Organik Tarım, Yerel tüket! Karbon vergisi gerek!

21 Ocak 2012 10:29 / 1478 kez okundu!

 


Fikren organik tarım, yani basitçe kimya veya hatta zehir kullanmadan yapılan tarım her çiftçinin hedeflemesi gereken bir yaklaşım. Ama uygulama öyle mi? Vesikalı bir çiftçi olarak bu organik tarım modasını biraz şaşkınlıkla takip ettim. Galiba farklı dünyalarda yaşıyoruz ki pek de kanım ısınamadı bu modaya. Tüketiciye faydası ne? Tereddütlerim var. Piyasada organik adı altında satılanı ödenebilecek bir masraf ile denetleyecek bir örgüt ise yok ve harhalde insanoğlu varoldukça da olamayacak.

Hedef para kazanmak mı tarımla? Tamam, yeni etiketler ve yeni ambalajlar ile yeni ürünler sunalım.

Hedef bireyin daha iyi bilinçli beslenmesi daha az zehirlenmesi mi? Tamam, bildiğimiz yerden bildiğimiz şekilde üretilen ürünü alalım. Ama küresel güvenli bir gıda sistemi? Yok ablalar, abiler o işe aklım ermiyor benim.

Hadef ayni zamanda doğa ile de uyumlu olmak ve karbon yükünü azaltmak da olmalı! Olmadığı zaman organik denen akıma kırmızı kart kalkıveriyor zihnimde. Daha fazla bürokrasi ise altta kalanın canı çıksın metodu ile üreticinin sırtından kazanç haline geliveriyor.

Akhisar Pınarcık köyünde Mehmet Bayındır’ın evinde kahvaltı ediyoruz: “Buyur hocam” diyor, sofrayı gösterip. Zeytin bizim, yağı bizim. Süt bizim, peynir bizim, yumurta buradan, ekmeği Yeliz yaptı, buğdayı ben ektim biçtim. Tereyağ bizim, bal bizim arılardan, bir tek çay Karadeniz’den!

Çok fazla kırtasiye bulaşınca benim köylü kafam almıyor bu işleri. Arjantin’den organik reçel alıp ta yiyecekmişim, aykırı geliyor bana. Doğa ile uğraşan insan ipleri elinde tutmak istiyor doğal olarak. Çok fazla etiket olunca da, aklının almadığı işler karışınca biraz uzak duruyoruz biz köylüler.

ABOV!

Audi dört çeker arabasıyla gelen iyi giyimli bir Alman firmasının temsilcisi anlatmıştı bir toplantıda: “Biz size organik tarım yapmayı göstereceğiz, temsilcimiz gelecek şu kadar Oyro alacak her gelişinde ve sonunda size bir sertifika vereceğiz” “Daha çok para kazanacaksınız”. “Abov!” demiştik hepimiz adamın arabasından etkilenerek.

Sertifikalı tarım yapanlarla konuşuyorum: “1000 kg mal alırken 1200 kg luk sertifika isteyiveriyor tüccar, aradaki 200 kg ne oluyor?“ diye söylüyorlar. Her tüketicinin elinin altında laboratuar yok ki hangi gıdada zehir kalıntıları var araştırsın. Bilhassa ABD de güney yarımküreden sertifikalı sebze meyve satılıyor. Ne oldu bu sebzenin karbon yüküne hepimiz dünya denilen gemideyiz. Velev ki gerçekten zehirsiz gıda anlamına gelsin ve güvenilir olsun alınan organik gıda. Çok egoist bir beslenme uzun vadeli yeni bir bakış açısı getirecek mi küresel karbon salınımına diye kendime soruyorum.

Bilinçli tüketici için herhalde en güzeli bilinçli üreticisini tanıdığı yerel mamule yönelmek. Veya yerel olarak üretildiğini bildiği güvendiği firmanın mamulüne yönelmek eğer hedef çevre ile uyumlu olarak iyi beslenmek ise.

KARBON YÜKÜ

Ben 500 km den fazla yol katetmiş gıdayı almıyorum kendi kendime öyle bir hedef koydum. Yolda tükettiği akaryakıt ile benim zihnimdeki dengeye uyumsuz oluyor o gıda. Dev çiftliklerde üretilen et ve tavuktan da mümkün mertebe uzak durmaya çalışıyorum çünkü o hayvanlara verilen yem kısmen dünya pazarından temin ediliyor ve karbon yükü çok fazla oluyor.

Üretici olarak yurtdışından, bilhassa uçakla gelen gıda maddesine karbon yükü vergisi konulmasına taraftarım. İneklere ve koyunlara, keçilere küpe taktılar, şimdi de sebzeye küpe takacaklarmış. Biraz “abov” diyerek biraz da şüphe ile izliyorum doğrusu. Ama itiraf edeyim, açıklamalar yapan yetkililerin görkemli makam arabalarından etkilenerek. Aklıma bazı yazarların kullandıkları kleptokrasi denilen tabir gelmiyor değil. Bürokrasi ve kleptomaniden (çalma hastalığı) türetilmiş bir kelime.


Mahmut TOLON

21.01.2012

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.