Bir otosoykırım olarak eğitim - Serdar Kaya

04 Aralık 2011 11:58  

 

Bir otosoykırım olarak eğitim - Serdar Kaya

İnsanın dünyayı algılayış şekli ve kişiliği, büyük ölçüde küçük yaşlarda oluşuyor. Dahası, küçükken şekillenmeye çok daha müsait olan insanın o yıllardaki tecrübeleri, hem kişiliğine hem de algılarına temel teşkil edecek olan zihniyetini de inşa ediyor –ve insan, hayatının geri kalan kısmında, bir kez şekillendikten sonra değişmesi epey zor olan bu zihniyetin tesiri altında yaşamak durumunda kalıyor.

Aile etkisi

Doğan Cüceloğlu, çocukken yaşanan tecrübeler konusunda aile etkisine dikkat çekerek, kendileriyle “Sus!”, “Otur!”, “Kalk!” gibi kısa emir cümleleriyle konuşulan çocukların agresifleştiklerini, ilgi gösterilmeyen ve yokmuş gibi davranılan çocukların içlerine kapandıklarını, ve ilgiyle büyütülen ve uzun, soyut cümlelerle konuşulan çocukların ise dâhileştiklerini ifade ediyor.

Aynı şekilde, araştırmalar, bir soykırım yaşanırken olan biteni seyretmek yerine kurbanları saklamaya ve kurtarmaya çalışanların, ekseriyetle küçüklüklerinde ailelerinden sevgi ve şefkat görmüş olan insanlar arasından çıktığını gösteriyor. Özetle, insanların küçükken yaşadıkları tecrübeler kişilik ve tavırlarında ömür boyu belirleyici oluyor. Küçüklüklerinde iyilik görenler, iyiliğe daha meyilli oluyorlar. Kötülük görenler ise, gerek kötülük yapmakta gerekse kötülük karşısında sessiz kalmakta daha az sorun görüyorlar. Bu şekilde, iyilik ve kötülük, nesilden nesle aktarılarak sürekli kendini yeniden üretiyor.

Okul etkisi

İyiliğin ve kötülüğün kolaylıkla filizlenebildiği bir diğer ortam da okul. Bu konuda bir fikir verebilecek en meşhur örneklerden biri, 1967 yılında Kaliforniya’da Ron Jones adlı bir lise öğretmeninin yaptığı çalışma.

Ron Jones, sınıfını bir Nazi ortamına dönüştürmeye çalışmış ve öğrencilerin bu ortamın ne denli tesiri altına gireceklerini test etmek istemişti. Jones, bu amaçla, dersin işleniş şeklini radikal bir şekilde değiştirdi. Örneğin, öğrenciler ona artık ilk adıyla değil “Bay Jones” şeklinde hitap edeceklerdi. Sınıftan içeri girdiğinde herkes ayağa kalkacaktı. Ders işlenirken herkes dik oturacaktı. Derste söz alan öğrenciler ise, ayağa kalkmadan konuşmayacaklardı.

Jones, bu otoriter yapıyı grup aidiyeti, lider kültü ve tektipleştirme ile de destekledi. Grup için bir isim belirlendi ve logo hazırlandı. Disiplin, birlik ve güç eksenli kavramlar yüceltildi. O âna dek okula sivil kıyafetlerle gelen öğrencilere, beyaz gömlek giyme zorunluluğu getirildi. Herkes aşırı bir uca taşınmış olan bu disiplin kurallarına riayet edecekti. Bir tür polislikle görevlendirilen üç öğrenci ise, kuralları ihlal edenleri Lider Jones’a ihbar edecekti.

Öğrenciler bütün bunlara (ve bu çerçevedeki diğer benzeri uygulamalara) karşı çıkmak bir yana, büyük bir ilgi gösterdiler. Deney kısa süre içerisinde bir sosyal harekete dönüştü. 30 kişiyle başlayan ders mevcudu, yeni katılımlarla 200’ü aştı. Asıl etkileyici olan ise, bu yeni sınıf ortamının bir kurgudan ibaret olduğunun kısa sürede unutulması ve kurgunun bütün zihinleri esir almasıydı. Örneğin, Lider Jones, bu otoriter yapıyı sorgulayan üç öğrenciyi dersten atıp bir daha sınıfa girmelerini yasakladığında hiç kimse buna itiraz etmedi. Dahası, polislikle görevlendirilmeyen pek çok öğrenci de gönüllü olarak bu işe soyunarak arkadaşlarını Lider Jones’a ihbar ettiler.

Ron Jones, bir hafta sonra öğrencilere onları manipüle ettiğini açıkladı ve onlardan bütün bu uygulamalara bakarak Nazi Almanya’sında yaşananların nasıl mümkün olabildiğini anlamaya çalışmalarını istedi. Zira öğrenciler, bir lider bularak ona bağlanmışlardı. Bir üniforma giymiş, gücü ve disiplini yüceltmiş ve seçkin bir grup inşa edebileceklerine inanmışlardı. Grup aidiyetine bağlılık yemini etmiş, grubun kurallarına uymayanlar susturulduğunda ve çeşitli diğer haksızlıklara uğratıldığında sessiz kalmayı tercih etmişlerdi. Dolayısıyla da, faşizmi başka yerlerde değil, orada, o sınıfta ve kendi tabiatlarında aramaları gerekmekteydi.

(Deney ile ilgili detaylar http://j.mp/deney1967 adresinden okunabilir. 2008 yılında Almanya’da bu deneye dayanan Die Welle adlı bir film de çekildi.)

Sonsöz

Ron Jones’un deneyde oluşturmak istediği ortam ve öğrenci tipi, Türkiye’nin hiç de yabancısı olmadığı (ve halen önemli ölçüde canlı olan) bir zihniyeti yansıtıyor. Bu okul ortamı, (bazı araştırmaların ortaya koyduğu gibi) sadece öğrencileri aptallaştırmakla kalmıyor –otoriterleştiriyor, acımasızlaştırıyor, kötücülleştiriyor.

Buradan hareketle, Türk milli eğitiminin (aile içi eğitimle birlikte), bir milletin kendi beşerî sermayesini kendi elleriyle yok ettiği bir sürece karşılık geldiği de söylenebilir.

taraf@serdarkaya.com

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0