Ağlasun'un Sagalassos'u

31 Ocak 2012 15:06 / 2252 kez okundu!

 


Yüksekçe bir yerde, o güzelim antik çeşmenin yanına geldiğimde, geriye doğru dönüp baktım. Hava oldukça soğuktu, Tepeler aşağıya doğru alçalarak ovaya inmekteydi. Buradan sislenmiş ova, çok farklı ve hoş görünüyordu. Hemen aşağıda, tam ortasından geçen yoldan geçerek bulunduğumuz yere geldiğimiz, Ağlasun evlerinin kiremitleri görülmekteydi.

Elimi mimarisine hayran olduğum çeşmenin önündeki sararmış uzun mermer su Kanalı’nın içine daldırdım. Binlerce yılın ağırlığını duydum elimde. Buz gibiydi su. Ağlasun’un Sagalassos’u, kendisiyle pek ilgilenmeyen Ağlasun’a dargın gibiydi. Sagalassos, Ağlasun’u pek ilgilendirmiyordu yalnızca sırtında taşıyordu sanki tüm tarihinden sorumluymuş gibi. Orada durduğu ve ayağa kalktığı dirildiği sürece de bu değişmeyecekti. Ağlasun kabul etmese de binlerce yıllık gerçek buydu.

Sağalassos, Ağlasun’un şimdi toprak altında yatan, dirilmeye, ayağa kalkmaya çalışan kendinden binlerce yıl daha yaşlı kardeşiydi.

Çok akıllıca, korumalı bir yamaca kurulmuş kente bulunduğum yerden ayrılmadan şöyle bir baktım. Tarih yerin altına çekilmişti sanki. Bazı noktalarda ortaya çıkarılan kent tiyatrosu, tapınaklar, kitaplık, su kanalları ve agorasıyla burada binlerce yıl önce bir yerleşim, bir şehir ve o şehre ait insanların olduğunu bize anlatıyordu.

Çimenler arasındaki sarı ve mor çiçeklere, papatyalara baktım. Her yerdeydiler. Yıllar öncesinden bu güne kadar hiç durmadan, yorulmadan açıyor ve yine açıyorlardı. Soğuk rüzgar onların arkadaşı gibiydi. Çok yakında havanın ısınacağını biliyor gibiydiler. Onlar şimdi açmış olsalar da, bin yıllar önceki görüntülerini ve özelliklerini hiç bozmadan tepeleri sarıya, beyaza ve mora boyamaya devam ediyorlardı. Onlar yıkıntıların, devrilmiş ve üst üste yığılmış kentin yapı taşlarının arasından fışkırarak, Sagalassos’un her baharının nöbetçileri, her kışının gözcüsü ve tüm tarihinin sözcüsüydüler.

Yorucuydu, bu çok eski antik kenti dolaşmak. İlerde kaya mezarları görülüyordu. Şehrin ana giriş kapısındaki süslemeler ise görülmeye değer şaheserlerdi. Gecesinde ve gündüzünde, şehrin giriş kapısının süslemelerinin altından henüz o mermerler yerinde ve kemerli kapı şeklindeyken, birçok ziyaretçisini altından geçirerek ağırlamıştı bu kent. Çoğu da barış için gelmemişti. Bu kenti zapt etmek istemişti birçok kavim. Ama yerleşim yeri nedeniyle işgali çok zordu. Bunu aklıyla başaran bir komutan vardı tabi ki.

Gece çökmüşken şehirde, gizlice elli bin askerini şimdilerde kendi adıyla anılan tepeye çıkartmış, Yüksekte ve meyilli arazisi yüzünden kimselere yar olmayan kültür şehri, Sagalassos’u bir gecede zapt etmişti. İşte oradaydı görüyordum Büyük İskender’i. Hatta binlerce ok havalanmışta üzerime yağıyordu. Ürperdim birden. Boşuna ona “Büyük” dememişlerdi.

Gözlerim her dakika geri dönüp İskender tepesine tekrar tekrar işgalin askerlerini görecekmişim gibi bakarken, agoranın ortasında yükselen kare kesitli anıtta sabitlendi.

Zaferin komutanına atfedilen kaidenin üzerinde yükselen duvarlarda zarafetle dans eden ve ellerinde ki tül şeritlerle birbirlerine bağlı olan genç kız figürleriyle anıtsal bir şaheser olarak yükseliyordu.

Bu kentin en önemli şeyi sanırım geçmişte “su” idi. Kentin her yanı muhteşem Roma mimarisiyle inşa edilen günümüzde de ayağa kaldırılıp eski şekli verilmeye çalışılan su kanallarının birbirine bağladığı çeşmeleriydi. Antik kentin en tepesindeki girişi tamamen kapanmış yıkık antik tiyatronun hemen yanında şehri seyrettiğim noktada hemen yanımda, suyun değerini bize kadar ulaştıran ve kolonları sanki dokunsak yıkılacakmış gibi üst üste konulmuş ayağa kaldırılmış güzelim süslemelerle bezenmiş mermer çeşmeye hayranlıkla bakıyorum. Arkasındaki gizli yerden su şimdi de geliyordu. Daha aşağıda agora bölümünde bundan daha büyük, tam anlamıyla muhteşem, günümüz anlayışına göre insanlara ve hayvanlara su ikram eden agoradaki çeşme, daha da görkemliydi. Binyılların ağırlığı üzerine çökmüş ve sanki yana doğru nazlanırcasına yatmıştı. Agoranın dört köşesinde Sagalassos’un simgesi günümüze sadece bir tanesi yarım olarak kalmış altı kaideli uzun sütun dikitleri ve bunların üzerindeki heykellerdi. Bunu, hemen yanda bulunan simgesel resimden anlıyordunuz. Gerçek zamanında bu sütunlar, Sagalassos agorasının övünülecek eserleriydi şüphesiz ki.

Aşağılarda ise, tüm Roma kentlerinde insanların günlük sohbet ve siyaset tartışmalarını yaptıkları ve temizlendikleri hamam bölümü yer alıyordu. Su, Sagalassos’un her şeyiydi. Tüm Roma şehirlerinde olduğu gibi, her yerindeydi, Ölmüş yüreği, belli ki zamanında suyla yıkanıp arınmıştı. Suyu bize anlatmak, Suyun ne olduğunu, söylemek istiyor gibiydi. Sagalassos, bize tertemiz olarak kalmıştı.

Su, Tunus Kartaca antik kentinde ne ise, Türkiye’deki Sagalassos’ta da oydu.

Kentin agorası oldukça büyüktü. Günlük yaşamın hareketliliği, ticaretin ileri seviyede olduğu, Kente dışarıdan birçok insanın gelip gittiği bu gün bile anlaşılmaktaydı. Günümüze kadar gelen söylentiye göre, savaşan orduların askerlerine tahıl satılan bir kentti burası.

Soylu bir ailenin adıyla anılan kare şeklinde inşa edilmiş kent kütüphanesinin ayakta kalan bölümlerini incelerken içeriye girdiğinizde, yerde tam ortada büyük bir mozaik olduğunu fark ediyorsunuz. Kent tiyatrosu ve kent kitaplığının, inanılmaz ve şaşırtıcı güzellikte olduğu gözden kaçmıyordu. Görmek için bakanlara, ince sesiyle, düşük frekanstan sesleniyordu
yıkılıp yerle bir olmuş tiyatro.

Günümüzde, çok ama çok daha ileri bir seviyede olması gereken kültürel varlıklarımızın yaşatılması için verilen yetersiz mücadeleyi düşündüm. Binlerce yıl önce bu kentin insanlarının kültür ve sanata verdikleri değerle kıyaslayınca, üzüntü duymamak ise, mümkün değildi.

Günümüzden binlerce yıl öncesinde sanata ve kültüre verilen değer, Pisidia’nın kültür kenti Sagalassos’un kent tiyatrosu gibi, yerle bir olmuş kültür ve sanat değerlerimiz arasındaki bu benzerlik, içimi sızlatıyor. Havadan üzerime İskender’in askerlerinin yağdırdığı binlerce ok gibi yüreğime saplanıyor. O galibiyetten başka bir şey tanımaz komutan bir savaş daha kazanıyor.


Özdener GÜLERYÜZ

31.01.2012


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.