Birinci Cumhuriyet çökerken - Gürbüz Özaltınlı

14 Haziran 2011 12:07  

 

Birinci Cumhuriyet çökerken - Gürbüz Özaltınlı

Her seçim gibi bu seçimin de ardından dünyanın sözü edilecek. “Seçmen dedi ki” üzerine kazılar, kurcalamalar, kucak dolusu istatistikler, kimsenin göremediğini inceden yakalamalar okuyacağız. Bunlar kuşkusuz değerlidir, okuruz...

Benim ise bu gece ince kıvrımlar üzerinden ilerleyen, akıl izan dolu analizlere hiç hevesim yok.

Şunu söylemek istiyorum kocaman bir sesle: Birinci Cumhuriyet çöktü. Bu gece rakamların size verdiği ses onun çöküş sesidir. Ne Ergenekon’un “ince manevraları”, ne oportünizmin kitabını yazmış eski tüfek, ne de çırpınan müstafi amiral gemisi kaptanları... Bu halk; kansız, darbesiz, şiddetsiz, bu çürümüş rejimi çöpe attı.

İzmirli hayranlarına imza dağıtmaktan yorulan üçüncü sayfa küfürbazlarıyla, bu konjonktürde şu Mustafa Kemal’in askerlerinden para kazanmamak enayilik olmaz mı diye düşünen “sözcü” girişimcileriyle, adını şimdiden unuttuğumuz “Çöl”lü, “Coşkun”lu “yazarlarıyla” kapanan bir sayfadır bu seçimler. Sabih Kanadoğlu, Vural Savaş falan... Tarih ne hızlı ilerliyor.

Anayasa değişir mi, nasıl değişir?..

Kürt barışı nasıl sağlanacak?..

Başkanlığa mı gidiyoruz?..

CHP çatlar mı, Baykal hortlar mı?..

Bahçeli’nin sonu gözüktü mü?..

Hepsi önemli sorular evet... Ama en azından bu gece benim umurumda değil.

Biz neden bahsediyoruz? Dokuz sene önce titrek adımlarla parlamentoda çoğunluğu yakaladığında devletin tepesine ineceğine neredeyse emin olduğumuz bir hareketin girdiği her seçimde sıçraya sıçraya oylarını arttırdığını gördük. Yıkılmaz, dokunulmaz zannettiğimiz derin güçlerin, silahla ülkeyi yöneten büyük iktidarın çöktüğünü izliyoruz. Bu benim rüyamdı, gerçek oldu...

Kim ne derse desin bu bir halk hareketidir. Dışlanmışlığa, horlanmışlığa, yok sayılmışlığa başkaldırıdır. Kirli kanlı bir yolun çok uzağından, efendice, uygarca ilerleyen bir isyandır bu. Bunun değerini bilmeyenlere şaşırıyorum.

Erdoğan’a baktığı zaman onda sadece bir despot görenleri anlamıyorum.

Olabildiğince seçim mitinglerini izledim televizyonlardan. Beni, Erdoğan’dan çok onu izleyen kalabalıklar büyüledi. O meydanlarda Merkez Bankası’nın kasasındaki döviz rezervlerini, bayraklarını sallaya sallaya, bağrış çağrış alkışlayan beyaz başörtülü kadınlar heyecanlandırdı. Komikti. Ama bu derin bağ nasıl kurulmuştu? Bu bağın ardında koca bir Cumhuriyet tarihi yatıyordu. O tarih, başörtülü kadınlara düşük faiz oranını, Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini alkışlatıyordu. Erdoğan halka nutuk atmıyordu. Halkla konuşuyordu. Konuştuğu halk; yumrukları sıkılı, “kahrolsun”la başlayan sloganların nefret yüklü sert toplulukları değildi. Hiç Cumhuriyet mitinglerine benzemiyordu. Liderlerini seviyor, kendilerinden birisinin kendilerini yönetmesini istiyorlardı. Taşlı sopalı değil, şarkılı türkülü heyecanlarla yüklüydüler.

Bu halk; boğazına kadar pisliğe, en ağır suçlara batmış bir rejimi tasfiye ediyor. Yerine ne geleceği yine bu halka; tek tek hepimize bağlı. Tarih baştan belirlenmiş bir kadere göre ilerlemiyor. Güç mücadelelerine, rastlantılara, kaotik bir akışa sahip...

Biz, bugün bu büyük akışın bir yerlerindeyiz. Ve ben bu bulunduğumuz yeri seviyorum. Yarın ne olacağını hiçbirimiz bilmiyoruz.

Seçim üzerinden ilerlerken bu vesileyle birkaç cümle daha söyleyeyim: Ben kendimi solcu sayarım. Sol-sağ ekseninin bütün tükenmişliğine rağmen, kişisel tarihimden gelen aidiyettir sol benim için. Ve ben bugün AKP’ye bakınca orada derin devletin sola karşı kışkırttığı Kanlı Pazar’ın anti-komünist eli bıçaklı dindarlarını görmüyorum. Tarihte bir yere saplanmak ve bütün siyasi duygularını oradan beslemek korkunçtur. İnsanı gerçeklerin dışına savurur. Ummadığı yerlere götürür. Bugün kendini solcu zanneden birçok faşist gibi.

Aynı şey daha aktüel olarak PKK’ya ilişkin eleştiriler için de geçerli. Siyaset her şeyden önce değişim demektir. Bizler, bundan çok değil 20-25 yıl önce kötü birer Stalinist’tik. (Ya da Maocu.)

“Erken” fark etmiş olmanın kibrini bir tarafa bırakmak gerekir. PKK, bu ülkenin korkunç tarihinin siyasi bir ürünüdür. Aynı bizim Stalinizm’imiz ve Maoculuğumuz gibi. Daha dürüst olmak gerekirse bizlerin bir zamanlar Stalinist ve Maocu olurken PKK kadar ciddi mazeretlerimiz de yoktu.

Yapıları eleştirirken tarihi unutmamak gerekir. Hele tarihçilerin buna hiç hakkı yok. Değişime şans tanıyan yaklaşımları her zaman daha çok sevdim. Çünkü ben değişimin ne kadar zorlu bir süreç olduğunu kendi yaşam deneyimimden iyi biliyorum.

Ne gariptir ki, değişirken statükonun ağır aşağılayıcı saldırılarına uğrayanlar bazen unutkan olabiliyorlar.

AKP, PKK, XYZ, ya da başka bir güç; kayıtsız koşulsuz desteklemek ya da cepheden karşısında durmak dışında çok geniş bir yelpazede tutum alınabileceği hepimizin kabul edeceği bir gerçektir. Bunu “üstatlara” hatırlatmanın bana düşmeyeceğini unutmayacak kadar haddimi biliyorum...

Seçim derken nerelere geldik...


ozaltinli@gmail.com

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0