Müslümanların 'Vicdani Red'de yaklaşımları

12 Mayıs 2012 17:24  

 

Müslümanların 'Vicdani Red'de yaklaşımları

Silâh altına alındıktan sonra vicdani retlerini ilân eden Enver Aydemir ve Muhammet Serdar Delice gibi Müslüman retçilerle daha görünür hâle gelen "İslâmi imâni ret" meselesi İslâmi cenahta her geçen gün daha da büyüyen bir tartışma konusu.

İsmail Güney Yılmaz

Vicdani ret meselesi ve bu hak için mücadele deyince akla siyasal gruplar olarak -bir kısmı son derece ilgisiz olsa da- sosyalistler, anarşistler ve bâzı liberal/liberal sol aydınlar gelir. Hatta vicdani ret, kimi sol ve anarşist grupların özel olarak önemseyip, yüklendiği çalışma alanlarındandır da. Ancak, biz bu yazıda vicdani ret hakkı ve bu hakka ilişkin fikirler etrafında politik Müslümanların âlemine bir göz atacağız.
"İmani ret"

Bu yazıyı hazırlarken, büyük ölçüde Özgür Açılım Platformu'nun "Mesel" adlı 2011 yıllığındaki "İbadetten İhanete Vicdani Ret" başlıklı dosya çalışmasından yararlandığımı en başta belirteyim. Dosyanın başlığı, Müslümanların meseleyi ele alışını özetler içerikte; gerçekten de siyasal İslâmcıların hacimlice bir kümesi vicdani reddi "ihanet" diye tekfir ederken, başka kimi İslâmi politik yuvarlar ise bunu Müslüman olmanın doğal amellerinden bir olarak değerlendirmektedirler. Söz konusu parçaların, bu mevzular ekseninde birbirlerine sert eleştiriler yönelttikleri görülüyor.
Silâh altına alındıktan sonra vicdani retlerini ilân eden Enver Aydemir ve Muhammet Serdar Delice gibi Müslüman retçilerle daha görünür hâle gelen "İslâmi imâni ret" meselesi İslâmi cenahta her geçen gün daha da büyüyen bir tartışma konusu hâline geliyor ve bu hakka ilişkin tefekkürât gruplar arasında turnusol kâğıdı işlevi görüyor. Bir taraf ibadet, bir taraf ihanet dedikçe, politik Müslümanların kendi aralarındaki zihinsel, fiilî ve motivasyonel farklar daha da belirginleşip, ortadaki makas açılıyor.

"Dünyada yaşanılan, yaşatılan zulümler; insanların durduklarını iddia ettikleri yere vicdani tutarlılıklarının turnusolüdür. Bu yüzden, zorunlu askerliği, militarizmi ve sistemin sivil insanlara dair dayatmacı tutumunu reddediyorum!" diyen kadın retçi Meryem Rabia Taşbilek'e karşılık, İslâmi entelijansiyanın ağa babalarından Ali Bulaç, "Batı'nın marjinal gruplarından iktibas edildiğini" öne sürdüğü vicdani redde "kültürel kodları Müslümanlık tarafından oluşmuş bir ülkede ana fikir 'savaş karşıtlığı değil, 'anti militarizm' olmalıdır. Savaş, arzu edilmez, âdil ve haklı olmadığı sürece meşru görülmez. Fakat ülkesi düşman işgaline uğramışsa her Müslüman, dini, yurdu ve namusu için savaşır, bu cihattır ve farzdır. Cihadı hayatından çıkarmış bir toplum, varlığını devam ettiremez .'Benim vicdanım savaşa izin vermiyor' diyen, eline silah alıp savaşa katılmayan, işgalciye dolaylı yoldan destek çıkıyor demektir" diyerek karşı çıkıyor.

Bir kere Ali Bulaç burada mantıki bir hata yapıyor ve işi çâresizlikle bâriz şekilde demagojiye vuruyor. Yani, bir Müslüman'ın, laik ve adaletsiz olarak kodladığı TSK'ye asker olmayı reddetmesinin, "cihat"la ya da "vatan savunması"yla uzak yakın ne gibi bir ilgisi var? Bulaç, yoksa seküler ve NATO üyesi Türk ordusuyla yedi düvele karşı bir İslâmî cihat mı kurguluyor kafasında? Bir insan, en azından Kürdistan'daki kirli savaşın bir parçası olmamak için dahi olsa askerliği reddedebilir, bu tavırla mücahitliğin ya da işgale, zulme karşı savaşın reddiyesi arasında ne gibi bir bağ kurulabilir?

Ama ezbere Türk-İslâmcılar için dayanaksız gerekçe ve dayanaklarla Müslüman vicdani retçileri "taklitçi" ve hâin" ilân etmenin herhangi bir çelişkisi yok. Bu konuda Ali Bulaç'tan daha sert tutum alan kişiler de söz konusu üstelik, vicdani retçilerin durumunu "köpekleşmek" (kelbiyyün) olarak gören MHP Ankara milletvekili Özcan Yeniçeri gibi mesela (5).

Tekrar vicdani ret hakkı taraftarı Müslümanların yaklaşımlarından örnek vermeyi sürdürelim ve yine Taşbilek'ten devam edelim; "orduyu peygamber ocağı diye niteleyip, onun uğruna mücadele verdiği hakikatlerle seküler devletin rantlarını bir tutup cem edenler, militarizm putuna cihat kılıfı geçirenler peygamberi; Battal Gazi gibi kale burçlarından yaylanarak uçan profilde algılama ve algılatma derdinden bıkmalıdır." Bu sözlerle Taşbilek, Muhammed'in de savaş karşıtı olduğunu ve vicdani reddin peygamberin yolundan gitmek olacağını savunuyor. Taşbilek'in bu tahlillerine tam olarak katılmasak da ya da üzerine "acaba?" notları iliştirsek de meselemiz Muhammed ya da İslâm tarihi olmadığı için mevzunun bu yanını deşmiyoruz.
Yazının bu bölümünde vicdani reddi, Müslüman olmanın bir sonucu olarak "imâni ret" olarak değerlendiren Müslüman vicdani ret aktivistlerinin çoğunun, devletin "askerlik hizmeti" diye sunduğu şeyi tümden reddeden total retçiler olduklarını da söyleyelim. Yani kışlada elde silâhlı askerlik yapmak yerine çoğu ülkede ikame edilen -ve genellikle normal askerlik süresinden uzun tutulan- "kamu hizmeti" formülüne de karşılar.

Sami Hocaoğlu'nun Müslüman vicdani retçilerin düşüncelerini özetleyen şu sözlerine kulak verelim; "... inanmış bir mümin için günümüzde savaş gerekçelerinin hemen tamamı 'haksız adam öldürmek'ten de çıkıp 'bağy' kapsamındaki 'kitlesel kıyıma' giriyor ve onu 'ebedi cehennemlikler' arasına katacak büyük günahlardan biri hâlini alıyor... Bir Müslüman 'büyük günahtan' (mubiqât) şiddetle kaçınmakla mükelleftir... İşte bu yüzden 'vicdani ret hakkı' bu ülkede en çok dinine bağlı samimi Müslümanları ilgilendirmektedir." (6).

Müslümanlarda vicdani ret meselesindeki tutumlar gelişirken, bir ses de geçtiğimiz yıl kendini "milliyetçi imani retçi" tanımlayan Muhammet Serdar Delice'den geldi. "Müslüman olmayan ordunun mensubu olmayacağını" söyleyen Delice, "ben bir Türk milliyetçisiyim. Belki komik gelebilir insanlara. Ama insanlar senelerce bu şekilde kandırıldılar. İşte, vatan, millet... Sağa sol çizikler atarak, şafak sayarak bu işi yapmayın buradan çıktığınızda kişiliğinizi, benliğinizi, onurunuzu, haysiyetinizi yitirmiş şekilde çıkacaksınız." demişti. Delice'nin vicdani ret açıklaması ise hayli "ilginç"ti (!), bu açıklamanın da bir kısmını yorumsuz olarak sunalım: " Bizler Çanakkale destanları ile büyüdük. Osmanlı'yı örnek, Kuran-ı Kerim'i rehber edindik üç kıtaya hükmettik. Ama ne silâhla ne de zorbalıkla. Maneviyatla, imanla, hoşgörümüzle sahip çıktık bütün uluslara. Fakat yozlaştık... Kürt kardeşlerimizi hedef aldık, beş aylık askerlik süresi, neyin ne olduğunu görmeme vesile olmuştur".

Nurculardan da ses var

Fetullah Gülen'in ekibinden, AKP, BBP, MHP'den daha "radikal" olan pek çok İslâmi gruptan Diyanet İşleri Başkanlığı'na kadar Müslümanların çoğu vicdani ret hususunda tekfir ve buğzda birleşseler de solla az çok "dirsek teması" olan İslâmi gruplar dışında kimi Nurcular da vicdani ret hakkına destek veriyorlar.

Örneğin Said-i Kürdî'nin "Benim param olsa, hüsn-ü rızamla, böyle kıymettar kardeşlerimin her birisini askerlikten kurtarmak için bedel-i nakdiye bin lira kadar da olsa verirdim" sözlerine dayanan Aksiyoner Hukukçular Derneği genel başkanı Emrullah Beytar, "... Kemalizm mayasıyla mayalanmış Türkiye devletinde ise Emeviler'den gelme düzenli ordu geleneğini genişleterek devam ettirildi. Erkek yurttaşlara zorunlu askerlik uygulaması ve askerliğe karşı çıkanları kanunlarla ve mahkemelerle sindirmeye çalışarak iktidarlarını sürdürmeyi başarmışlardır. vicdani ret hareketi bizim kendi tarihimizle yüzleşmeyi ve gerçek asr-ı saadet İslâmıyla tanışmaya vesile olabilir" diyerek vicdani ret hareketine destek verdiğini açıklıyor (11).

Ezberden ve önyargıdan sıyrılmak

Vicdani ret mevzuu adı üstünde vicdan sahibi herkesin üzerinde birleşip, düzene karşı gür olması gereken bir mesele. Müslümanların bir kısmının da vicdani ret hakkı ekseninde aktif mücadeleye girişmesi, bu yönde içeriye ve dışarıya yoğun propaganda sürecine girmesi son derece olumlu ve sevindirici.

Sol, Kürt sorunu, antiemperyalizm, emek hareketi, yoksulluk karşıtı mücadele gibi ana konularda olduğu gibi vicdani ret meselesinde de karşılıklı tartışarak ortak platformlarda onurlu ve samimi politik Müslümanlarla birleştirilmiş bir mücadele örebilir. Bunun için Müslümanların kendi geri ve çelişkili yanlarına vurarak ilerlemesi gerektiği gibi solun da kimi noktalarda açılımlar yapması gerekiyor. Solun, özelde İslâm'ı, genelde ise bir bütün olarak din ve inanç vakalarını ezberlerden ve önyargılardan sıyrılıp, derinliğine tahlil etmesi elzem gözüküyor.

Kezâ "din afyondur" deyip, oturmanın, "inşallah maşallah demekle sosyalizm gelmez" deyip meseleyi sulandırmanın ya da İran örneğini bir öcü olarak sunmanın kimseye herhangi bir yararı olmuyor. Muhalif sol ile aynı tabana hitap etmeye çalışan ve yakın fikirleri savunan Müslümanlara objektif bir gözle daha yakın plândan bakıp, onları ve hareketini daha sağlam argümanlarla incelemek gerekiyor. Bu ülkedeki sol unsurlar Müslümanlarla bâzı meselelerde ortak hareket etmeyecekse bile onları önyargılardan sıyrılarak değerlendirmeli.

Bianet

Son Güncelleme Tarihi: 12 Mayıs 2012 20:39

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0