Srebrenitsa’dan sonra şiir - Markar Esayan

11 Temmuz 2011 17:52  

 

Srebrenitsa’dan sonra şiir - Markar Esayan

"Nach auschwitz ein gedicht zu schreiben, ist barbarisch, und frisst auch die erkenntnis an, die ausspricht, warum es möglich ward, heute gedichte zu schreiben.”

Türkçe mealiyle şunu demiş kısaca Adorno: “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır.”

Viyanalı Yahudi asıllı büyük yazar Stefan Zweig, karısı Lotte Altman’la birlikte Rio de Jenerio’da intihar ettiğinde, sadece bir cümle bırakmıştı arkasında: “Dünyada ayaklarımı basacağım yer kalmadı...”

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra da böyle bir ümitsizliğe kapılmıştı yazar ve şairler. Vicdandan kopmuş akıl çöküyordu, kendi içine...

Benim özel şairim Georg Trakl şöyle demişti intihar etmeden az süre evvel: "Yaşamın orta yerinden kırılıvermesi ne adsız bir bahtsızlık!"

Ölümüne dair söylentiye göre savaş meydanında tıbbi yardım görevi yaparken ilaç stoku bitince kan gölünün içinde öyle çaresiz kalmıştı ki, sinir krizine girip uyuşturucuyla intihar etmişti.

Onları yargılayabilir miyiz? Zamanın ve insanlığın sona erdiğini düşündürten o kadar elem ve vahşetin tam ortasında çaresiz kalanları...

Ama...

Çıkmayan candan şiir kesilmez. Şiir nefestir çünkü. Şiir duadır, umuttur, isyandır, yaşamdır...

Auschwitz’den sonra bile Yahudiler için de, dünya için de hayat devam etti. Şiir de öyle...

Ama bir yerlerde yine bir eksik vardı ve bu şairlerin suçu değildi.

Soykırımlar devam etti.

Cezayir’de 2 milyon Müslüman öldürdü Fransızlar mesela, Sartre’a, Camus’ye, Beauvoir’a rağmen...

Dünyayı Nazilerden kurtaran ABD ve SSCB, soykırımlarına devam ettiler. Vietnam’da 5 milyon Vietnamlı ve Laoslu öldürüldü, özgürlük ve demokrasi adına... Stalin ise, kapalı bahçesinde Gulag’a ve Sibirya’ya kendi cehennemini kurmuştu. Yüz binlerce muhalif, entelektüel, Yahudi, dindar buralarda hiçleştirildi.

Hayatın Trakl’ın dediği gibi, ortasından kırıldığı anlar... Evet çokça “bahşeder” hayat bize onlardan, Kabil’in kardeşi Habil’i öldürdüğü günden beri...

Belki ilk şiir de, Kabil’in pişmanlığının dizelerinden çıkmıştır. Öyle ki, o şiiri beğenen Allah, onun alnına bir nişan koymuştur, Kabil Nişanı... O nişanı görenler, intikam için onunu canına dokunmasın, Kabil yaşasın diye, hayat sürsün, Kabil’in nesli nedamet getirsin, Habil’in nesli ile bir gün barışsın, kardeş olduklarını hatırlasınlar diye, şiir ölmesin diye...

Çünkü başlangıçta Söz vardı...

Yıllar evvel, Agos için bir orta sayfa hazırlıyordum. Ruanda’da 6 Nisan 1994 tarihinde başlayan Fransa destekli Hutu hükümetinin yaptığı Tutsi ve muhalif Hutu soykırımı hakkında. Epey dokuman okudum, görsel topladım. O sırada bazı videolar da bulmuştum, seyrettim.

Seyrettim ve tam ortamdan kırıldığımı hissettim.

Hutulu askerler, soykırımın ucuza gelmesi için hükümetin Çin’den ithal ettiği palalarla insanları öldürüyorlardı. Üç ayda bir milyon insan öldürmek, kadınların hepsine tecavüz etmek zor ve pahalı iştir, her bir soykırımcıya çok iş düşer. O sahnelerden birini gördüm. Asker birkaç Tutsi’yi parçaladıktan sonra yoruldu. Ama hala birisi vardı, öldürülecek. Kaçmaması için aşil tendonunu kesti asker. Oturdu sigarasını yaktı sonra...

Şiir orada başlamıştı belki...

Ve Srebrenitsa...

Bugün temmuz 1995’te 8 bin Boşnak erkeğin Sırp faşistleri Çetnikler tarafından, Hollanda Barış Gücü’nün “izniyle” uğratıldığı katliamın 16. yıldönümü. Bu anma gününde toprağa verilmek üzere Visok kentinden 613 kurbanın cesedi daha, adsızlıktan kurtarılarak evvelki gün Tırlarla Saraybosna’ya getirildi. Tırların geçtiği yollar gülsüyü ile yıkandı. Bugün Potoçari Mezarlığı’nda toprağa verilecekler, karıları, anaları, çocukları, bir nebze olsun teselli bulacak, belki...

Bosna-Hersek Üçlü Devlet Başkanlığı Konseyi’nin Boşnak üyesi Bekir İzzetbegoviç şöyle diyor: “Bütün yaralar iyileşecek, ama bu iyileşmez. Bu, uluslararası topluluğun vicdanındaki siyah bir lekedir. Bunu yapanların vicdanlarında ise kara deliktir...”

Ve bizim soykırımlarımız, aynı yıllarda, ama bize daha yakın olanlar...

Funda Danışman ve Rojin Canan Akın’ın çocukluğunu Güneydoğu Anadolu’da geçiren Kürtlerle yaptığı söyleşilerden derledikleri Bildiğin Gibi Değil kitabından: “Daha önce bizi doktora götürdükleri için bakire raporumuz var. Bakire olduğumuz için önden bir şey yapamıyorlar. Habire arkadan. Şişe vardı, bilmem ne vardı... Arkam parçalandı desem yeridir. Göğüs ucum koptu...”

Şiir bitemez, soykırımlar bitmeden...

markaresayan@hotmail.com

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0