İnsan türünün şiddet tapıncı - Yalçın Yusufoğlu

25 Mayıs 2008 16:01 / 2699 kez okundu!

 

Ulus devletlerden siyasi partilere, eğitim teşekküllerinden spor kulüplerine kadar birçok kurumun simgesi hayvandır aslında. Seçilen hayvanların çoğunun “yırtıcı hayvanlar” dediğimiz türden olması bu alışkanlığın ‘animist’ toplumla

Aslan, kaplan bunlardan ikisi, kartal, şahin üçü, dördü, ilh. Avrupa’dan Doğu Asya’ya kadar eski toplumlara bakın, o hayvanlar (Asya’da onların ataları sayılan ejderhalar) hanedanların ülkelerinde, feodallerin fieflerinde hükmedenlerin arması olmuşlar. Semboller, gelenek, burjuva çağında uluslara ve devletlere geçmiş.



MAĞARADAN UYGARLIĞA



İlkel insan, tanrıları totemleştirirken çoğunu hayvan simgesiyle betimlemiş. Doğadaki memelilerden, gökte uçan kuşa, yerde sürünen yılana kadar birçok hayvanla tanrıyı/tanrıları sembolleştirmiş.



Totemlerden de önce, yani henüz din duyguları bile doğmadan önce, mağara insanı av sonrası şölenlerinde aslan, kaplan, kurt, ayı postlarını giyerdi. Tiyatro sanatı da o “şenlik” ve törenlerinden doğmuştu. Böyle olduğu halde, günümüzde hiç bir tiyatro sanatçısı yırtıcı hayvanlığa özenmiyor, fakat koca koca ülkelerin iktidarları, parti başkanları, spor kulübü yöneticileri o kurumların mensuplarıyla birlikte ‘yırtıcı hayvan’ simgesini marifet sanıyorlar, aslan, kaplan gibi kükrüyorlar, kurt gibi uluyorlar. Çünkü öykündükleri hayvanlar başlangıçtan beri onların kafasında birer ‘kudret simgesi’. Devlet demek de zaten siyasi kudret demek. Siyasi kudret demek, şiddet demek. İktidar kelimesi, adı üstünde, kudret’ten geliyor. Sadece bizde değil, Batı dillerinde de öyle: Power, Pouvoir, MACHT gibi kelimeler hem siyasi iktidar, hem de günlük hayatta güç, kudret olarak kullanılıyor...



DEVLET-KUDRET-ŞİDDET



Tabii ki. zor’suz, baskısız, şiddetsiz kudret olmaz, en azından sahip olduğunuz güç bir tehdit ve yıldırma aracıdır. Ne denli muazzam ekonomik gücünüz olursa olsun, silaha (şiddet aletine) sahip değilseniz güçlü değilsinizdir. Bu kadar ordu, silah, asker, polis boşuna mı besleniyor? İçeride ‘ayak takımı’ gördüğünüz (işçi sınıfına, emekçilere) karşı baskı unsuru, dışarıda benzer silahlı güçleri kullanan devletlere karşı güvenlik aracı! ABD’den Zimbabwe’ye kadar dünyanın büyük, küçük hangi ordusunda Hava Kuvvetleri’nin ambleminin güvercin ya da serçe veya kanarya yahut da insanlığın en sevgili kuşu bülbül olduğunu gördünüz? Hepsi ya “kartal”dır, ya “şahin”, ya “atmaca”.



[Mesela Hitler’in Hava Kuvvetleri’nin en gözde birimi son model Masserschmidt filolarından oluşan Akbaba (Condor) Lejyonu’ydu, önce onu İspanya İç Savaşı’na gönderip Cumhuriyetçiler’e karşı savaşta eğitti, örneğin Picasso’nun betimlediği Guernica’nın yerle bir edilmesini tarihi zafer ilan etti, sonra da dünya harbinde Avrupa ve Sovyetler Birliği kentlerinin üzerine yolladı.]



Ne zaman ki, dünyada hava kuvvetlerinin amblemi serçe, kanarya, muhabbet kuşu, güvercin olur, o zaman insanlık barışa ulaşmıştır: Zira artık yeryüzünde ne savaş uçağı kalacaktır, ne hava kuvvetleri, ne de şu veya bu ordu.



KAVGANIN DEĞİL, BARIŞIN SEMBOLLERİ



Tekrar edelim, devlet=iktidar=kudret olunca onun simgesini de doğada güçlü ve mütehakkim (=hükmedici) hayvanlar oluşturuyor. Örneğin kendisine sembol olarak kelebeği seçmiş tek bir devlet biliyorum: Karayipler’de 1.3 milyon nüfuslu Trinidad ve Tobago devleti. BM’deki 192 devlet içinde sadece onun simgesi “mavi kelebek”. Veya sembolü “ceylan” olan iki devlet var: Güney Afrika ve Katar. Peki, ‘kınalı’ kuzuyu seçmiş devlet var mı? Ondan da bir tane var: Kıbrıs Cumhuriyeti. Diğer uluslar kendilerine kelebeği, uç uç böceğini, saka kuşunu, tosbağayı, civcivi, kirpiyi, salyangozu seçemezler miydi? Seçemezlerdi, çünkü bu saydıklarımız doğa dengelerinde biçare hayvanlardı, insanlık ise, kavga üzerine kurulmuştu, kavga edebilmek için güçlü olmak lazımdı ve biz ne yazık ki henüz “vahşetten” çıkmamıştık. Haksızlık etmeyeyim, bütün ulusların veya ulus devletlerin simgesi yırtıcı hayvan değil. Mesela Estonya’nın kırlangıç, Papua Yeni Gine’nin cennet kuşu, Hindistan’ın (sembollerinden biri) tavus, Japonya ve Guyana’nın sülün, Yeni Zelanda’nın kiwi kuşu, mercan adaları, resif ve atollerin ülkesi Maldivler’in sarı yüzgeçli orkinos, Malta’nın mavi ardıç kuşu, Belize’nin -barışçıl olduğu için türü tükenmekte olan “av” hayvanı- tapir, Hırvatistan’ın Dalmaçyalı, Finlandiya’nın -aslanın yanında- kuğu, Çin’in leylek ve panda, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin koyun, Bangladeş’in (Bengal kaplanının yanında) ulusal kuş ardıç, Eritre’nin deve, K. İrlanda’nın geyik, Avustralya’nın Kanguru, vb.



ŞİDDET



‘Yırtıcı hayvanlar’ dediğimiz canlılar, doğa dengelerindeki güçleri ve yerleri gereği öyledirler. Canlıların evrimi ‘dengeyi’ getirmiş. Buna rağmen izlediğimiz doğa belgesellerinde daima onlara karşı masum antilopların, kuşların, böceklerin yanındayızdır. Leopar bambiyi ensesinden yakaladığında yüreğimiz kopar, yılan kurbağayı kaptığında Anadolu diliyle “zehir-zıkkım ye” diye öfkemizi tutamayız. O hayvanların kudretini, şiddetini gördüğümüzde onlara kızıyoruz, ama aynı hayvanları “dilde” ve “sembollerde” yücelterek insan topluluklarına taşıyoruz. Niçin? Çünkü şiddet içimizde var, şiddet toplumumuzun bir parçası.



Gerçekte panterin yavru geyiğe yaptığı şiddettir de, kuşun tırtıla, böceğe yaptığı şiddet değil midir? Kurbağa sivrisineği yutar, kurbağayı yılan, yılanı da kartal. Birisi sürüngen, diğeri kanatlı, bu nasıl oluyor? Kartal o keskin gözleriyle yüzlerce metre yüksekten avını görüyor, pike yapıp, kapıyor yükseliyor, yere bırakıyor, yılanın omurları birbirinin içine girince, ölüyor, kartal tekrar inip yılanı alıyor ve uçup gidiyor. Bunların hepsi şiddettir. Şu farkla ki, doğada güç ve şiddet hâkimdir, ‘gücü gücü yetene’ kuralı (Darwinizm) geçerlidir, ama biz de insan toplumunda aynı şeyi yapıyorsak, kabahat hayvanlarda değil, bizdedir. Doğada olana Darwinizm diyorsak, toplumdaki de adı “sosyal Darwinizm”dir.



ASLAN-KAPLAN



Ulusların ve ulus devletlerin sembol olarak benimsedikleri kudret timsali hayvanlardan bazılarına göz atalım. Bunların en başında “aslan” geliyor: Hollanda, Belçika, İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya, Bulgaristan, Ermenistan (kartalla beraber), Çek Cumhuriyeti (çift kuyruklu aslan), İngiltere, İskoçya, Birleşik Krallık, İran, Makedonya, Karadağ (Montenegro), Sırbistan, Singapur, Sri Lanka, Etiyopya (Sina aslanı). Bangladeş (ardıç’ın yanı sıra Bengal aslanı), Arjantin (puma), F. Almanya (kara kartalın yanı sıra leopar), Eritre (sülün ve jaguar), Hindistan (tavusun yanı sıra Bengal kaplanı), K. Kore (Sibirya kaplanı), Malezya (Melazya kaplanı).



Yukarıda saydıklarımdan İran’ı hariç tutuyorum, çünkü –gene ‘animist toplum’dan kalmış olsa bile— aslan (ve elindeki Zülfikâr) Caferilerin benimsediği Halife Ali’nin simgesidir, İran bayrağındaki kılıçlı aslan illa ki bir yırtıcı hayvan seçmek için seçilmiş değildir. Çok uluslu bir ülke olan İran’da Acemler ve Azeriler inanç olarak Ali’ye bağlıdırlar.



İran devletinin aslanı benimsemiş olması bir inanç olgusudur, bu anlamda anlaşılır bir şeydir, fakat Galatasaray Spor Kulübü’nün aslanı benimsemesi inançtan ileri gelmediğine göre eskiden kalma bir geleneksellik olarak algılanmalıdır, çünkü çağdaş akla hiç de uygun değildir. GS bir spor kulübüdür, devlet gibi kudret ve şiddet simgesini hiç de benimsemeyebilirdi. Denilebilir ki, o simge çok eskiden seçilmiş. İyi ama şampiyon olduk diye Antalya’lardan hayvanı getirtip, koşu pistinde kafes içinde şampiyonluk turuna çıkarmanın çağdaşlıkla, uygarlıkla ilgisi ne? Tam tersine, iptidailiğin, ham ervahlığın, doymamışlığın ta kendisi.



Eskiden G.Saray’ın yöneticileri ve çeşitli branş sporcuları rafine insanlardı, en az tahsillisi Mekteb-i Sultani mezunuydu. Rüçhan Atlı’lar, Prof. Ali Uras’lar, Turgay Şeren’ler, Gündüz Kılıç’lar, Coşkun Özarı’lar, Yalçın Granit’ler, Değer Eraybay’lar, AlpYalman veya Faruk Süren’ler, Özhan Canaydın’lar o liseden ve kulüpten yetişmişlerdi. Onlara “monşerler” deyip hafife alanlar vardı, ama o yönetici tipi bugünkü görgüsüzlüğü yapmayacak bir olgunluktaydı. Bu yıla değin GS Türkiye Liginde 16 kez, ondan önce de Türkiye ligi yerine geçen İstanbul Liginde pek çok kez şampiyon olmuştu, ama hiç bir yönetici stada aslan getirmeyi aklına bile getirmemişti.



Şimdiki yöneticiler, (doğadan koparılıp hayvanat bahçelerinde insanlara zaten tutsak edilmiş) aslanı, üstelik de bakımsız bir aslanı stada getirerek ve şampiyonluktan şımarmış hazımsız futbolcuların pet şişeli tasallutları altında, kendinden geçmiş tribün kalabalığının şamatası içinde tur attırarak ilkelliğin, kaba-sabalığın, çağ dışılığın çirkin bir örneğini verdiler, uygarlığın bugün vardığı düzeyden ne denli nasipsiz olduklarını gösterdiler.



KARA KARTAL DA VAR



Kudret sembolü diğer hayvanlar gökte uçan yırtıcı kuşlardır. Bunların başında kartal geliyor, atmaca, şahin, akbaba da var. Amblemi kartal olan uluslara bakalım: Mısır (Selahaddin’in kartalı), F.Almanya (kara kartal, ironik şekilde resmi adı da var: Bundesadler=Federal Kartal; kuralcılık buna denir, federal devletin kartalı da elbette federal olacak), İspanya (kartal), İzlanda (atmaca), Meksika (sarı kartal), Panama ( harpy kartalı: Amerika kıtasında yaşan bir tür), İskoçya (sarı kartal), Romanya (sarı kartal), Polonya (beyaz kartal), Şili (akbaba), Kolombiya (akbaba), Ekvador (And akbabası), Sırbistan (çift başlı beyaz kartal), Filipinler (Filipin kartalı), Rusya (çift başlı kartal), ABD (kel kartal), Avusturya (kara kartal) vb. Aslanı seçmiş spor kulübümüz olduğu gibi kara kartalımız da var. Beşiktaş yöneticileri 100. yılda şampiyon olduklarında iyi ki, şimdiki G.Saraylı meslektaşları gibi değildiler: çiğlik yapıp, bir kara kartalı Dolmabahçe Stadına getirerek, ayağına uzun bir ip bağlayıp göğe salabilirlerdi, yapmadılar. İyi de ettiler... Bu toplumun ve “insan türü”nün mensubu olan bizleri utandırmadılar...



Yalçın Yusufoğlu (yyusufoglu@yahoo.com)

sesonline.net

25 Mayıs 2008


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.