Nilüfer Göle: Yer sofrası ve sınır ihlalleri

16 Temmuz 2013 13:33  

 

Nilüfer Göle: Yer sofrası ve sınır ihlalleri

Antikapitalist Müslüman gençlerin çağrısıyla sokak ortasında boydan boya uzanan iftar sofrası seküler Müslümanlarla dindar Müslümanları bir araya getiren yeni bir kültürel havzanın habercisi. Türkiye coğrafyası ve tarihinden yükselen ve demokratik muhayyileyi dönüştüren bir pratik. Sanmıyorum küresel darbeci-komplocu el kitaplarında yer alsın. Bir ilk.

İftar sofrasına oturan Gezi Parkı gençliği, Müslüman akranlarıyla empati kurarak, onların vasıtasıyla belki de ilk defa oruç tutmaya heveslendi… İslami habitus de değişime uğradı. Kentlere taşındı, yeni bir entelektüellik ve farkındalık kazandı, kendi burjuvazisini ve seçkinlerini yaratırken ister istemez seküler eğitim ve kapitalist tüketim kodlarını içselleştirdi.

Yeryüzü iftar sofrası seküler Müslümanlar ile dindar Müslümanların biraradalığını, dahası birincisinin ikincisinden öğrenme arzusunu gösteriyor. Beyaz Türkler için İslami habitus tek provayla edinilecek bir şey değil. Ama bugün İslam’ı hor görmek şöyle dursun, yeniden öğrenmeye “niyetlendiler.”

Nasıl ki Müslüman gençler örtüleriyle seküler sınırları ihlal ettiler, bugün de seküler gençler dini sınırları ihlal ediyorlar. Seküler yaşam bilgileriyle iftar sofralarına oturuyorlar. Muktedir değil itiraz edebilen Müslümanlar tarafından misafir ediliyorlar. Bir zamanlar seküler aydınların Kemalizme itiraz ettikleri ve Müslümanları üniversitelerde bilgiye ortak ettikleri gibi.



Gezi meydan hareketi yeni bir vatandaşlık provasını sahneye koydu. Görmezden gelenler için sadece bir kereyle yetinmediler. Farklı kent mekanlarında, yeni oyuncularla Gezi süreklilik kazanmaya başladı. Semt parklarındaki akşam forumları, ve Ramazan'la birlikte Beyoğlu’nda kurulan “yeryüzü iftar sofrası” Gezi Park hareketinin izinde yaratıcı mekan siyasetinin en güzel örnekleri. Yeni bir vatandaşlık yazılımı bu mekanlarda doğaçlama yöntemiyle deneniyor. Akşam forumları semt sakinlerinin bir araya geldiği, meselelerini tartıştığı, antik Yunan demokrasisini çağrıştıran bir agora oluşturdu. Katılımcılar aralarında söz eşitliğini sağlamak ve çevreyi rahatsız etmemek için alkış yerine el kol işaretleriyle bir çeşit pandomim becerisiyle kendilerine has kurallar ve kolektif iletişim biçimleri geliştirmekteler. Demokrasilerin agora ideali Gezi hareketinin meydan ruhunda kendine yeni bir mecra buldu.

Antikapitalist Müslüman gençlerin çağrısıyla sokak ortasında boydan boya uzanan iftar sofrası seküler Müslümanlarla dindar Müslümanları biraya getiren yeni bir kültürel havzanın habercisi. Gezi Park hareketinin taşıdığı “cool” ile “ilahi” ruh ortaklığı. Seküler ile dindar olanın yan yana, diz dize çömeldiği, bağdaş kurduğu, rızkını paylaştığı iftar sofrası, birbirinin kültürel kodlarıyla tanışıklık-bağışıklık kazanmaya başladığı bir praxis. Türkiye coğrafyası ve tarihinden yükselen ve demokratik muhayyileyi dönüştüren bir pratik. Sanmıyorum küresel darbeci-komplocu el kitaplarında yer alsın. Bir ilk.

İftar sofrasına oturan Gezi Parkı gençliğinin birçoğu belki hayatlarında hiç oruç tutmamışlardır. Yer sofrası geleneği çoktan yok olmuş, bağdaş kurmayı unutmuş, anneanneleri ya da babaları vasıtasıyla dini vecibelerle tanışıklık kazanmamıştır. Birçoğunun yaşam alışkanlıkları seküler kodlar etrafında oluşmuştur. Bağdaş kurma becerilerini, Ahmet Hakan’ın hınzır sosyolojik gözünden kaçmadığı gibi, olsa olsa yoga pratiklerinden elde etmişlerdir. Bugün Müslüman akranlarıyla empati kurarak, onların vasıtasıyla Ramazan ayında belki de ilk defa hayatlarında iftar sofrasına oturdular, hatta oruç tutmaya heveslendiler.


Batı-doğu ikiliği ve ters yüz olan hiyerarşi

Bugüne kadar batı ile doğu yaşam biçimleri arasında kurulan zıtlık, Peyami Sefa’nın romanlarında dile getirdiği ikilik, hatta hiyerarşik yapılanma, yani birinin diğerinin üstünde kurduğu egemenlik bugün ters yüz olmakta. Ancak bu sadece siyaset ekonomisiyle, siyasi seçkinlerin dönüşümüyle anlaşılabilecek bir olgu değil. Yaşam biçimlerine ilişkin kültürel kodlar ve alışkanlıkların oluşturulması, aktarılması, içselleştirilmesi uzun zaman dilimlerine yayılır. Nesilden nesile aktarılır, genç yaştan itibaren aile hanesinde başlamak üzere disiplinli bir eğitim ve sosyal sınıf bilinciyle elde edilir. Yaşam biçimleri piyasa ekonomisinin tercihlerinden ve tüketim kalıplarından ibaret değildir. Yaşam biçimleri “habitus” dediğimiz bir var oluş biçimiyle, zihin kalıplarıyla, gövde dilimizle ilintilidir. Kökleri derinlerde, geçmiş tarihe uzanan, tortusu bugünde, farkında olmadan üstümüzde, kişilerin davranışlarında ortaya çıkan bir kültürel hazineye işaret eder.

Çocukluktan itibaren eğitime ve pratiğe dayanarak disipline ettiğimiz nefsimiz, gövde dilimiz, birbirimizle selamlaşma biçimlerimiz, yeme içme adetlerimiz, kültürel referanslarımız habitus’umuzun bir parçasıdır, gündelik yaşam içinde öğrenerek aşinalık kazandığımız, otomatiğe bağladığımız bir kültürel hazine işlevi görür.

Türkiye’nin modernleşme serüveni İslami habitus yerine seküler ve batılı bir habitus’ü tesis etmek istemiştir. Kadınların erkeklerle aynı sofralara oturduğu, piyano çalmayı öğrendiği, pozitivist bilimin dini bilgilerin yerini aldığı, sanat ve sporun batılısının tercih edildiği bir modernlik anlayışını. Batı’ya özentilik, “mon cher” tiplemeleri edebiyatçılar tarafından tasvir edilmiştir. Bugün gülünç gelmekle, küçümsenmekle birlikte, “mon cher” deyip geçmeyelim. Yabancı dil bilgileri, spor alışkanlıkları, şarap kültürleri, sofra adetleri, uluslararası diplomasi bilgileri, bağcıklı ayakkabıların gün boyu çıkarılmadığı salon adamlığı öyle bir günde edinilebilen bir donanım değildir. İçselleştirilememiş batılı habitus birçoğunun üstünde kolayca sırıtır.

Bugün artık modern habitus sadece Avrupai bir yaşam biçimini ifade etmiyor. Türkiye’nin kültürel kodlarıyla giderek melezleniyor ve yerlileşiyor. Gezi gençliği İstanbul modernliğinin bir parçası, markası.


Değişen İslami habitus ve dini sınırları ihlal eden seküler gençler

İslami habitus de Türkiye’deki modernliğin serüvenine ilgisiz kalmadı, değişime uğradı. Kırsal çevre kültüründen kentlere taşındı, İslamcılık bilinciyle birlikte yeni bir entelektüellik ve farkındalık kazandı, kendi burjuvazisini ve seçkinlerini yaratırken ister istemez seküler eğitim ve kapitalist tüketim kodlarını içselleştirdi. Bugün İslami Müslümanların çoğunluğu çifte kültürel sermayeye sahip, hem seküler sosyal bilim, hem din tedrisatından geçtiler; hem muhafazakar, hem modern iletişim kodları ile aşinalar. Üniversite kampüsleri, sınıflar bu karşılaşmaların ilk provasıydı. Benim öğrencilerim bugün melez sermayeli meslektaşlarım oldular.

Yeryüzü iftar sofrası böylesine bir karşılaşma ve içiçe geçiş dinamiğinin içinden çıkıyor, ama aynı zamanda yepyeni bir aşamaya işaret ediyor. Seküler Müslümanlar ile dindar Müslümanların biraradalığını, dahası birincisinin ikincisinden öğrenme arzusunu gösteriyor. İslami habitus’ü edinmek de kolay değil. Kitabi bilgi kadar, pratik ister. Çocukluktan oruç tutmaya alışkın, Kuran kurslarına gitmiş, imam-hatip/ilahiyat mezunu, İslami dünya literatürüyle donanımlı gençlere doğal ve bilindik gelebilir. Bugün çoğunlukla tek sermayeli, yani ağırlıklı olarak batı yabancı dilleri ve seküler habitus içinde kendini yetiştirmiş sınıflar, beyaz Türkler için İslami habitus bir günde, tek provayla edinilecek bir şey değil. Ama bugün İslam’ı hor görmek şöyle dursun, yeniden öğrenmeye “niyetlendiler.” Bu gençler benzer bir biçimde Kürtçe dilini kullanıyor ve tarihini öğrenmeye çalışıyorlar. Ulus devletin tekçi kültür kodlarını terk ediyorlar.

Meydanı, kaldırımı, iftar sofrasını paylaşarak yeni bir mekan siyaseti kurguladılar. Herkesin Tanrı misafiri olduğu bir iftar sofrası, sokakta yer sofrası etrafında yeni bir ortaklığı yaşama koydular. Beyoğlu’nda. Çok katmanlı, çok kültürlü, çok dinli Türkiye’nin “mon cher”lerinin mekanı, Markiz pastaneli, kostümleri, terzileri, dükkanlarıyla kozmopolit Pera, bugün de yeni bir karşılaşmaya, yeni bir kozmopolitliğe sahne oluyor. Eskiyi yerle bir etmeden, belleklerimizden kazımadan, birbirini inkar etmeden.

Yeryüzü iftar sofrası yeni bir mekan siyasetiyle seküler dinsel sınırları ihlal ediyor. (Nilüfer Göle, Seküler ve Dinsel: Aşınan Sınırlar, Metis Yayınları, 2012). Son otuz yılda nasıl ki Müslüman gençler, inançlarından vazgeçmeden, örtüleriyle seküler sınırları ihlal ettiler, bugün de seküler gençler dini sınırları ihlal ediyorlar. Seküler yaşam bilgileriyle, iftar sofralarına oturuyorlar. Muktedir değil itiraz edebilen Müslümanlar tarafından misafir ediliyorlar. Bir zamanlar seküler aydınların Kemalizme itiraz ettikleri ve Müslümanları üniversitelerde bilgiye ortak ettikleri gibi.

Kısacası yaşam biçimleri ve kimlik mağduriyetleri üzerinden yapılan siyasetin hükmü kalmamıştır.


Twitter: @Nilufergole

T24

15.07.2013

Son Güncelleme Tarihi: 16 Temmuz 2013 15:31

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0