değil mi? Değil. Çünkü onu da hükümete bağımlı bir yapıda kurdular. İnsan Hakları Kurumu tamamen bağımlı şimdi. Hâlbuki bu kurumun amacı insan hakları uygulamalarını denetlemek. Bağımsız olmadan bu denetimi nasıl yapacak? Ama AKP, bir reformu gerçek bir reforma dönüştüremiyor. Bir kurumu gerçekten bağımsız, şeffaf ve etkin kılamıyor.


Niye sizce?

Her işi yarım yamalak yapıyor, her yapıyı kendilerine bağımlı hâle getiriyor. Oysa kendine güvenen bir hükümet bağımsız adli tıpçılar, hocalar ve doktorlar tarafından denetlenen bağımsız bir İnsan Hakları Kurumu kurar. İşte o zaman bu gerçek bir reform olur ama AKP bunu yapamıyor. Çünkü bir kurumun devletten, idareden, hükümetten bağımsız olması demek, siyasi iktidarı ve onun bürokratlarını özgürce eleştirebilmesi demektir. Eğer eleştiri karşısında güçsüzseniz, eleştiriden korkuyorsanız bağımsız olması gereken yapıları kendinize bağımlı olarak kurarsanız. AB ise bu kurumların bağımsız ve etkin olmasını istiyor.


Ama aynı AB, kamu ihaleleri ve askerî projeler de dâhil olmak üzere Türkiye’nin ekonomisine ve şirketler dünyasına yüzde yüz şeffaflık ve denetim getirecek olan yeni Türk Ticaret Kanunu’nun TÜSİAD ve TOBB gibi çıkar gruplarınca değiştirtilmesini ve vatandaşın tüketici olarak korunmasından vazgeçilmesini son raporunda hiç eleştirmedi. Şeffaflık hükümleri baskıyla değiştirilen bu kanun, Türkiye’de kayıtdışı ekonomiyi ve şirketlerin sahipleri tarafından içinin boşaltılmasını bitirecekti oysa. Ama AB aksine, kanunun baskı gruplarınca değiştirtilen hâlini büyük bir “ileri uyum” başarısı olarak övdü raporunda. Bu yaklaşım, AB’nin güvenirliğini ve inanırlığını azaltmıyor mu?

Tabii azaltıyor. Özellikle sol ve demokrat çevrelerde azaltıyor. AB’nin en büyük sıkıntılarından biri de bu zaten. AB, gittikçe artan bir şekilde neoliberal bir ajandanın sözcüsü oluyor. Bunu kendi içindeki ülkeler için değil de özellikle yeni gelen Doğu Avrupa ülkeleri ve Türkiye için yapıyor. Ayrıca Avrupa’da büyük şirketler çok kuvvetli bir lobi grubudurlar. Bütün güçlü çıkar grupları Brüksel’de organizedirler.


TÜSİAD ve TOBB da Brüksel’de büro açmadılar mı?

Evet açtılar.


AKP’ye dönersek... AKP, Avrupa kriterlerine uygun bir demokrasiden vaz mı geçti?

Evet vazgeçti. Aksini gösteren bir kanıt da yok zaten elimizde. AKP, Kopenhag Kriterleri’ni hiçbir zaman içselleştirmedi. “Kopenhag Kriterleri’ni Ankara Kriterleri yaparız ve biz yolumuza devam ederiz” söyleminin de zaten bir gerçekliği yoktu. AKP’nin, kendisini olabildiğince iktidarda tutabilecek bir demokrasi ve söylem anlayışı var. Mesela Kürt meselesinde de bu böyle. Bu konuda gittikçe milliyetçi bir söylem tutturulması, Avrupa demokrasileri standardında bir söylem ve tavır değil. Ama bu, AKP’nin iktidarını ve oy tabanını güçlendirebilecek bir strateji.


Neden demokrasiden vazgeçtik?

Tamamen stratejik nedenlerle vazgeçtik. Kopenhag Kriterleri’ni içselleştiremediğimiz için vazgeçtik. Oysa Kopenhag Kriterleri’ni içselleştirmek siyasetçiler ve yargı dâhil herkes için bir zihniyet değişikliği meselesidir ve bu bir zaman ister. Demokrasi kriterlerini içselleştirmediğinizde ise çıkarlarınıza hizmet eden reformları tercih edersiniz. Mesela seçim barajını düşürmezsiniz, ifade özgürlüğünü gerçekleştirmezsiniz. Çünkü eleştirilmek ya da kendinize siyasi rakipler çıkarmak işinize gelmez. Bir de ilk başlarda AKP’nin asker, yargı ve bürokrasi nezdinde bir meşruiyet sorunu vardı. AB ile ilişki ona meşruiyet sağladı. Hatta kapatılmamasının gerekçelerinden biri oldu. Artık AKP’nin AB’ye ihtiyacı kalmadı.


AKP’nin son ilerleme raporuna gösterdiği tepkileri, Burhan Kuzu’nun raporu çöpe atmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok yanlış. Raporu çöpe atarak gerçekleri değiştirebiliyor musun peki? Bu ülkede cezasızlık kültürü var mı? Var. Gazeteciler başlarına iş gelmeden özgürce yazabiliyorlar mı? Yazamıyorlar. Yargıya işiniz düştüğünde başınıza neler geleceğini biliyor musunuz? Bilmiyorsunuz. AB’nin raporunu çöpe atınca bu gerçekler değişiyor mu? Değişmiyor. Şu anda Türkiye ifade özgürlüğü davalarında AİHM’de birinci ihlalci ülke. Türkiye’nin ardından Fransa geliyor.


Dava sayıları nedir?

Fransa’dan AİHM’e yüz kadar dava gitmiş. Türkiye’den ise sadece 2011’de AİHM’e giden dava sayısı sekiz bini aşmış. İkinci ihlalciyle aramızdaki fark da binlerce dava işte. Bu rakamlar gösteriyor ki, Türkiye’de insan hakları ihlalleri azalması gerekirken arttı. Siyasi reformların çok hızlandığı 2004 ve 2005’te ise AİHM’e yapılan başvuruların sayısı azalmıştı, sonra bu rakam giderek arttı. 2006’da 2328, 2007’de 2828, 2008’de 3706, 2009’da 4474, 2010’da 5821 oldu. 2011’de ise dava sayısı 8702’ye fırladı.


Türkiye Avrupa’dan vaz mı geçti?

Siyasi olarak vazgeçti. AKP, Avrupa Birliği’nden vazgeçti.


Peki, Avrupa Türkiye’den vazgeçti mi?

Avrupa Türkiye’den tamamen vazgeçmedi. Vazgeçseydi, “Kopenhag Kriterleri yüzünden Türkiye’nin üyeliğini askıya alalım” derdi. Elinde öyle bir gerekçesi var ama bunu demedi. Ama bugün Avrupa içinde bulunduğu Avro krizinde sadece Türkiye’yi değil, hiçbir genişleme ülkesini konuşmuyor.


Tam olarak anlamadım. Avrupa’yla Türkiye kopuyor mu?

Tam bir kopuş mümkün değil. Ama AB ile Türkiye gittikçe birbirinden uzaklaşıyor, bağlar gittikçe zayıflıyor. Nitekim Avrupa Komisyonu, ilişkilerin tamamen kopmaması için pozitif gündem diye yeni bir şey ortaya attı. Türkiye ise Avrupa’dan vazgeçme durumu yaşıyor. Siyasi gidişat, AB ile üyelik ilişkilerinin kopma noktasına doğru ilerlediğini gösteriyor.


Avrupa neden Türkiye’den tamamen vazgeçmiyor?

Siyasi olarak hâlâ vazgeçmeyenler var. Mesela AB, Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da bir türlü etkin olamıyor. Türkiye ise buralarda daha başarılı. Mesela kişilerin serbest dolaşımı meselesi... Türkiye’nin Ortadoğu’da etkisinin artmasında, ticari, kültürel ve sosyal ilişkilerinin gelişmesinde serbest dolaşım çok önemli oldu. Avrupa bunu başaramadı. AB’nin Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da Türkiye’ye ihtiyacı var. Bir de Avrupa şu anda çok büyük bir varoluşçu kriz yaşıyor.


Avrupa ne yaşıyor?

Eğer kurum olmaya devam edecekse, nasıl bir kurum olacağına karar vermeye çalışıyor. Avrupa’nın bir kaç katmanlı olup olamayacağı konuşuluyor. Biz bu tartışmaların bir parçası olacağımıza, raporları çöpe atmalarla vakit kaybediyoruz. AKP, muhtemelen Avrupa’nın bittiğini düşünüyor.


Sizce AB bitiyor mu peki?

Bence bitmiyor ama şekil değiştiriyor. Avrupa eski Avrupa olmayacak. Şu anki verilere göre, Avrupa’nın eski gücünü muhafaza etmesi zor. Önümüzdeki 20 yıl içerisinde ekonomik olarak üçüncü, dördüncü sıraya düşmesinden bahsediliyor. AB, bunu engelleyecek bir yapının kurulması için kafa yoruyor. Böyle bir noktada hem ekonomi hem de dış politika açılarından Türkiye’den vazgeçmek istemeyebilirler.


Avrupa’da Türkiye aleyhtarı gruplar var. Bunların Türkiye’yle ilgili sorunu demokrasi mi yoksa Türkiye’nin Müslüman olması mı?

Derdi demokrasi olan belli gruplar var. Bunlar, daha çok sol gruplar. Mesela Almanya’daki komünistlerin derdi Türkiye’nin demokrasisi ve Kürt meselesi. Ama Avrupa’daki kitle sağ partileri için Türkiye’nin Müslümanlığı çok çok önemli.


Bu son ilerleme raporundaki eleştirilerde şu anda başkanlık görevini sürdüren Kıbrıs Cumhuriyeti’nin rolü var mı?

Zannetmiyorum. Bunu bir bahane olarak kullanıyorlar.


Türkiye demokrasisini derinleştirmeyerek Ortadoğululaşıyor mu?

Türkiye ne Ortadoğu kadar kötü ne de Avrupa standartlarında iyi bir ülke bugün. Demokrasisini derinleştirmezse gene vasat bir demokrasi olur. Gene bir ileri, bir geri gider. Böyle vasat demokrasili bir Türkiye de Ortadoğu’ya model olamaz. Çünkü demokrasisi ilerleyen ve AB ile ilişkilerini sürdüren bir Türkiye Ortadoğu’ya model olabilir. Ortadoğu’da yapılan araştırmalar bu gerçeği ortaya koyuyor.


Türkiye’nin üye olmaması, Avrupa için de ciddi bir eksiklik olmaz mı?

Avrupa için bu çok büyük bir başarısızlık olur. Vizyonsuz liderler ve siyasetçiler bu başarısızlıktan sorumlu olur. Düşünsenize... Avro-merkezci olmakla suçlanan Avrupa projesini, farklı olana açmamış olacaklar. Müslüman bir ülkeyi bünyelerine almayacaklar. Avrupa için bu büyük bir başarısızlıktır.


Türkiye’deki insanlar da artık eskisi kadar AB üyeliğine sıcak bakmıyor. Halk niye koptu?

Türkiye’de kamuoyunun AB’ye desteği 2005-2006’ya kadar yüzde 75 gibi bir oranda stabilize olmuştu. Halkın desteği bugün yüzde 40 civarına düştü. Halkın AB’den kopmasında üç ana unsur rol oynadı. Bir, Avro krizi. “Zaten dağılacaklar, oraya katılmanın anlamı ne? Çok büyük ekonomik krizdeler, onlar bizden yardım istesinler” türünden özgüveni çok yüksek söylemler oluştu bizim içimizde. İki, Türkiye’yle ilgili AB’den gelen “üye olamazsınız” türünden ikircikli mesajlar geldi. Üç ve en önemli unsur ise lider söylemi oldu. Erdoğan AB’ye üyelik söylemini bıraktı ve AKP tabanında AB aleyhine çok ciddi bir kayma yaşandı.


Erdoğan AB’yi desteklese halkın AB’ye desteği gene artar mı?

Artar. Meşruiyeti çok yüksek bir lider Erdoğan. Ama Erdoğan AB’yi artık gündeminden çıkardı.


AB üyesi olmanın Türkiye için avantajları neler?

Teknik standartlar da önemli ama ön önemli avantaj demokrasinin gelişmesi. Yoksa rögar kapağı yüzünden bir çocuğun kanalizasyona düşüp ölmemesi tabii ki önemli. Yediklerimizde, içtiklerimizde daha az kanserojen madde bulunması tabii ki önemli. Yönetmelikler sayesinde daha sağlıklı hava solumamız tabii ki önemli.


Üyeliğin dezavantajları neler?

Herkes için değişiyor bu. Mesela bizim gibi ulusal egemenlik obsesyonu olan bir ülkede bazıları için milli egemenliği devrediyor olmamız ciddi bir dezavantaj. Bazıları için çevre reformu ciddi bir sorun. Çünkü çevreyi kirletmemeleri için şirketlerin cebinden daha çok para çıkacak.


O zaman daha net sorayım... AB, Türkiye’den, Türkiye’deki vatandaşların aleyhine bir şey talep ediyor mu?

Şu anki durumda hayır etmiyor. Türkiye’yi, şu anki durumundan her hâlükârda daha iyi bir duruma götürüyor. AB’ye üyelik, normal, sade vatandaşın hayatı için bir ilerleme olacak.


Peki, neden halkın lehine olan talepler böylesine bir dirençle ve küçümsemeyle karşılanıyor?

Çünkü işin bir de yönetenler yani siyasi boyutu var. Sıkıntı ve direnç oradan kaynaklanıyor. Başka ülkelerde de direnç oldu. AB üyeliğine oradaki çıkar grupları da direndiler. Bugün AB’deki Türkiye düşmanları ise çok mutlular. Çünkü Türkiye’deki siyasi iktidar, AB’den koparak, onların ellerine verilebilecek en büyük kozu veriyor.

neseduzel@gmail.com

Taraf

Son Güncelleme Tarihi: 24 Ekim 2012 12:45

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0