Uzlaşma kültürü ve koalisyon

13 Haziran 2015 17:39 / 1484 kez okundu!

 

 

Şu an koalisyon konusunda uzlaşı gündemde.

A) Uzlaşmanın uzlaşamamaktan daha az pahalı olduğu anlaşıldığında insanlar uzlaşabiliyor. Ucuz veya bedava değil ama daha az pahalı! Uzlaşma konusunda da kararlılık ve saf tutmak gerekli. Bunu bize yakın tarihte tekrar “açılım veya çözüm” mimarları Erdoğan ve Öcalan gösterdiler. İkisine de düşman olan yeterince insan var. Ama ne demiş Alamanlar? Çok düşman, çok onur demişler! (Viel Feind, viel Ehre)

B) Uzlaşmak için dinlemeyi öğrenmek gerektirir. Uzlaşma için sabır, para, zaman ve uğraşmak gerek

C) İlahi adalet uzlaşmadır ve uzlaşmanın yolu uzlaşamamaktan geçer

D) Uzlaşmak her konuda ayni fikirde olmak değildir. Uzlaşmamak ve bir konuda aynı fikirde olunmadığında anlaşmak da beraber yaşamın bir parçasıdır, bazen aynı toplumda yaşayan farklı düşüncelerin yüz yıllarca beraber yaşamasına olanak tanır.

E) Arabulucu çeşitli açılardan olayı dile getirebilmek için faydalı, sadece bölgesel değil her konuda arabulucu gerekli. Kişiler arasında arabulucu aynı yaştan olursa ve aynı aynı lisanı konuşursa uzlaşma şansı artar. Günümüzde avukatlara arabuluculuk görevinin verilmesi saçma bir lobiciliğin dışavurumudur. Her aklıbaşında, her meslekten, her yaştan insan arabulucu olur ve olmalıdır da. İki haftalık bir kursta psikologlar ve konu ile ilgilenen insanlar “arabuluculuk” sertifikası sahibi olabilmeliler. Sonra yılda birkaç günlük eğitim şartı ile!

2009 yılında yazdığım bir yazıdan alıntı:

Uzaydan bir antropolog gelse ve türümüzü incelese bilhassa ülkemizde dört olaya epeyce hayret eder ve sayfalarca not tutardı.

Uzaylı gözüyle göze çarpan bazı olayları alt alta kısmen yorumsuz, bazen sorular sorarak not edelim:

1) Şehit ailelerinin barışa itirazı: Savaşa giderken davul zurna oğlunu gönderen aileler aniden barış (=uzlaşma) olacağı zaman sokaklara dökülüyorlar.

2) Birisine “Sayın” dendi veya denmedi bir mesele oluyor. Her insana saygı olunca bir katile (Mr. Mösyö veya Herr, anlamında Bay ve Bayan tek kelimede oturdu dilimizde. Bazı insana “bay” bazısına “sayın” diyerek iki sınıflı bir toplum mu (tekrar) yaratacağız?) Sayın diyerek de bireye olan saygı gösterilemez mi? Aynı zamanda gereken mesafe de korunamaz mı? Adam pedofil olur ama iyi bir yönetmen olabilir, katil olur ama iyi bir ressam. Asılmasına karar verilebilir ama “Sayın”demenin zararı ne?

3) Silahlı kuvvetlerinin içindeki bir yapı, el altında ticaniler tutup bunlarla insan öldürmeleri için planlar yapabiliyorsa ve muazzaflar memleketin seçimle gelen iktidarını alaşağı etmek için plan yaparsa ve bu kısmen doğal karşılanırsa, sağcısı solcusu bunun bir daha olmaması için el ele vermezse güdülmeye layık konumdan nasıl çıkılacak?

Sonra gene “Halk plajlara akın etti, vatandaş denize giremiyor” (F.K.Gökay) mantığı ile (aynı zihniyetin ürünü ve daha tanınmışı “Bu memlekete komünizm gelecekse biz getiririz”) emekli generaller bu ticanilere karşı mitingler düzenlenmesinde yardımcı olurlarsa ve bu şeriat tehlikesine karşı görev olarak algılanırsa.

4) Arapça veya Türkçe ezan sıkça gündeme gelir ise: Diyorlar ki: “Yüzde 90 veya 95’”i Müslüman denilen ülkemizde din devlet memurlarının tekelinde. En fazla % 60’ı ilgilendiren (ki bu rakam da ezber! Bir sürü caminin içinde kaç kişi ibadet ediyor bakıverin) ) camiler için herkes istese de istemese de para ödüyor ve Sünni bir İslam günde beş kez epeyce yüksek sesle hoparlörlerle namaza davet ederken ve örneğin bir grup dinsizin aynı ses boyutunda kendi inancını yüceltmesi düşünülemez bir saygısızlık, hatta provokasyon addedilmez mi? Nasıl derler; eceli gelen it vs? Baskı var mı yok mu elinizi kalbinize koyun düşünün!

  1. ve 4 maddeler hakkında ek bilgi: Bugün ne gerek? Daha adilane dağılım ve şeffaflık. Daha az kamu giderleri.

2008 bütçesi 218 milyar TL. Milli Savunma bütçesi 13,3 milyar, Diyanet bütçesi 2 milyar, 56 milyar TL. borç faizi. Maliye Bakanlığı bütçesi içinde yer alan 33.8 milyarlık personel giderlerinin yarısından fazlası Milli Savunmaya ve Diyanete ait.

Hele hele bir zamanlar Japonya ile aynı kişi başı gayrisafi milli gelir sahibi iken Japonya’nın savunma ve dini harcamalarının azlığı düşünülünce ve bizim sırtımızda 2 tabu ile nereye geldiğimiz düşünülünce durum biraz daha anlaşılır hale gelmiyor mu? En azından fikirlerimizi nisbeten serbestçe paylaşabildiğimiz bir ortamda yaşıyoruz ki, bu da umut için başlıca neden. Oluyor bir şeyler, ferah olun daha da olacak.

Gelelim tekrar bu güne: Ne denli kibirli ve aptal ama gene de sempatik bir tür olduğumuzu (Estağfurullah! siz hariç değerli okuyucum, siz sadece sempatiksiniz, ama izninizle bu satırların yazarı dahil!) “saray” konusunda görüyoruz.

Başbakanlık için Beştepe’de yapılan Külliye’ye Cumhurbaşkanı geçti. Anlaşılan gündemde olan bir şey de bu yapı.

Kaçakmış. İlla yıkacak mısınız bakalım ey kanunseviciler? Kanun ne? İnsanın bazı uzmanlardan faydalanma şekli ama ya o “uzmanlar” da taraf ve çoğunluğun çıkarına aykırı davranırlarsa? Sonunda öyle veya böyle birşey yapıldı. Bilimsel hukuk adına gelin son 3 sahibi nasıl sahip olmuşlar, gelirlerini nasıl kazanmışlar falan da inceleyin. Bina Başbakanlık için yapıldı ve Erdoğan Baykal konuşması da çözüme yönelik bir ilk adım idi. ODTÜ ye mi, Başbakanlığa mı gari kendi aranızda konuşup karar verin. Cumhurbaşkanının nerede oturacağı da, uzlaşın, bitsin.

Soru net sorulunca yanıt kolaylaşıyor. Yanıtı normallerde aramak faydalı. Ekstremlerde arayınca ayaklar yerden kesiliyor ve diyalog azalabiliyor.

Ne kadar tatlı şeylermiş yahu şu makam arabaları, halkın kesesinden korumalar vs. “zenginin parası”, züğürdün çenesi misali birşeyler yazdım uzlaşma hakkında izninizle.

 

Mahmut TOLON

11.06.2015

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.