İlkeler, çıkarlar ve insanlar

29 Ağustos 2010 14:35 / 2257 kez okundu!

 


Hayatta iki tip insan var aslında... Birincisi ilke-merkezli yaşayanlar, öbürü çıkar-merkezli yaşayanlar. İlkeleri ve inançlarıyla hayata bakanların gönlü rahattır, tavrı nettir. Çıkarları uğruna yaşayanlar ise sürekli kaypak davranmak zorundadır.

Bir gün hükümetin bir bakanıyla iftar açıp “Allah kabul etsin sayın bakanım, bu arada ne emriniz olursa manşete koymaya hazırız” diyen öbür gün Ergenekon sanığı bir generalle orduevinde öğle rakısı içip “Bu günler geçecek paşam, bu Tayyip bitecek ve içeri girecek” diyen genel yayın yönetmeni/Ankara temsilcisi/medya yöneticisi modelinin makbul olduğu bir yerdi Türkiye... Artık bu değişiyor... Yeni Türkiye’de tasfiye olacak olan kaypak ve eyyamcı zihniyettir. Kemalistler, ulusalcılar, laikçiler yani tavrı ve duruşu net olanlar değil. Tam aksine tavrı net bu muhaliflerin medyadaki güçlerini artıracakları kanaatindeyim. Çünkü bu muhalefetin toplumda bir karşılığı, belli kesimlerde bir itibarı var, bir temsil kabiliyeti var ama yukarıda tarif ettiğim kaypaklığın bir itibarı yok.

Türkiye’nin alaturka eski düzeninde “güçler arası dengecilik” denen kaypaklık tavrı geçer akçe olabiliyordu. O dönemin köhnemiş medya düzeninde “Taraf olan bertaraf olur” mottosu geçerliydi. Düşük profilli olanları yukarıda ifade ettiğim şekilde herkese yalakalık yaparak, profili daha yüksek olanları ise bir yandan herkesi yedekte tutup, bir yandan herkese çakıyormuş gibi yapıp, başka yandan da herkese yakın durarak hayatını sürdürüyordu... Dediğim gibi bu onursuzluk dönemi artık bitti...

Bugünün mottosu “Bitaraf olan bertaraf olur” cümlesidir...


EVET diyen sanatçılar

Geçen hafta 12 Eylül halk oylamasına EVET diyeceğini düşündüğüm sanatçıları yazmıştım... O yazıda ismi geçenlerden arayanlar oldu. Yılmaz Erdoğan referandumda tavrını açıklamadığı için eleştiriliyordu. Bense Yılmaz’ın kesin EVET diyeceğini yazdım, yanılmamışım... Yılmaz Erdoğan bu konuda tavrını net olarak söylüyor, bu köşe aracılığıyla ben de herkese duyuruyorum...Yılmaz bana aynen şöyle söyledi yazım üzerine:

“Rasimcim görüşümü saklıyor değilim. Sadece şu sahte afişler mafişler derken canım sıkıldı. Sanki bir popüler kanaatler mizahı oluştu.Yoksa şu durumda yetersiz ama EVET benim de cevabımdır”

Bu arada Sinan Çetin’e göre EVET diyen birini yazmamışım. O isim İbrahim Tatlıses... Tatlıses’in de EVET demesinin kesin olduğunu söylüyor Sinan. İnşallah öyledir... “Bir daha Kürtçe şarkı okursan seni Taksim’de asarız” diyenlerin safında olacak hali yok herhalde İbo’nun... Korktuğu için kendisini alenen böyle tehdit eden Ergenekon alçaklarına karşı susmuş olabilir Tatlıses, bu insani bir durum, ama sandıkta çekinecek bir şey yok EVET oyunu basacaktır...

Bu arada Sırrı Süreyya Önder’in de EVET demesi kesin. Sırrı Süreyya gibi hem sapına kadar vicdanlı hem sapına kadar ortodoks komünist, hem de sapına kadar yerli ve hakiki bir adamın hemen her özgürlük meselesinde tavrı zaten belli... Eğer 80 öncesi komünistleri Sırrı’nın tavrında ve tarzında olsalardı hakikaten bu devlet için bir “komünizm tehdidi” var olurdu. Çünkü Sırrı tipi yerli, hakiki ve delikanlı komünizmin kitleselleşme tehlikesi var....


Fazıl Say ve Leos Janacek

Fazıl Say’ın benim kişisel tarihim açısından çok kıymetli bir yerde durduğunu daha evvel “Fazıl Say’la Kemalizmi sorgulamak” isimli makalemde yazmıştım... Daha 1995’te kimseler Fazıl’ı tanımazken bizim aile yemeklerinde ismi geçen, tanıdığımız biriydi Fazıl. Kıtalararası konser piyanistleri yarışmasında birinci olmuştu o sene ve bizim evde sanki ben birinci olmuşum gibi sevinilmişti. Klasik batı müziğinin daha geniş kitlelerce sevilmesi ve en üst seviyede icracıların yetişmesi için ömrünü vakfetmiş Önder Kütahyalı için Fazıl Say büyük bir umuttu. Fazıl da Önder amcamı çok çok severdi...

Fazıl’ın anlamsız hezeyanlar sebebiyle gündeme gelmesi beni mutsuz ediyor. “Arabesk yavşaklıktır” diye abuk subuk açıklamalar yapacağına kulak antenlerini Ahmet Kaya ya da Orhan Gencebay müziğinin toplumla nasıl hakiki ve kalıcı bir bağ kurabildiğine açsa, belki yine eleştirel ama çok yaratıcı şeyler söyleyebilir Fazıl...

Ya da günümüz siyasi meselelerine bakarken, çok sevdiği Leos Janacek’in Çek topraklarında Almanlığın ve Almancanın zorunlu hegemonyasına karşı Çek dilini, kimliğini ve kültürünü ihtirasla savunmak için bestelediği 1905 sonatını çalarken bir yandan da Kürtleri ve dindarları düşünse... Kürtlerin ve dindarların da tıpkı Janacek gibi kendi kimliklerine ve kültürlerine sahip çıkmaya çalıştıklarını, bunun Türkiye için tehdit değil zenginlik olduğunu kavrayabilse keşke Fazıl...

Kendi kendine kaldığında Janacek’in o büyülü 1905 sonatını bir kez daha çal Fazıl... O sonatın arkasındaki derin toplumsal hikâyeyi sen iyi biliyorsun, bilmelisin...


Rasim Ozan Kütahyalı

rasim.ozan@hotmail.com

18-08-2010 TARAF

Son Güncelleme Tarihi: 30 Ağustos 2010 22:39

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
31 Ağustos 2010 13:08

Baki MURAT

Yıllar önce Avustralya'da bir referandum yapıldı-ki bizim önümüzde duran şu referandum içeriğiyle kıyasladığınızda çok daha önemliydi konu; Avustralya Cumhuriyet mi olmalıydı yoksa monarşi ile devam mı etmeliydi...
Süreç içinde kimse kimseyi ne bir kaşık suda boğacak hallere düştü ne de kimse bizde ki kadar kutuplaşıp, bölündü...
Hiç kimse 'inadına şu...' 'binlerce kez bu...' diye nefreti, öfkeyi ateşleyecek sözcüklerle başlamadı sözüne, vereceği oyun rengini açıklarken... İşte orada ki o fark bizde gelmemesi için birilerinin aslanlar gibi yırtındığı demokrasinin farkı diye düşünüyorum.
Bu fark, bize toplum olarak öncülümüzün ne olması gerektiğini de kör kör parmağım gözüne misali gösteriyor. Bizim için acil olan ne kendini zaman içinde dondurmuş ve ceberrut bir statükoya dönüşmüş Cumhuriyeti bu haliyle sürdürmek, ne de daha demokrat bir duruşun insanlara yerleşmiş olmasının ardından gelecek olan sosyalizmi şimdiden istemek. Bizim için acil olan DEMOKRASİ...
Yani ne merdivenin ilk basamağına çakılıp kalarak yukarıya oradan bakmak ne de yürünmesi gereken bir yığın basamağı atlayıp en üstte olmaya çalışmak (alim Allah ayak kayıpta bir düşüldüğünde neler olduğunu bütün dünya alem gördü, gerisin geriye başladığın basamağa gitme şansı çok yüksek yani). Aslolan merdivenlerin basamağını teker teker ve sindire sindire çıkmak olmalıdır, sağlıklı olan budur.
80 Yıl önce yapmamız gerekeni, yani cumhuriyeti demokrasiyle içselleştirmek, demokrasi öğrenmek, demokratlığı içimize sindirmek gerek artık... O kültürü tanımak, bilmek, hayatımızdaki her şeyi onun ilkeleriyle buluşturmak ve onu hamasi laflardan çıkarıp bizzat yaşar hala getirebilmek zorundayız en başta. Demokratik her ilkeyi yaşamımızda normalleştirmeliyiz en önce...
Bunu Hayır cephesinden inanılmaz sertlikte, tahammülsüz, hoşgörüsüz, çirkin, ve kolayca hakaret edebilmeye dönüşen anti-demoktatlık tavırları gördüğümde bir kez daha iyi anlıyorum. Bize gerekli olan ne devrim, ne ihtilal, ne şu, ne bu, eğri oturup doğru konuşalım... Bize demokrasi gerekiyor, DE-MOK-RA-Sİ...
Bir basit referandumda, karşısındakinin EVET demesine bile dayanamayan, kullandığı en basit hakkın kullanılmasına dahi seviyesiz, hoşgörüsüz, temelsiz boş sözlerle ve hakaretlere saldıranlar her nasılsa hala yıllardır savurdukları sloganlarında- onları da katı ve sevimsiz putlara çevirdiler ya- devrim, sosyalizmi laflarını düşürmüyorlar dillerinden.
Lakin, şu 'evet-hayır' seçiminde bile karşısındakine davranışındaki anti-demokratlığa şahit olduğumuz yaman devrimcilerin (!) getireceği devrimden Allah'ın herkesi korumasını diliyorum, bir kez daha (Bu halk, hepimizden daha iyi bildiği için solu her seçimde binde bir oya talim ettiriyor aslında. Acı ama gerçek bu. E o zaman haksız mı halk? sen halkın ihtiyacını ve dinamiklerini ısrarla tersinden okursan halk sana ne diye ilgi göstersin ki)...
Kendilerinkinden ayrı bir fikir beyan edilmesine dahi bu kadar tepki verenler hiç sormuyorlar mı kendilerine biz nasıl solcu, demokrat, ilerici olabliyoruz diye, merak ediyorum... Demokrasinin D'sini bilmeyene nerde görülmüş solcu denildiği?
'Aslolan insan olmak...' boşuna denilmemiş. Yoksa herkes kendisine istediği kadar sol, sosyalist, ilerici, çağdaş, modern, demokrat yaftası yapıştırırsa yapıştırsın... İnsanı insan eden erdemlerden bihaberse kişi, istediği kadar ne olduğunu söylesin, olabileceği tek şey vardır o da fırsatını bulduğu ilk anda muhaliflerinin haklarını elinden alacak ve onları yokedecek bir faşist... Fazıl Say'ın gösterdiği tepkilerde buna benziyor...
Kendisine ve savunduğu tedavülden kalkmış elitist, ben bilirimci bakışa halktan gelen en küçük sorgulayıcı tavır hep görünmeye çalıştıkları o çağdaş, ilerici, demokrat kimliklerinin sadece bir ayna olduğunu gösterdi bir kez daha... Bildiğinin yanlış olduğunu öğrendiği anda öfkelenmesi, ağır ve yakışıksız hakaretler etmesi ondan. Bir evet-hayır' seçiminin arifesinde anında toz buz olan aynaların ardındaki asıl kimlikler çıkıyor ortaya tek tek.


Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.