Sarı küpeler

28 Ocak 2013 14:03 / 1804 kez okundu!

 


Sarı küpeleri masanın üzerine hışımla bıraktı Halim, ama yine de gözlerini bir süre daha onlardan alamadı. Köy kahvesindeki çardağın altında, kenarları yıpranmış, ortasında sigara yanıkları olan mor kadife örtülü masanın üzerinde boncuk boncuk bakıyorlardı kendisine. Alelade bir ipe dizilmiş, 55 sarı küpeydi belki masanın etrafındakiler için bunlar. Oysa Halim Çatıkkaş’ın ekmeğiydi, umutlarıydı, düşleriydi…

Küpeleri dalgınca eline aldığında tam karşısındaki kadın gazeteci biraz kaldırmasını istedi. Gözlerinin hizasına kadar kaldırdı Halim. Yeniden baktı küpelere, yüzü acıyla buruştu.

Henüz köye ineli bir iki dakika olmuş, mesleki içgüdüyle kalabalığın yoğunlaştığı masaya yönelmiş başka bir gazeteci, elindeki küpeleri kaldırmış, karşısında fotoğraf çekenlere gösteren 30-35 yaşlarındaki Halim Çatıkkaş’a yaklaştı. “Anlatır mısınız” dedi, “bunlar ne?”

Çatıkkaş, ardı ardına patlayan flaşlardan aldı gözünü ve soruyu soran kişiye döndü. Boynunda fotoğraf makinesi, elinde not defteri olan hafif göbekli gazeteci, merakının giderilmesini isteyen gözlerle bakıyordu kendisine. Yarım saat içinde belki 5’inci kez, ama yine de hiç yüksünmeden küpelerin öyküsünü anlattı Halim;

“Bunlar ölen keçilerimin küpeleri. Banka kredisiyle almıştım, Çanakkale’den. Daha borcu bitmemişti”.

“Neden öldü keçileriniz”, diye sordu gazeteci. Bir taraftan da yeleğinin cebinden çıkardığı ses kayıt cihazını çalıştırmaya uğraşıyordu.

“Madenden” dedi Halim, “Efemçukuru altın madeninden”.

“Benimde atım öldü” dedi, hemen çaprazında ayakta dikilen genç bir köylü.

“Bir dakika bir dakika”, dedi gazeteci. “Önce bu arkadaş anlatsın hele, keçilerin nasıl öldüğünü, sonra sen anlatırsın atını”.

Bu arada öyküyü daha önce dinleyip, bol bol fotoğraf çeken diğer gazeteciler, başka köylülerden görüş almak için masadan kalkmışlardı.

Masanın boşalmasından memnun, ama bir yandan da ‘acaba bir şeyleri mi kaçırıyorum’ endişesi ile etrafı kolaçan eden gazeteci, ‘atım öldü’ diyen köylüye de yanlarına oturmasını söyleyerek, tekrar Halim’e döndü.

“Evet, keçiler madenden öldü diyordunuz”

“Maden öldürdü keçilerimi. Zaten bu maden buraya geleli dirliğimiz düzenimiz kalmadı. Köyümüz birbirine düştü. Kimi madenci oldu kimi madene karşı. Ben çok zehirli, zararlı diye duydum madeni. Efemçukurlular eylem yaparken, gittim birinde. Orda İzmir’den gelen bir hoca anlatıyordu. Buraları kazdıklarında sizin sularınız da kirlenecek, ürünleriniz, hayvanlarınız hastalanacak’ diye. İşte, şimdi görüyorsun, keçilerimin başına geleni”.

“Nasıl öldüler keçileriniz” diye sabırsızca sordu gazeteci.

“Nasıl ölecek, madenin içinden geçen dere bizim tarlalarımızın yanından da akıp gider. Kokarpınar deresi deriz biz. Hayvanlarımızı yaylıma götürürken o dereden sularız hep. İşte o gün de keçilerimi suladım, otlağa götürdüm. Hayvanlar bir süre sonra düşmeye, sürünmeye başladılar. Ağızları da köpürüyordu. Ne yapacağımı bilemedim. 55’i de öldü, can çekişerek gözümün önünde”.

“Anladım, adınızı söyler misiniz?” dedi gazeteci.

“Halim. Halim Çatıkkaş”.

“Siz de adınızı söyler misiniz” diye atı ölen genç köylüye döndü gazeteci.

“Sizin atınız da mı aynı gün öldü?”

“Evet” dedi köylü. “Benim adım Mutlu Aksu. Doğma büyüme Kavacık köylüsüyüm. O gün bahçenin yanındaki Değirmendere’de suladım atımı. Hayvan bir süre sonra rahatsızlandı ve öldü. Hemen anladım madenden olduğunu. Çünkü 1.5 yıl bende çalıştım madende. Her yağmurda arıtma yetersiz kalıyor, kimyasallar derelere taşıyordu”.

“Eee, yetkililere haber vermediniz mi hayvanlarınızla ilgili?” diye sordu gazeteci, her iki köylünün de yüzlerine bakarak.

“Ben hemen telefonla madeni aradım” dedi Mutlu. “Bana ortalığı velveleye verme, zararın neyse karşılayacağız” dediler. Ben de bugün karşılarlar, yarın karşılarlar diye bekledim aylarca. En sonunda telefonla arayıp dava açacağım dediğimde beni “bir avukatına karşı beş avukat tutar, mahvederiz seni” diye tehdit ettiler”.

Halim, bakışları kendisine dönen gazeteciye “Aradığım yetkililer ‘Ölü keçiyi inceleyemeyiz dediler’. O gün deredeki balıkların da hepsi ölmüştü. Onlardan alıp götürdük, incelensin diye. İZSU’da gelip numune aldı. Raporu yeni geldi elimize. Dereye asit dökülmüş diyor raporda”

Raporun köy muhtarında olduğunu öğrenen gazeteci, teşekkür edip kapattı ses kayıt cihazını. İkisinin fotoğraflarını çekti. Halim’inkini ayrı çekti, küpelerle.

Gazeteci yanlarından uzaklaşırken Halim elindeki küpelere daldı tekrar. Her birinin üzerindeki sayılara okşar gibi dokundu. Gözleri dolu dolu oldu…


Özer AKDEMİR

28.01.2013


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.