Fabrika Melahat

24 Aralık 2012 14:59 / 2550 kez okundu!

 


Ezilen kadınlarımıza...

Yaşının iki katı gösteriyordu neredeyse; öylesine çökkündü. Saçları hep bakımsızdılar. Süslendiğini bilen yoktu zaten. Ama bir gülmesi vardı, sormayın gitsin. Dünyanın en mutlu insanı oydu sanki. Adamı eşeğiyle yük taşıyordu. Eşrefpaşa'daki Kireçciler Sokağı'ndan alınan kum, kireç ve çimentoyu istenen yere götürüyordu.

Üç tekerlekli Moto Guzzi'ler çıkmıştı piyasaya. Günde kaç para kazanabilirdi ki artık bu işten? Olsun olsun sekiz on lira. Geçinebilinir miydi bu parayla? Akşamları evinin penceresinde oturup, İzmir onunmuş gibi keyifle şarkı söyleye, bağıra içen adamın şarabına, sigarasına anca yetiyordu zaten. Çoluk çocuk ne yerler ne içerler umurunda bile değildi. Hatta aklına bile gelmiyordu; yoktular onun için... Ama Melahat Abla öyle miydi ya? Dördü sağ beşi ölü dokuz doğum yapmış bir kadındı o. Anaç bir yapısı vardı. Bu nedenle Fabrika Melahat derdim ben ona. Güler geçer, kızmazdı. Anlardı şakadan. Ne yapar eder, çocuklarını aç yatırmazdı ana olarak. İşsizlik? Yoo, işsiz kalmazdı. Çamaşıra, temizliğe gider çocuklarının nafakalarını temin ederdi. Arada bir, yok yok sıklıkla adamından dayak yerdi. Bakarsın yüzü gözü morarmış veya bir başka gün eli ayağı tutmaz. Evdedir o günler. Çalışamaz durumdadır. Üzülürdüm Melahat Abla'ya. Dokuz çocuk yükleyen ama bunların sorumluluklarını yüklenmeyen herifine de kızardım. Bundan başka da yapacak bir şeyim yoktu tabii...

Melahat Abla'nın öyle bir yaşama sevinci vardı ki, hayran olurdunuz. Takılırdı bazen bana da. “Bütün gün okuyormuşum, sonra gözlerim bozulacak, kızlar beğenmeyeceklermiş beni.”

Yine balkonda ders çalıştığım birgün, Melahat Abla evini taşıyor gibi geldi bana. Ama neden taşınsındı ki? Ev hayırsız adamındı. Kira falan da vermiyorlardı yani. Allah allah n'oluyordu acaba? Dersimi bitirinceye kadar kamyonet yükünü aldı, çekti gitti. O, öne şoförün yanına oturmuştu en küçük oğlu da kapı yanına. Artık mahallede sessizlik vardı. Neşesi kalmamıştı sokağımızın. Dedikodusu, söylentisi vardı; ama gerçek yine de tam bilinmiyordu. Nereye gitmişti, kiminleydi, ne yapıyordu Melahat Abla?

Bir yılı aşkın bir zaman sonra kahkahalarıyla çıktı geldi. Pek bir bakımlıydı; giyim kuşam, saç baş... İki üç bilezikli kolunu göstere sallaya anlatıyordu Melahat Abla. “Temizliğe gittiği evin beyi Milli Eğitim Müdürü'ymüş. Almış onu odacı kadrosuna. Memur olmuş, maaşa geçmiş. İlk maaşıyla da avukata vekâlet vermiş. Kısa sürede boşanmış, kurtulmuşlar adamından. Yakınlarda da evini taşıyan nakliyeciyle evlenmiş. Kabûl etmiş yeni adamı beş çocuğunu.” Elini karnının üstüne koyup, “yine yüklü olduğunu” söylüyordu. “Adamı çok istemiş bu çocuğu. Eh, o da kıramamış. Ne de olsa ikisinin de geliri iyiymiş...”

Melahat Abla vermiş haberlerini, atmış havasını, koyvermiş kahkahasını gidiyordu. Mahalleli kadınlar sessiz ve imrenerek bakıyorlardı arkasından...


Ertuğrul BARKA

02.12.2012


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.