Liberalizmin zihinsel sınırları ve laiklik - Serdar Kaya

25 Eylül 2011 11:22  

 

Liberalizmin zihinsel sınırları ve laiklik - Serdar Kaya

Türkiye’de (dindar olan ve olmayan) liberaller, “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” şeklinde yapılan bir laiklik tanımına sahip çıkma eğilimindeler. Bu tavrın temelinde, bu tanımın hem dine hem de devlete özgür alan tanıdığı ve dolayısıyla da laiklik konusunda yaşanan çatışmalara çözüm olabileceği düşüncesi yatıyor. Ancak bu konu bu kadar basit değil.


Kurgular ve gerçekler
Hayatı anlamlandırabilme adına zihnimizde çeşitli kategoriler oluşturuyor ve bunun doğal bir sonucu olarak, bu kategoriler arasına sınırlar çiziyoruz. Dinî, siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel gibi kategoriler, toplumu ilgilendiren konulardan söz ederken en sık kullandıklarımız arasında. Ancak ne var ki, bizim pratik kaygılarla zihnimizde kimi sınırlar çiziyor olmamız, bu sınırların gerçekte varolduğu ya da bizim çizdiğimiz yerlerden geçtiği anlamına gelmiyor.

Dahası, bu farklı kategoriler kendi aralarında çok geniş örtüşme alanlarına sahip. Örneğin, yukarıdaki beş kategorinin her biri, diğer dördü ile çok ciddi derecede iç içe. Dolayısıyla, dinî alan ile siyasi alanı (ya da yukarıdaki beş kategoriden herhangi ikisini) birbirinden ayırmak, istesek bile pek mümkün değil.

Liberal bakışın sorunları
Sosyal hayatı bu müstakil parçalardan oluşan bir bütün olarak tasavvur etmek, siyasetin algılanış şekline de doğrudan yansıyor. Siyasi alan ile dinî alanın arasına bir çizgi çizmek suretiyle her iki alanı da kendi içinde özgür kılmayı düşünmek, böyle bir yaklaşımın sonucu. Bu yaklaşım bir dizi sorunu da beraberinde getiriyor.

Örneğin, dinî, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanların önemli ölçüde iç içe olmaları, herhangi bir sivil talebi bu kategorilerden sadece biri ile ilişkilendirmeyi zorlaştırıyor. Örneğin, Ramazan orucu, bir ibadet olmanın yanı sıra, sosyal ve kültürel boyutlara da sahip. Oruç tutan devlet memurlarını düşünerek Ramazan ayında devlet kurumlarının çalışma saatlerinin iftar vaktine göre yeniden düzenlenmesi talebi ise, bu konuya siyasi bir boyut da getiriyor.

Peki, laik bir devlet, bu konuda Ramazan ayına özel bir düzenlemeye gidecek midir? Farklı laiklik anlayışları bu soruya farklı yanıtlar veriyorlar. Kimileri dinî bir içeriğe sahip olan her konuyu diğer boyutlarına bakmaksızın siyasetin (ve hatta sosyal alanın) dışına itmeye çalışırken, diğerleri daha kapsayıcı politikalar izliyorlar. Ancak bu noktada asıl önemli olan, hangi politikanın izlenmesi gerektiğinden ziyade, dinî ve siyasi alanları birbirinden tamamen ayırmanın baştan mümkün olmaması. Bu nedenle de, din ile devleti birbirinden ayırınca sorunların çözüleceğini düşünmek yerine, ister istemez kesişmek durumunda olan bu iki kurum arasındaki ilişkilerin ne şekilde düzenlenmesi gerektiğini belirlemek gerekiyor.

Topluma dokunmak
Dinî, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanların kesişmekten de öte iç içe olması, toplumlara dair bir gerçeklik. Hatta, bir toplumu toplum yapan da zaten bu girift yapı. Bu noktada, bu gerçeği kabul etmek ve sivil taleplerin dinî bir çıkış noktasına sahip olup olmadığına aldırmaksızın birarada yaşamanın kurallarını birlikte oluşturmayı öğrenmek gerekiyor. Bunun alternatifi ise, toplumu onun için önceden çizilmiş (seküler olan ya da olmayan) kalıplara sığdırmaya çalışmak.

Kemalizm (totaliter yapısı gereği) bugüne dek hep ikincisini yaptı. Liberaller ise, iyi niyetliler ve bu tavra karşı çıktıklarını söylüyorlar. Ancak hayatı farklı alanlara bölmek ve özgürlüklerin sınırlarını bu alanları esas alarak çizmek gerçekliğe tekabül etmediği gibi, (sübjektif ve normatif olması itibariyle) ideolojikleşmeye ve otoriterleşmeye de müsait.

Bu yaklaşım liberalizm için yeni değil. Zira “her bireyin başkalarının özgürlüklerini ihlal etmediği müddetçe kendi özel alanında tamamen hür olması” esasına dayanan liberal özgürlük anlayışı da aynı şekilde insanlar arasındaki kesişim alanlarını gözardı eden bir yapıya sahip. Hâlbuki siyaset, tanımı gereği, söz konusu ortak alanlar hakkında kararlar almakla ilgili olan bir süreç. Bu alanları büyük ölçüde gözardı eden ve öncelikle bireysel alanlara yönelik dışsal tehditlere odaklanan liberalizm ise, kendisini (Etyen Mahçupyan’ın ifadesiyle) topluma dokunamayan bir ideoloji olmaya mahkûm ediyor.

Sonsöz: Laiklik bir saplantıdır
Eğer bir demokraside aslolan, vatandaşların (dinî olan ya da olmayan) talepleri ise –ki bu taleplere (dinî olan ya da olmayan) dayatmaları reddetmek de dâhildir– o zaman laiklikten bu kadar söz ediyor olmak neden? Laiklik dediğimiz şeyin aslında “yüksek modernist” bir saplantı olmasından olmasın? (Bu noktayı açacağım.)


taraf@serdarkaya.com

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0