ROMANLARDA HIDRELLEZ
19 Mayıs 2011 13:20 / 2879 kez okundu!
"Sadece Hıdrellezde yapabildiğimiz kahvaltı benim en çok sevdiğim zamanlardı. Çilekeş anam mutlaka rafadan yumurtayla sütlü kahvaltı yaptırırdı bize; hikmetini o zaman anlayamadığım ama şimdi anladığım her ananın evlatlarını iyi beslenme arzusunun tezahürüydü bu durum."
Her yıl mayıs ayının 5 ve 6. günleri Hıdrellez şenlikleri yapılır. Birçok insanın Roman Bayramı diye bildiği, gerçekten de Romanlara mahsus bir semt olan Tepecik'te doğup büyüdüğüm için burada yapılan şenliklerin dışında yapılan şenlik görmedim desem yeridir. Çocukluğumda mahallemizde Romanların dışında, Roman olmayan ama Romanların “gaco” tabir ettiği başka ırk ve etnik guruplardan insanlar da vardı ve hep birlikte kutlanırdı.
Mayıs ayının beşinde gündüz vakti hemen hemen her sokakta çığlıklarla oradan oraya kaçan, kaşınan insanları görürdünüz. Çünkü herkes birbirine ısırgan otlarıyla vururldu, bu adetin şifa olduğuna inanılırdı. Güneşin gurubuyla çiçek satıcıları ortaya çıkar, sokaklarda hemen herkes kırmızı, sarı beyaz güller, renk renk karanfiller yeşili bol çiçekler takarlardı saçlarına. Özellikle genç kızlar o geceye mahsus kıyafetler giyerdi. Yine hemen herkesin evinde akşam yemeğinde yaprak sarması olurdu. Birbirleriyle dost olan komşular gruplar halinde bir kaç gün önceden hazırladıkları odun, araba lastikleri, eski eşyaları sokağın ortasında yakarlardı.
Mahallenin müzisyenleri ateşin etrafında neşeli şarkılar ve oyun havalarıyla insanları coştururdu, ateşin üzerinden atlayanlar, çevresinde oynayanlar, bir yandan ateşe odun ve gaz dökerek takviye yapanlar. Ateş öyle yanardı ki, alevler, kimi ahşaptan gariban evlerin boyunu geçerdi. Bazen karşılıklı atladıkları için çarpışarak yanma tehlikesi atlatan çılgın insanlar olurdu. Ben korktuğumdan atlamak için köz olmasını beklerdim. Gecenin ilerleyen saatlerinde taş, tuğla ve kiremitten küçük küçük evler yapılırdı, Bir dahaki seneye kadar evleri olsun diye kağıtlardan bilezik, yüzük ve kolye yapardı kadınlar. Bana çok saçma gelirdi, gülerdim bu hallerine. Oysa fıtrat gereği her kadın gibi onların da kolye, yüzük, bilezikle süslenmek özentileriydi.
Herkes evine çekilince gecenin sessizliğinde kapının eşiğinde sallanmak lazımdı yalnız başına; çünkü Hızır geçecek, sallananı görünce ona görünüp istediğini verecektir. Ben ne kadar istediysem de ölmüş birinin görünmesinden korkacağım için hiçbir zaman buna cesaret edemedim. Gün doğmadan Kordon Boyu'na gidilirdi; o zamanlar Kordon'dan Karşıyaka’ya geçilen sandallar olurdu. Kâğıtlara yazılan dilekler denize atılır, inanca göre her yıl mayıs ayının 6. gününün sabahı Hızır ile İlyas'ın denizin ortasında buluşup gelenin dileğini kabul edeceğine inanılırdı. Bu fasıl da bitince kahvaltı için eve dönerdik.
Sadece Hıdrellezde yapabildiğimiz kahvaltı benim en çok sevdiğim zamanlardı. Çilekeş anam mutlaka rafadan yumurtayla sütlü kahvaltı yaptırırdı bize; hikmetini o zaman anlayamadığım ama şimdi anladığım her ananın evlatlarının iyi beslenme arzusunun tezahürüydü bu durum.
Daha sonra İzmir Fuarı'nda piknik, akşamüstü son eğlence “mantufar açma”, yaşlı kadınların gelinlik giyerek, evlenmemiş kızlara toprak testiye atılan şiirler-manilerle baht açma eğlencesidir. Testinin içine atılan şiirlerden bahtına ne çıkarsa diyerek bu Ayşe’ye, bu Fatma’ya diye çekilirdi.
Şimdilerde de Hıdrellez şenlikleri yapılıyor. Ancak eskisi gibi değil; eskiden mahalleye yabancı insanlar gelmezdi, şimdi akın akın geliyorlar, resim çekip eğleniyorlar ve ne kadar eğlenceli bu insanlar diyerek gidiyorlar. Adları çıkmış ya “kapı gıcırtısına oynar Romanlar” diye, hiç ağlamazlar sanıyorlar, oysa ne çileler, ne gözyaşları, ne duyulmayan, duyurulmayan ahlar, vahlar, çığlıklar saklanıyor bu gariban mahalleler içinde.
Artık Hıdrellezlerde eğlenmek yerine avaz avaz bağırmak istiyorum; eğlencelerine katıldığınız gibi hüzünlerine de katılın, gülmelerini gördüğünüz gibi ağlamalarını da görün, kahkahalarını duyduğunuz gibi feryatlarını da duyun ama lütfen bir an önce ben de görmek istiyorum demek için.
Not: Hayatım bu gün Anneler Günü fakat sana hiçbir şey alamadım der.
Eşi; evet, bir gül bile diye sitem eder. Ama o eşine sürpriz yapmak istemiştir, kutuyu ortaya bırakır, evin ortasına, kim koydu bu kutuyu der açar, tek taş yüzüğü görünce eşi çok sevinir, boynuna sarılır.
Ayakkabı boyacılığı ile hayatını idame ettirmeye çalışan, eşine, dişinden tırnağından biriktirdiği parayla tek taş yüzük alarak aşkını ilan eden Ulubatlı Roman Derneği Başkanı Salih Bey’e bir kadın olarak karısı adına teşekkür eder, bu ince davranışının tüm erkeklere örnek olmasını dilerim.
Serpil ÖZKASAP
18.05.2011