Aydınlanmacı sol faşizm çıkmazında - Niyazi Öktem/Star

30 Temmuz 2008 07:04 / 1985 kez okundu!

 

Aydınlanma felsefesinin, kuşku yok ki eleştirilecek yanları vardır. Ancak Aydınlanma düşüncesi bilimin verilerine itibar etmesi, hoşgörüyü gündeme getirmesi, 'ötekini' anlamaya çaba göstermesi bağlamında dünya tarihinin çok önemli bir dönüşüm sürecidir. H

Gençlik dönemimizde ülkemiz aydınları sık sık Aydınlama düşüncesinden söz ederdi. Bugünün Ergenekon yandaşlarının, sanıklarının, sempatizanlarının ileri gelenleri­nin bir bölümü Aydınlanma sö­zünü dillerinden düşürmezdi. Aydınlanmanın Türkiye'ye gelmesinin gerekliliğinden söz açar ve böyle bir ortamın yaratılması için çoğulcu demokrasinin gerekliliğini savu­nurlardı. İfade özgürlüğünün mutlak haklar kategorisi içinde kabul edildiği, her türlü düşün­cenin savunulduğu siyasal ortamların zemininde ancak Ay­dınlanma sürecine girilebileceği­ni, bizlerle birlikte onlar da gün­deme getirirlerdi. Fikirlerin çatışmasından hakikatin ortaya çıkacağını onlar da bilmekteydi. Hepimiz demokrattık. Demokrattan öte çoğulcu demokrasiyi savunmaktaydık.



Takiyye mi yaptılar?



Bu mücadelenin ürünü olarak TCK 141., 142., 163. maddeleri yürürlükten kalktı. O maddeler ki Atatürk ve arkadaşlarının Türk halkıyla birlikte kurmuş olduğu cumhuriyeti ortadan kaldırmak isteyenleri mahkûm ediyordu. O günün Ergenekoncularını bilmem, biz Atatürkçüydük, rejimi yıkmak isteyenlerden yana değildik, ancak tıpkı Voltaire gibi, mahiyeti ne olursa olsun inanç ve düşünceyi ifade özgürlüğü için mücadele vermekteydik. Biz o zaman da demokrattık, bugün de…



Onlar, o zamanlar demokrat görünürken acaba takiyye mi yapıyorlardı?



Onlar ki, Mümtüz Soysal hoca, çoğulcu demokrasi lafının anlam ve mahiyeti ‘100 Soruda Anayası’nın Anlamı” kitabında enine boyuna anlatmıştı. Çoğulcu demokrasinin erdemini hocamızdan öğrenmiştik. Geçen yıl kendisiyle bir resepsiyonda karşılaştığımızda nelerin değiştiğini sormuştum. Bana yanıt vermeden çekip gitti.



Bir İlhan Selçuk ki, Aydınlanma felsefesine hemen hemen tüm yazılarında değinirdi. Aydınlanmacı olduğum için, lütfedip gazetesinin sütunlarını fakire de açmıştı. Türkiye'nin 'muz cumhuriyeti' olmaması gerekliğinden söz ederdi.



Ötekini sevmezler



Güney Amerika’daki, Afrika'daki askeri diktatörlüklere o dönemlerde 'muz cumhuriyeti' derdik. Daha Ergenekon iddianamesi tam olarak ortaya çıkmadı ama askerle sıkı fıkı olan ilhan Ağabey acaba muzcu mu oldu? Cumhuriyet gazetesi gardırop Atatürkçülerini eleştirirdi. Öyle ki, başörtüsü özgürlüğünü savunan bendenizin, bu bağlamdaki bir makalesini sevgili Cumhuriyet 1980'li yıllarda yayınladı. Cumhuriyet o dönemlerde genelde aydınlatmacıydı, özgürlükçüydü, demokrattı. En azından biz öyle görüyorduk. "Yoksa takiyye mi yapıyordu? Bilemem.



Aradan zaman geçti. Muhafazakâr, Müslüman kesim de aydın olmanın gerekliliğini vurgular oldu. Batı düşüncesini onlar da okumaya başladı. Belki de, gerçek bir Aydınlanma­nın Batı-İslam sentezi içerisinde gerçekleşebileceğini gördü. Hatta ve hatta Aydınlanmayı aştı modernite ötesine geçti.



Türkiye'de Aydınlanma bilincinde olanlar artık başkalarıydı. Halk Aydınlanmaya ulaştı. Aydın geçinen eski 'Kemalist takiyyeci, solcular, Maocular' faşizan kimliklerini ortaya koymaya başladılar. Gerçek yapıları belki de buydu.



Onlar insan haklarına ilişkin yasa ve düzenlemeleri veto etmeyi marifet haline getirdiler. Vetoya rağmen yasa çıkınca 'sosyal ve demokrat bir parti olarak', yasanın iptali için Anayasa Mahkemesine müracaat ettiler. Bu tür aydınlar (!) için gayrimüslimlerin gayrimenkulleri 'Agob'un, Yani'nın malı'dır. Ne gereği var Allah'ın 'gâvurunun' hakkını savunmaya? Gasp, masp bir kere olmuş yani. Ne yapalım?



Eski bir sendika lideri CHP'li ‘aydın’ (?) TBMM’de böyle buyurmuştu; hem de sosyal, hem de demokrat…! ? Oysa sosyal demokrat düşünce Aydınlanmanın uzantısıdır. Mülkiyet hakkı, insan hakları Aydınlanma felsefesinin ürünüdür. ' 1980'lerde, rahmetli Bülent Ecevit "Türkiye'de aydın yok" demişti. Vaveyla kopmuştu. Ne kadar haklıymış. Aydın olmak bil­imin verilerine, insan haklarına itibar etmek demektir. Aydın olmak 'ötekini' sevmek, kendini onun yerine koymaktır. Aydın olmak despotik, otoriter, militarist ve totaliter zihniyetten uzak­laşmaktır. Bizim aydın, bilim derken sadece doğa bilimlerinin veri­lerine itibar eder. Onu da anlar mı anlamaz mı bilmem? Sosyal bil­imlerden, felsefedeki, tarihten haberi yoktur. Ezbere dayalı tarih bil­gisiyle 'vatan, millet, Sakarya'da kalır. Biraz kafası çalışan, pozitivist bir yaklaşımla, sosyal yapıyı pozitif bilimlerin metodolojisiyle gözlemlemeye ve çözümlemeye çalışır. Doğa bilimlerinin teknolojisinin getirdiği yöntemle kesip biçerek toplumu düzelteceğini sanır. Cerrahımız, askerimiz, mühendisimiz, tarih, felsefe, psikoloji ve sosyoloji bilmeyen pozitivist hukukçumuz bu yaklaşım içerisindedir. Mesleki deformasyonun getirdiği dünya görüşüdür bu. Saygıyla karşılayabilirim ve onları kendi içlerinde tutarlı bulabilirim. Ama lütfen ve lütfen kendi metodolojilerini toplum sorunlarını çözme yöntemi olarak bizlere empoze etmesinler. Topluma ilişkin bilimlerin çok farklı özellikleri vardır. Ben nasıl tababete, mühendisliğe, askerliğe karışmıyorsam anlar da sosyal bilimler alanına tecavüz etmesinler.



Askere görev çağrısı



Sorun onlarda değil. Sorun onlara çanak tutanlarda. Kendini aydın kabul eden; üç beş roman okuyup; gazete makaleleriyle dünya görüşü oluşturan; dezenformasyonun akışına kendini kaptıran; sergi gezip konsere giden, üç beş ressam ve kompozitör ismi bilenler toplumu kaosa sürüklemektedirler. Bunlar aslında düpedüz faşisttirler. Entel-dantel geçinirler, dürüst, namuslu görünürler ama Nobel edebiyat ödülünü kazanan Orhan Pamuk'u kutlamazlar.



Bu insanlar bilimden, sanattan, edebiyattan yana olduklarını söyleyerek aydın kimliklerini vurgulamaya bayılırlar. Hiç bir şey bilmezler, sosyal analizler yapamazlar. Bir iki filozof ve sosyologun adını da bilirler. Ama sosyal analiz yapacak ruh ve güçleri yoktur. Korkular içerisinde otoriteye tabi olmayı yeğlerler. Otoriter bir siyasal rejimin gelmesi için mitingler yaparlar. Askeri göreve davet ederler.



Bunlar aydın falan değildir. Demokrat olmadıkları da kesindir. 'Ötekinin' demokratlığını, aydın olmasını küçümserler, anlayamazlar. 'Öteki' çağ atlamıştır, kabullenemezler, 'öteki 'İktisadi iktidarı ele geçirdiği gibi siyasal iktidarı da ele geçirir'. Yorumlayamazlar, 'ötekini' ezsin diye askeri göreve çağırırlar. Bizim aydın geçinenimiz Marksisttir ama ekonomik güç-iktidar analizi yapmaktan çok uzaklardadır.



Atatürk onlar gibi değildi



Aydın olmak bilimden yana olmaktır derken, sosyal bilimlere ağırlıklı olarak itibar etme metodolojisini vurgulamaya çalışıyoruz. Sosyal bilimlerin verilerine itibar ederek siyasal çözümler üretildiğinde aydın konumuna gelinebilir. Bilime itibar nesnelliği getirir. Nesnellik, doğrudan, hakikatten yana olmak demektir. Doğrudan yana olmak güç ve postala boyun eğmemek, ondan medet ummamak anlamına gelir. Aydının tek desteği doğrulardır, hakikattir. Ancak böylelikle sağlıklı çözümler üretilebilir. Bilimsel verilere sadık çözümlerle tutarlı bir tutum sergilenir. Bilime ihanet etmemek saygın kişilikleri, gerçek aydınları yaratır. Kimileri bu yaklaşımı çok iyi bilmektedir. Onların arasında ciddi sosy­ologlar da vardır.



Ama şan ve şöhret adına eyyamcı olmuşlar onur sorununu bir kenara bırakmışlardır. Bizim aydınımız, daha doğrusu aydın geçinenimiz nesnellikten, bilimden çok uzak olduğu kadar, tarihsel süreç İçerisinde tutarsız tutumlar sergilemiştir. Önce demokrat, aydınlanmacı geçinir; arkasından faşistleşir. Arada bir 'hayatta en hakiki mürşit ilimdir' demese gam yemem. Onu da diyecek tabii, kendisi Kemalist ya... Ama Mustafa Kemal onun gibi miydi, bir hayli kuşkuluyum.



28.07.2008


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.