Körleştirici Ulusalcılık Paranoyası

13 Temmuz 2007 04:45 / 2157 kez okundu!

 


Tutarlı bir görüş yoksunluğu içinde olan bu hastalığın mağdurları, yanlış laiklik anlayışları ve kendi görüşlerine güvensizlikleri nedeniyle, örneğin Ak Parti’nin bu doğrultudaki kimi çelişkili, kimi beceriksiz politikalarını abartarak, ülkenin şeriatın kucağına götürüldüğüne inanır, başkalarını da inandırmaya çalışırlar.

KÖRLEŞTİRİCİ ULUSALCILIK PARANOYASI

Körleştirici Ulusalcılık Paranoyası, insanoğlu tarafından üretilmiş, sanal bir hastalık olarak; tutarlı bir gelecek sunumuna sahip olmayan, ortalama insanın korkularına göre biçimlenen, ana ekmeği milliyetçilik olan ve komploculuk teorilerine sırtını dayayan, günümüz Türkiye'sindeki tepkisel hareketlerin ortak şemsiyesi diye tanımlanabilir.

Bu hastalığın taşıyıcısı olan (`k`örleştirici `u`lusalcılık `p`aranoyası) yani kup virüsünü kapanlar ilkesiz birliklerde yanyana gelirken, "cambaza bak!" numarasıyla, onların ceplerini, yüreklerini ve kafalarını boşaltıveren çok sayıda iktidarsız muhteris, kötü televizyoncu, geleceğin kalpazan politikacısı, parlayan "star" olarak AB yıldızlarının ve Türkiye Cumhuriyeti bayrağındaki yıldızın yerini oyarlar.

Hastaları, "Hepimiz Ermeniyiz!" sözünden çok ürkerler; oysa bu sloganın, iğrenç cinayetin ardından dış dünyada ülkemiz ve insanımız aleyhine oluşan korkunç nefret ortamının önüne bir duvar gibi dikildiğini görmezden gelirler. Bu sloganın, Türkiye cumhuriyeti yurttaşlarının onurlu, mert, sevgi ve acıma hissi dolu, hoşgörülü, empatiden (hani başkasına iğne batırmadan önce kendine çuvaldız batırmaktan) haberli, dürüst insanlar olduğunu haykıran, sürü kültürüne alıştırılmış insanımın tartışmalarla, didişmelerle, şok tedavisiyle de olsa, uyanmasını sağlayan bir söz olduğunu bilirler. Bunun böyle olduğunu görmemek, göstermemek için bünyeye dalan `kup virüsü` sonucunda oluşan insanî, toplumsal, politik hastalık ise körleştirici ulusalcılık paranoyası olarak adlandırılır.

Bu virüsün hastaları, Orhan Pamuk'un Nobel’i kazanmasından nefret etmiş, henüz yarım etkisine girmişler ise en azından hoşnut olmamışlardır. Kendimizi şöyle bir yoklarsak, virüsün bizdeki etki derecesini de algılayabiliriz çünkü Orhan Pamuk, ister romanlarında ister demeçlerinde kendisini, ortalama insanın sevdiği şeyleri söylemek zorunda hissetmeyen, gerçek bir yazardır.

Hastaları, Elif Şafak'ı sevmezler çünkü onlar romancıları, onların istediğini yazacak satılık bir kalem olarak algılamaya eğilimlidirler; onlara göre, kalem onların değilse, hele satılık değilse mutlaka batılıktır, tersi bir olasılık asla yoktur. Onlar kördür… Ama gözleri, bir roman kahramanının bile onların paranoyasından farklı düşünmesinin, yazarının linç edilmesi için geçerli bir neden olabileceği durumlara açıktır ve onlar böylesi toplumsal bir hastalığın mağdurlarıdır.

Bu hastalığın mağdurları, internette onun hakkında dolaşan, yarısı doğru yarısı yanlış geyikleri bilgi sanıp, buna dayanarak Soros'u sevmezler çünkü kendilerine, fikirlerine güvenmezler. Açık Toplum Enstitüsü adlı vakıftan destek alan tüm kuruluşların Soros'un fikirlerini savunmaya başlayacağını iddia ederler çünkü geçmişte birisinden para alınca onun bunun düdüğünü çok öttürmüş olmaktan, herkesi kendileri gibi bilirler.

Tutarlı bir görüş yoksunluğu içinde olan bu hastalığın mağdurları, yanlış laiklik anlayışları ve kendi görüşlerine güvensizlikleri nedeniyle, örneğin Ak Parti’nin bu doğrultudaki kimi çelişkili, kimi beceriksiz politikalarını abartarak, ülkenin şeriatın kucağına götürüldüğüne inanır, başkalarını da inandırmaya çalışırlar. 1994 yerel seçiminden sonra da bu paranoya ile alışveriş edilmeyecek yerler listeleri oluşturmuş ve bu listelere Kanaat Lokantası’nı bile dahil etme pervasızlığına imza atmışlardı. Oysa buranın sahiplerinden biri o sırada ABD'de tarih eğitimi görürken, Türkiye'deki günlerinde de Bulutsuzluk Özlemi (*) adlı müzik grubunda vurmalı çalgılar tıngırdatıyordu.

Bu hastalığın mağdurları bilmezler ki Erbakan çizgisi (MNP, MSP, Refah Partisi, Fazilet Partisi, Saadet Partisi ve çizgiden kopan Ak Parti) aslında ülkemiz için bir şans olmuş ve kimi konularda cumhuriyetin ana akımlarını savunan politikalarla uyumsuz düşünen milyonlarca dürüst, muhafazakar, sahici insanla yasal arenada politika yaparak, hem onların hem de karşısında olan kişilerin bir anlamda gelişmesini, eğitimini, sistem dışına çıkmadan modernite sürecine uyumunu sağlamıştır -ki tersini düşünmek bile ürkütür insanı, şu an Bin Laden’leri cebinden çıkaran bir Türkiye olabilirdik. Bu akım ülkemizin sahici bir tabana dayanan, sahici politika yapılan ana politik damarlarından birini oluşturmuştur. Bu noktada Ak Parti'ye olan eleştirilerimi ayrı tutuyorum. Kup virüsünü kapanlar, anlaşılabilir bu muhafazakar, hatta belki, zaman zaman, gelecekte, bir bölümüyle muhafazakar demokrat olabilecek bu çizgiden daha sapkın bir muhafazakar hareket oluşturduklarının ayırdında değillerdir.

Bu hastalığın mağdurları dağ Türkü, koyu cahiller, kırolar ya da terorist olarak görmek, göstermek istedikleri Kürtler’den pek hoşlanmazlar. Kürtçe'nin bir dil olmadığına inanır (“Türkçe, Farsça ve Arapça’nın karışımıdır canım”), insanları da bu zavallı teze inandırmak için çırpınarak, kendilerini de, ülkelerini de tüm dünyaya rezil ettiklerini asla düşünmezler. Oysa Kürtçe, Türkçe’nin bulunduğu Ural - Altay dil grubu’nun dışında; Hintçe, Arapça, Farsça ve Avrupa dilleriyle aynı grupta (Hint - Avrupa), kendine özgü, milyonlarca insanın konuştuğu, izin verilse, destek olunsa daha da gelişecek, ülkemizin de zenginliği olan bir dildir.

Onlar yanlış olarak Kürtçe’den o kadar ürkerler ki attıkları her adım, korktuklarını başına getirecek biçimde anti-demokratik, saygısız ve barbarca olur. Onlar, Türkçe’nin, yücelmek için başka dilleri aşağılamasına ihtiyacı olmayacak kadar önemli bir dil olduğunu anlayamazlar. İyi ki bu ülkede barışçı, demokrat, hoşgörülü, çok kültürlülüğe inanan insanlar var da ülkemizdeki kardeşlik her şeye rağmen -milliyetçiliklere, ırkçılıklara, fetişçiliklere, şiddetseverlik ve ölüseverliklere, bölücülüklere rağmen- bozulmadı, umarım bozulmayacak.

Kup virüsü hastaları, Türkiye’nin limanlarının Kıbrıs Rum gemilerine açılmasından da korkarlar, bunu hainlik sayarlar; oysa limanlar 1984 yılına kadar, bütün bir uzuuun Denktaş dönemi boyunca açıktı.

Hastaları, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasından korkarlar; oysa Ruhban okulu 1972 ye dek açıktı. Şimdi hainlik edebiyatı yapanların önde gelenlerinin muhtemelen yakınları, o sırada 1955’deki 6/7 Eylül yağmasıyla ülkeden kovulan, mallarına el koyulan İstanbullu, Adalı Rumların üstünden rant elde etme peşindeydi. Hastalığa yeni bulaşmışlar da eğer kurtulmayı başaramazlar ise, kendi çocuklarına ne yazık ki kup virüsü taşıyacaklar.

Bu hastalığa kapılanlar, onun uydurulmuş bir hastalık olduğunu düşündükleri için, gözleri gördüğü halde görmek istemez (akıl hazır değilse göz görmez!). Virüsün mağdurları kalabalıktaki yalnızlığı yaşamak isterken, yalnızlıktaki kabalığa düşer, diyalektik düşünmeyi beceremediği için gördüğü ilk kişi olan, kendisini belki de tedavi edebilecek doktorun elini ısırırlar -bereket doktor aşılı!

Hastaları tarihten yararlanmazlar çünkü tüm tarih bilgileri ortaokul, lise tarih kitaplarındaki şizofrenik, yanlı, resmi tezlerden ibarettir. Tersini asla akıllarına getiremezler. Bugünkü ideolojik ve politik yaklaşımlarının temelinde bu çocuksu bilgilerin olduğunu bir türlü kabullenemezler. Oysa, vatandaş yetiştirmek isteyen ulus devlet’in en kötü propaganda bilgilerinin tüm çocukluk ve gençlik döneminde kendisine şırınga edildiğini bir fark etse belki ayılıp fikir özgürlüğüne sarılacaklar ve belki bu kitapları akıllıca değiştirmeyi de becerebileceklerdir.

Ancak bu akıma kapılanlar fikir özgürlüğünü de sevmezler çünkü fikir özgürlüğü körleşmeye karşı ilaçtır, işin sonunda gerçekle yüzleşmek vardır oysa görmek istemeyenin körlüğüne ilaç yoktur.

Yalana inanmayı bırakarak, gerçeklerle acı da olsa yüzleşerek, politik iki yüzlülüğe son vererek bu hastalıkla ancak başa çıkılabilir. Tedavisi ne güzel ki var olan bir hastalıktır.

Biraz sakin olma, biraz leblebi, biraz boza, biraz kendinden, tavrından, çizgisinden bilimsel kuşkuculuk, komplo teorilerini daha az ciddiye alma, bir tutam hoşgörü, çok kültürlü zengin coğrafyamızın hakkını verircesine bir doz Yesevi, Mevlana, Yunus, Hacı Bektaş sevgisini alıp, bir damla demokratlık şırasıyla iyice karıştıracaksın, dünyanın ve ülkemizin özgün düşünceleriyle dirsek temasında birkaç ay boyunca inat edeceksin.

Bazılarına yıllar bile yetmediği biliniyor da olsa, kurtulan çok kişi görüldü; ki onlar çocuklarına iyi bir miras, temiz bir isim bırakmayı hak ettiler, onlar ülkelerinin ve dünyanın sevgili yurttaşlarıdır, yurtsever ve dünyalı olmakta şimdi kimse ellerine su dökemiyor.

nuhungemisi

2007 İstanbul

(*) : Ne yazık ki aradan geçen 13 yıl sonra Bulutsuzluk Özlemi’nin önde geleni Nejat Yavaşoğulları, Kup virüsünün etkisiyle neredeyse tanınmaz hale gelmiştir.

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.