Jeanne Olmak mı Zor, Jeanne Kalmak mı?

01 Ekim 2009 16:13 / 3522 kez okundu!

 


JEANNE d’ ARC’ IN ÖTEKİ ÖLÜMÜ…
“Sürünerek Yaşamak mı, Yoksa Taviz Vermeden Ölmek mi Daha Onurludur” Çelişkisine Yanıt Arayıp da Bulamayan Oyun…


İZMİR DEVLET TİYATROSU…
Yazan:
Stefan Tsanev
Çeviren: Hüseyin Mevsim
Yöneten: Murat Karasu 
Oyuncular
Jeanne: Şebnem Doğruer
Tanrı: Sadık Yağcı
Cellat: Cemalettin Çekmece
Dekor Tasarım: Ethem Özbora
KostümTasarım: Yıldız İpeklioğlu
Işık Tasarım: Yakup Çartık 

İzmir Devlet Tiyatrosu’nun 2009-2010 sezonundaki oyunlarından biri, Bulgar yazar Stefan Tsanev’in Jeanne d’Arc’ın Öteki Ölümü adlı oyunu… 2009 Şubat ayında prömiyer yapan oyun Devlet Tiyatrolarında ilk kez sahneye çıkıyor olsa da, iki sezon önce Oyun Atölyesi tarafından oynanmıştı. Jeanne d’Arc’ın evrensel hikayesinden yola çıkan ve söyleyecek sözü olan bir metnin repertuara alınması gerçekten heyecan verici. Ancak oyun, yazar Stefan Tsanev’in metnine düştüğü nottaki isteği doğrultusunda, sahneye çıktığı ülkenin siyasi koşullarına göre sahnelenseydi, bu oyunun seçilme nedeni açıklık kazanmış olacaktı. Oyunun politik taşlama yönü, çağımıza uygun şekilde sivriltilmeliydi diye düşünüyorum, çünkü metin buna çok müsait. 

Jeanne d'Arc Kimdir?...
Jeanne d’Arc, Yüzyıl Savaşları boyunca İngiltere'ye karşı ülkesi Fransa'ya memleketi Lorraine'deki cephelerden başlayarak manevi anlamda büyük destek olan ve sonradan ünü Fransa'nın dört bir yanına yayılan bir halk kahramanıdır… On iki yaşındayken St. Catherine, St. Margearet ve St. Michael'in ruhları ile önsezi yoluyla iletişime geçmeye başladığı söylenir. Savaşlarda Fransız ordusuna katılmış ve İngilizlere karşı savaşarak esir düşmüştür. İngilizler Jeanne’ın erkek giysileri giyip savaşan ve gaipten sesler duyan bir kâfir olduğunu öne sürerler ve Engizisyon onu henüz on dokuz yaşındayken yakarak öldürtür. Ölümünden beş yüzyıl sonra da kilise tarafından azize ilan edilir. Evet belki çok uzun bir zamandır bu ve Jeanne’ı haksız yere suçlamanın bedeli ödenmeden, itibarını geri verme hevesine kapılmışlardır. Oysa bilmiyorlardır ki, Jeanne’ın itibarı zaten davasının arkasında kahramanca durarak kendini feda etmesidir, gerçekte itibarını kaybedenlerse onun yaşam hakkını elinden alanlardır… Tıpkı tüm haksız yere suçlanan kahramanlar gibi Jeanne’ın hikayesi de nesilden nesile aktarılarak bir efsaneye dönüşür, onu suçlu ilan edenlerse sadece vahşetin bir parçası olarak belleklerden silinip giderler veya nefretle anılırlar… 

Jeanne d’Arc ölümüyle onurunu korumuş, inkar yolunu seçmeyerek tıpkı Prometheus gibi, İsa gibi, insanlık için kendini feda ederek kendisinden sonra gelenlerin yolunu aydınlatmıştır. Tıpkı Nazım Hikmet’in dediği gibi; “Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” … 

Jeanne ölmeden önce ve öldükten sonraki tüm mahkeme kayıtları bugün Fransa Millî Kütüphanesi'nde saklanmaktadır. Yaşadığı tarihteki diğer kişiler ile kıyaslandığında, hakkında en çok şey bilinen kişilerden biridir, hatta bugün Fransa'nın en önemli azizelerinden ve kutsal ikonlarındandır. Hayatı edebiyatta ve sinemada yoğun şekilde konu edilmiştir. 

Stefan Tsanev ve Bulgar Tiyatrosu’na Bakış
1936 yılında Bulgaristan’ın Ruse vilayetine bağlı Çervena Voda Köyü’nde doğan Stefan Tsanev, Sofya Üniversitesi Gazetecilik Bölümü ile Moskova Sinema Enstitüsü Dramaturgi Bölümü’nü bitirmiş, aynı zamanda da hukuk öğrenimi görmüş olan donanımlı bir yazar. “Saatler” adlı ilk şiir kitabı 1960 yılında, “Gerçek Ivalyo” adlı ilk oyunu ise 1962 yılında yayımlanmış, bugüne dek on beş şiir kitabı ve yirmiden fazla oyun yazmıştır. Oyunları dünyanın birçok ülkesinde sahnelenmiş, şiirleri de neredeyse tüm Avrupa dillerine çevrilmiş, birçok kez Bulgar Yazarlar Birliği ve Bulgar Oyuncuları Birliği tarafından ödüllendirilmiştir. Oyunlarının konuları genellikle birey-devlet karşıtlığından doğan çatışma üzerine kuruludur. Yaptığı taşlamalarla, özgürlüğe karşı olan tüm toplumsal yapıları eleştirir. 

Savaş sonrasında egemen olan düşünce yapısıyla birlikte ortaya çıkan yeni kuşak Balkan yazarları, genellikle savaş karşıtlığının yanı sıra, savaşın yıkıcı etkilerini birebir yaşadıkları için, uğruna ölünen değerlerle dalga geçen bir yaklaşım sergiliyorlar. Balkan Tiyatrosu, demir perdenin ortadan kalkmasından sonraki kimlik arayışının ardından, sorgulama dönemine girdi. Böylece Balkan yazarları, geleneklerini terk etmeden Batı’ya entegre olma sürecinde çok zengin ve derinlikli eserler verdiler. 

Stefan Tsanev de, yeni kuşak Bulgar yazarlarından biri olarak, farklı anlatım dilleri geliştirmesi bakımından ön plana çıkıyor. Yazar, çağdaş tiyatronun çarpıcı ve seçkin örneklerinden olan kara komedi türündeki Jeanne d’Arc’ın Öteki Ölümü oyununda, Fransa halk kahramanı olan Jeanne’ı farklı bir bakış açısıyla ele alıyor. Gerçek Jeanne d’Arc karakteri yerine, bir hayat kadını olan Janet karakteri aracılığıyla Jeanne d'Arc'ın efsanesini ve Jeanne'ın son gecesini yeniden kurgulayarak, din, vatanseverlik, insanlık onuru, adalet gibi kavramları bugünün bakış açısıyla sorguluyor. 

Komedi ögeleriyle bezeli olan metin, bu egemen ideolojiler karşısında insanın zaferini onaylasa da, Devlet Tiyatrosu’nun yorumu akıllarda kavram karmaşasına neden oluyor. Özellikle de Jeanne / Janet karakterinin yönelişi ile Tanrı ve adalet kavramları bakımından oyun çelişkilerle dolu. Örneğin Jeanne d’Arc kimliği net olarak ortaya çıkmıyor, çünkü biz onun aslında Janet olduğunu çok erken hissediyoruz ve işte o noktadan sonra da Jeanne d’Arc efsanesini bilmeyenler için tam bir karmaşa başlıyor. Oyunun adı, Jeanne d’Arc’ın finalinin yeniden kurgulanacağının ipucunu verse de, oyunun başında seyirciye Jeanne illüzyonunu yaşatan bir karakterle tanışıyoruz ve devamında Şebnem Doğruer o mükemmel oyunculuğuyla Janet’i son derece başarılı yorumlasa da, mizansenlerdeki çelişkilerden ötürü, oyuncunun on dokuz yaşındaki efsane karaktere uygun bir kast olmadığını düşünmeye başlıyoruz. Oysa Şebnem Doğruer duygu, ses kontrolü ve performans yönünden çok iyi bir oyun çıkartıyor. Metnin yorumlanmasındaki hatalar nedeniyle, çabası boşa gidiyor demek istemiyorum, ama ne yazık ki oyuncunun başarısı gölgeleniyor. 

Stefan Tsanev’in Jeanne d’Arc efsanesinden yola çıkarak kaleme aldığı ”Jeanne d’Arc’ın Öteki Ölümü” oyunu, insanın, bireyin, din ve milliyetçilik gibi egemen ideolojiler tarafından nasıl baskı altına alınmaya çalıştığının işaretleri ile dolu. 

Jeanne Olmak mı Zor, Jeanne Kalmak mı?
Oyun, bu çağda artık uğrunda ölünecek bir değer kalmadığı düşüncesinin yaygın olduğunu, buna rağmen insanın ancak ölürse kahraman olabileceği ironisini ortaya koyuyor. Halk kahramanı Jeanne d’Arc, “insan, onurunu yitirdiği noktada niye yaşar ki” felsefesiyle canından olmuştur, Jeanne d’Arc’ın Öteki Ölümü oyunundaki karakterin farkı ise; değerler uğruna kendini feda etmenin gerekliliğini sorgulamasıdır. İnsanoğlu öyle utanç verici bir noktaya gelmiştir ki, Tanrı bile yarattığı insanoğlunun kendisini hayal kırıklığına uğrattığını düşünmektedir ve endişe içinde “insana benziyor muyum” diye Jeanne’a sorar, hatta insan kılığına bürünerek onlara benzediği için acı çeker. Burada biraz da “Tanrı içimizdedir, kendi yaptıklarımızdan, kendi vicdanımıza karşı sorumluyuz” mesajını veriyor yazar. 

Tanrı, “İnsan denen mahluk için kendini ateşe atmana değmez” diyor Jeanne’a, oysa inanışa göre; Tanrı Jeanne’ı, kendisini ateşe atarak halkını kurtarması için göndermiştir. Burada yine değerler uğruna kendini feda etme meselesine ironik bir bakış söz konusu… 

Oyundaki mistik bakış açısı nedeniyle Jeaane d’Arc tanrısal bir elçi gibi yansıtılmış. Üstelik bu mistisizm sadece Hıristiyanlık temeline oturtulmuş; kilise müzikleri, haçlar, hatta dekor bile… Oysa Jeanne’ın halk kahramanı oluşu ön plana çıkartılmalı ve davası uğruna kendisini feda eden karakterin evrensel boyutuna ağırlık verilmeliydi. Konu çok fazla Hıristiyan dünyasına aitmiş gibi yansıtıldığı için hem Jeanne d’Arc’ın evrensel boyutu, hem de oyunun politik taşlama yönü zayıflıyor (yazar politik güncellemeyi özellikle talep ettiği halde). 

Hapishanedeki Janet, seyyar bir taşra tiyatrosunun primadonnasıdır. Mahkemede Jeanne d’Arc’ı oynarsa onu zina suçundan kurtarmayı vaat etmişlerdir. Burada Jeanne’ın kendisine yüklenen suçları inkar etmeyerek onurunu koruması ile, Janet’in sürünerek yaşamakla onurlu bir ölüm arasındaki çelişkisi çakışıyor. Janet, ölüme yaklaştığında gerçek Jeanne olmadığını itiraf eder, ama ölü Jeanne daha değerlidir, çünkü ancak kendisini halkı için feda ederse onların gözünde kahraman olacaktır. Tanrı, “Eğer yanmazsan Jeanne d’Arc olamayacaksın, yaşamak için öl Jeanne d’Arc” diyerek onu ölüme gönderir, İsa’yı kurtarsaydım, İsa mesih olmayacaktı düşüncesiyle Janet / Jeanne’ın kaderine boyun eğmesine izin verir. Bu sayede iç içe geçmiş olan bu iki kadın karakter onurlu bir şekilde ölüp kahraman olacaklardır. Jeanne’ın Tanrı’yla hesaplaştığı bu sahnelerde bir yandan da tanrısal adalet sorgulanıyor. 

İnsan Onurunu Yitirdiği Noktada Niye Yaşar ki?
Cellat, Jeanne’ın bakire ölmesinin haksızlık olduğunu söyleyip tecavüze yeltendiğinde, Jeanne / Janet bacaklarını açıyor! Janet bir hayat kadınıdır, Jeanne ise bakire bir genç kızdır, dolayısıyla karakterin bu sahnede hangi kimliğe büründüğü konusunda soru işaretleri oluşuyor. Cellat onu Jeanne sanıyorsa, tecavüz girişimi sırasında Jeanne neden bacaklarını açıyor? Eğer cellat onun Janet olduğunu biliyorsa da, neden bakire ölmesinin haksızlık olduğunu söylüyor, ki onu hücrenin dışından sürekli dinlediği için işin aslını zaten biliyor olmalı. Üstelik bu rahatsız edici mizansenden ötürü çarpık bir bakış açısı ortaya çıkıyor; karakterin Jeanne mı, Janet mi karmaşası içinde olmadığını, celladın, karşısındakinin hayat kadını olduğunu bildiğini varsaysak bile, yine de etik olmayan bir yaklaşım söz konusu, çünkü hedefin bir hayat kadını olması, onun madur olduğu gerçeğini değiştirmez! Karşı cinsten gelen tercihi dışındaki bir yaklaşımla karşılaştığında bacaklarını açması, seyirciyi kadına karşı yanlış bir bakış açısına yönlendiriyor. Hayat kadınına tecavüz de suçtur ve bu noktada Tanrı, Cellat’ı cezalandırarak onun cinsiyetini alır. O ana kadar Tanrı’nın gerçek olduğuna inanmayan Janet, şahit olduğu mucize karşısında ikna olur. Metnin bu kısmında bir gönderme söz konusu; Tanrı Baş Melek Mikael’i cinsiyetsiz kılarak melek yapmıştır, Müslümanlık’ta meleklerin cinsiyeti yoktur, böylece oyunun Müslümanlık’la tek bağlantısı bu şekilde kurulmuş oluyor. Tanrı, affedicidir ve Gardiyan’ın cinsiyetini geri verir. Gardiyan’ın bakış açısıyla bu durum onurunu geri kazanmaktır! Oysa cinsiyetini kaybettiği noktada yerlerde sürünüp yalvararak onurunu çoktan kaybetmiştir! Cinsiyetini yitiren Gardiyan, o kadar zavallı bir kişilik sergiler ki; Jeanne, cezasını geri alması için Tanrı’yı ikna etmeye çalışır, burada “insan onurunu yitirdiği noktada niye yaşar” sorusu gündeme geliyor, tıpkı Jaenne ile Janet gelgitlerinde yapılan, “Jeanne olmak mı zor, Jeanne kalmak mı, yani onurlu olmak mı” sorgulaması gibi…

Oyunda Baş Melek Mikeal’in Tanrı’ya darbe yapması çok yerinde bir buluş olmasına rağmen, çeşitli politik göndermelerin güncel bir temele oturtulmadan havada kalması nedeniyle, maalesef hak ettiği işlevi kazanmıyor. Oyun metni evrensel nitelikli olduğu için bazı replikleri kendi zihnimizde güncelliyoruz, örneğin; Engizisyon Başkanı Kushon’dan söz ederken, “Kushon ve onun gibileri kendileri için çalıp çırparken halkı düşünmüyorlar” benzeri sözler zaten insanlık tarihinin ortak sorunları… Bu durumda oyunun çağdaş yoruma açık olan niteliği göz ardı edilmiş oluyor. 

Oyunun bu kısmına kadar Tanrı sadece yüce bir misyon üstlenmiş olan Jeanne’a görünür, halk tipi olan Cellat onu göremez. O halde neden Cellat sahneye girdiğinde Tanrı saklanıyor, bunu anlamak mümkün değil. Cellat zaten hücrenin dışından Janet’i dinliyor, yani bu “vatansever” cellat bir anlamda halkı temsil ederek kimin ipini çekeceğine karar veriyor. Eğer Cellat, Tanrı’yı görüyor olsaydı, dışarıdan dinlediği için sesini de duyardı, zaten istediği anda Tanrı Cellat’a görünüyor, bu durumda Tanrı’nın saklanması çocuk oyunu mantığında olmuş. Cellat’ın Tanrı’yı fark edip de onu bir insan sandığı sahnede ise, çok fazla yaygara yapılıyor. Ayrıca pek çok yerde oyuncular Tanrı’ya dokunuyorlar, kutsal bir varlık olduğunu bile bile insanın ona dokunması da inandırıcılığı zayıflatıyor. Jeanne’ın Tanrı’yla karşılaştığı sahnede ise, “Ben Tanrı’yım Jeanne’ım (canım) esprisi yüzünden o sahnenin hiçbir etkileyici yanı kalmıyor. 

“Utanç büyük bir güçtür, ne var ki artık halklar utanmıyorlar”…
Yıl 1431… 15. Yüzyıl… Ortaçağ… Oyun içinde oyun mantığıyla, Jeanne d’Arc’ın yakılışı öncesinde, Tanrı şimdiki zamandan geçmişe gider ve gördükleri karşısında dehşete kapılarak “Ortaçağ’dan nefret ediyorum” der… Engizisyon zindanında ne su vardır ne de ekmek… Jeanne, “Peki ne yersiniz” diye soran Tanrı’ya “sopa” diye cevap verir, böylece Jeanne’ın Tanrı’yla hesaplaşması sırasında tanrısal adalet sorgulanıyor ve Tanrı özelinde Engizisyon eleştirisi yapılıyor. “Engizisyon’un başındaki Kushon ve onun gibiler kendileri için çalıp çırparken halkı düşünmezler.” 

“Kardeşlerim hepimiz eşitiz” diye nutuk atan yöneticiler, derebeyi gibi yaşayıp sonra halka yaranmaya çalışırlar diyor Jeanne. Bu noktada unutulmaz bir politik taşlama şöleni yaşatabilecek olan bu oyun, maalesef tümüyle Hıristiyanlık üzerine kurulu bir şekilde yorumlandığı için, eldeki malzeme boşa gitmiş oluyor. Örneğin, Tanrı çok meşgul olduğunu belirtirken; Bush, Obama, Merker, Sarkozy, Putin çağırdı gidemedim dediğinde, T.C Başbakanı’nın da adı geçseydi, hem bu oyunun repertuara alınma nedeni ve metindeki politik güncelleme yerini bulurdu, hem de Jeanne d’Arc hikayesinin evrensel yönü sivriltilmiş olurdu. Yazar, Tanrı’yı şimdiki zamandan Ortaçağ’a göndererek günümüzdeki vurdumduymaz, apolitik yaklaşımı ve insanlığın yitirdiği değerleri simgeliyor diye düşünüyorum. Tanrı bir yandan kendi yarattığı insanoğlundan nefret ederek yabancılaşmıştır, bir yandan da istemeden de olsa onlara benzemiştir. Karakterin bu yönelişiyle, başkaldıranların bile ister istemez düzenin bir parçası olduğu vurgulanıyor. Öyle ki Tanrı, Jeanne’a, İngilizler’i Fransız topraklarından kovmasını emrettiğini bile reddediyor! Bu karakterle, kimliksizleşen, kişiliğini yitiren, inançlarının ve doğru bildiklerinin bile arkasında durmaktan korkup, kaçan zayıf insanların profili çiziliyor ve güzel bir insanlık eleştirisi yapılıyor. “Herkes yaşamı uğruna ideallerinden vazgeçerse ne olacak” sorusunun gündeme gelmesiyle birlikte Jeanne d’Arc’ın yaşamla ölüm arasındaki ikilemi giderek artıyor. Oyunda, “Ölmek ama sürünmemek mi, yoksa sürünmemek için ölmek mi ? İrade şunu der, sürün ama yaşa, insan bunun için insan” deniyor, üstelik Jeanne kılığındaki Janet, hayatta kalmak için her şeyi yapıyor, ama her şeye rağmen Janet / Jeanne finalde ölüme giderek onuru korumanın gerekliliğine vurgu yapıyor. 

Dramaturgik anlamda bir güncelleme yapılmamasına rağmen oyunun bir yerinde, “küçücük bir kız nasıl olup da Fransa’yı Türkler’den (yani İngilizler’den) kurtarır” şeklinde anlamsız bir gönderme yapılıyor. Burada güya dil sürçmesi sonucu Türkler denmesinin işlevini hala çözebilmiş değilim!

Final Üzerine…

Final, tıpkı oyun geneli gibi fazla mistik özellikler taşıyor. Bu mistisizmi kırmak ve oyuna insanlık tarihi ve insan olma hakkı yönünden bakabilmek adına farklı bir final önerebilirim; Jeanne ölüme giderken, Tanrı’nın “Tanrım!” diyerek kendine yabancılaşması yerine, Tanrı sessiz kalsaydı ve fonda Jeanne d’Arc’ın yanışını görseydik, oyunun mesajına ve yazılma amacına uygun, daha etkili bir final olabilirdi diye düşünüyorum. 

Sahne Tasarımı…
Oyunun plastik yönden estetik olan, Ethem Özbora imzalı dekorunun, işlevsel yönden başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim. Hıristiyan motiflerinin çok fazla ön planda olduğu, tamamen Ortaçağ’ı vurgulayan stilize bir dekor yerine, daha soyut bir mekanda, Jeanne’ın davasının evrenselliğine vurgu yapılmalıydı diye düşünüyorum. Aynı şekilde raylı zemin sistemini de hem Janet / Jeanne, hem de Tanrı kullanıyor. Hareketli zemin sadece Tanrı’ya ait olsaydı, onun sahnedeki varlığı daha kutsal bir noktaya taşınabilir, Jeanne’ın yakılacağı gün insanların arasına karışma amacının altı çizilirdi. Toprak tonlarındaki dekorun, bilgisayar oyunu gibi karmaşık bir görünümü var, oysa adaletin vahşet olduğunu düşünen Engizisyon’u simgelemek adına dekorda kırmızı kullanılarak daha çarpıcı bir etki yaratılabilirdi. Tanrı’nın sahneye gelişi konusunda da bir önerim olacak; Tanrı, insan kılığına girerek kullarının arasına karışıyor, ama aslında yarattığı varlık O’nu hayal kırıklığına uğratmıştır ve Tanrı hiçbir şekilde onlara benzemek istemez. Bu durumda kutsal olanla olmayan arasındaki farkı belirgin hale getirmek için Tanrı, Antik Yunan’da tanrısal adaleti yerine getiren “deus ex machine” tekniğiyle sahneye gelebilir, böylece “gerçek yargılayıcının da, gerçek kurtarıcının da vicdan” olduğu vurgulanmış olurdu. Ayrıca, çok eski bir teknik olan strop light’ların artık modern tiyatroda kullanılmadığını, bu ışık tekniğinin çok keskin çizgiler yaratarak şiirselliği yok ettiğini de tasarım sorunlarına eklemek isterim. 

Yıldız İpeklioğlu kostümleri oyunun ve dönemin ruhunu yansıtan, yalın kostümler… Fakat keşke Jeanne / Janet’in denediği zırh, oyuncunun beden ölçüsüne göre yapılsaydı. 

İzmir Devlet Tiyatrosu repertuar yenilerken, denenmemiş metinleri sahneleme niyetiyle hareket ederse ortaya çok başarılı yorumlar çıkacağından eminim. Jeanne d’Arc’ın Öteki Ölümü oyunu biraz daha titiz bir dramaturgi ve reji çalışmasını hak ediyor. Şebnem Doğruer, Sadık Yağcı ve Cemalettin Çekmece’nin müthiş performanslarıyla oyunu sırtladıklarını düşünüyorum. Oyun, 20, 21, 27, 28 Ekim 2009 tarihlerinde, Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi’nin Oda Tiyatrosu’nda izlenebilir… 

İyi seyirler.

Başak Sakızlıoğlu
Metin Yazarı - Dramaturg
01.10.2009

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.