‘Gitmekle kalmadın, benimle bir şarkının arasını açtın...’ - Elif Aydoğdu

18 Ocak 2012 11:51  

 

‘Gitmekle kalmadın, benimle bir şarkının arasını açtın...’ - Elif Aydoğdu

Uzaktan Rakel Dink’in insanın eline batan iğne misali, ince ince işleyen, ‘bizi acılarla akraba ettiler’ diyen sesi geliyordu

En sevdiğim türküdür Sarı Gelin... Duyduğum anda nedendir bilmem önce burnumun içinde bir titreyiş olur, yüreğim başka türlü atar, sesim içime kaçar, yaşlar süzülür sessizce, başımı eğerim. Hiç bilemedim bu türkü içimde nereye dokunur ki; ne zaman, nerede, hangi halde dinlersem dinleyeyim bunları yaşarım.

Bugün okudum bu dizeyi ve hemen not ettim. Evet, sen “Gitmekle kalmadın, benimle bir şarkının arasını açtın...”* Yine seviyorum, yine dinliyorum hem de bulabildiğim tüm dillerde ama düşünmeden edemiyorum, birgün bu şarkıda senin için de ağlayacağım için mi ben en başından ağlıyordum. Yoksa içinde parçaları bir türlü birleşmeyen kendi hikayem de mi var?

Ben İzmirliyim, utanmam yani uluorta ne gülmekten ne de ağlamaktan... Öyle sokaklarda şen kahkahalar attığım gibi pat diye de ağlarım, yüreğim gelivermişse ağzıma, dudaklarımı titretmeye, gözümü seğirtmeye başlamışsa, eğerim kafamı ağlarım içime içime...

Benim bir de koca bir utancım var, kimselere diyemediğim. Hayatımın en büyük utancı... Hayatımın en büyük ‘keşke’si... Ben bilmem ki İstanbul’u, şimdi bile yeni yeni öğreniyorum. 18-19 Ocak 2007 tarihlerinde Cumhuriyet Caddesi ve Halaskârgazi Caddesi’nde randevularım arasında dolaşıp duruyordum. İş görüşmelerim vardı. Bir türlü kapı numaralarının akışını anlayamadığımdan Halaskârgazi tarafı ile Cumhuriyet Caddesi arasında mekik dokudum Perşembe ve Cuma günleri.

Saat 13.00’deki randevum Agos’un tam karşısındaki apartmanlardan birinde imiş. Sonradan fark ettim. Görüşme bittikten sonra 15.00’deki randevuma kadar birbuçuk saatim vardı. Yolun karşısına geçtim eski İstanbul apartmanlarının dış cephelerini, kapılarını, merdivenlerini, trabzanlarını hayranlıkla izliyordum. Detay Müzik’te cd baktım.

Sebat Apartmanı’na bakınıyordum. AGOS Gazetesi’nin levhasını görünce ‘Acaba bir demet çiçek alıp Hrant Dink’e gitsem mi? İzmir’den dostların sevgilerini getirdim, yalnız değilsiniz’ desem mi diye düşündüm ama bazen utangaçlığım tutuyor. Bir önceki akşam nasıl Ali Nesin’e yanınızdayız size ve vakfa karşı girişilen linç girişiminde sizi yalnız bırakmayacağız, bu ülkenin sessiz yığınları içinde sessiz namuslu insanları var diyemediğim gibi bu düşündüğüm ziyareti de yapamadım.

Ben Hrant Dink’i ziyaret etmeye onu tedirgin ederim düşüncesi ile cesaret edememiştim. Bir buket çiçeğin bile bu güvensizlik ortamında farklı yorumlanabileceğini, onu tedirgin edebileceğini, böyle birşeye sebebiyet vermenin doğru olmayacağın düşünmüştüm.

Oysa cesaret edip gitseydim, o an aklıma gelmemişti ama mesala Aydın Engin’i tanıdığımı söyleseydim. En azından güvenini kazanırdım. Belki çay ikram ederdi. Ben de biraz rahatlar, İzmirli çenem düşer, bıcır bıcır birşeyler anlatırdım. O da gevşerdi. Ben saat üçteki randevuma gitmek için izin ister ayrılırdım. Arkamdan belki o kocaman sesi ile Karin’e, “İşte bu yüzden her şey iyi olacak, olmak zorunda... Biz konuştukça kaç insanın yüreğine dokunduğumuzu bilmiyoruz. Bak İzmirli Elif neler anlattı.” derdi.

Gazetedeki işleri benim yüzümden bitmemiş olurdu. Masasına geçer, yazılarına dalardı biraz daha moral bularak. Dışarıdaki beyaz bereli soğukta beklemekten yorulmuş, belki vazgeçerdi. Böyle düşünmeden edemiyorum. Her 19 Ocak’da AGOS’un önüne her gidişimde bu düşünce içime saplanıp kalıyor.

19 Ocak 2009’da hava bu yıla göre daha yumuşaktı. Bir büfenin önündeydim. Konuşmaları dinliyordum. Uzaktan Rakel Dink’in insanın eline batan iğne misali, ince ince işleyen, gücünü sevdadan alan, ‘bizi acılarla akraba ettiler’ diyen sesi geliyordu. Kafamı kaldırdığımda şaka gibi bir yol tabelası ile karşılaştım. Büyük harflerle Ergenekon Caddesi, altında daha küçük harflerle Cumhuriyet Mahallesi yazıyordu. Sözcüklerden yasaklar üretmenin gereği yok, anlamı da yok ama bu tabelaya 19 Ocak 2010’da bir kez daha baktım insanın sinirlerini tel tel titretiyor. Ergenekon denen yapı çözülse, belki cumhuriyet ve demokrasi büyük harflerle yazılabilir her yana... Tabelada Ergenekon öyle binmiş ki Cumhuriyet’in tepesine o kadar olur.

2011’in 19 Ocak akşamı İstanbul karla ağlıyordu. Bütün günde incecik bir tül gibi üzerine yağmıştı zaten kar... Taksim’den Galatasaray’a meşalelerle yürüyen grupta bir de baktım hepimiz, her dilde “Em Hemü Hrantın”, “Menk Polorıs Hrant enk”, “Hepimiz Hrantız” demeye çalışıyorduk. Yanlış telaffuz ediyorduk mutlaka ama yeni yeni öğreniyorduk birbirimizin dilini... Ağzımızı doldura doldura, yanlış da olsa haykırıyorduk. Bu bile bize senin armağanındı.

Acıyla akraba olduğumuz kardeşlerimize birtek bu ülkede sessizce yaşayanlar arasında azımsanmayacak namuslu insanlar olduğunu söyleyebilirim. Bu tedirgin güvercin uykularını silmeye yetmeyecek biliyorum ama gözün göze, kalbin kalbe, elin ele değmesi hiç değilse öfkeyi azaltır. Belki biraz da bizim utancımızı...

* Fadıl Öztürk’ün Gitmekle Kalmadın şiirinden bir dize.

elif.aydoğduoral@gmail.com

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0