Panopticon’dan firar denemesi

07 Mart 2013 12:58 / 1920 kez okundu!

 


“Gözetim Toplumu”nda neler olup bitiyor ve buradan çýkmak mümkün mü sorusuyla karþýlaþtýðýmda, bir kez daha tarihim gibi duran kitaplýðýmýn önündeydim. Bir kez daha þu kitaplara düþtüm:

Orwel’in 1984, Canneti’nin Kitle ve Ýktidar, Senett’in Otorite, Foucault’un Hapishanenin Doðuþu, Saul Newman’ýn Bakunin’den Lacan’a: Anti-Otoriteryanizm ve Ýktidarýn Altüst Oluþu, Andre Gorz’un Ýktisadi Aklýn Eleþtirisi, Ester Biton Ruben’in Ýktisadýn Unuttuðu Ýnsan, Henry David Thoreau’nun Walden, Rene Guenon’un Maddi Ýktidar Ruhani Otorite, Nurettin Topçu’nun Ýsyan Ahlaký, Nilüfer Göle’nin Modern Mahrem, Fatma Barbarosoðlu’nun Þov ve Mahrem… Ýki ay süren bir okumadan sonra zihnime üç fotoðraf düþtü.

Birinci fotoðraf

Henry… Ýsmet Özel’in “Waldo Sen Neden Burada Deðilsin” kitabýyla zihnime, sonra o muhteþem kitabý Walden ile kalbime düþen Henry David Thoreau… Zihnimin ve kalbimin ustalarýndan Henry, Temmuz’un 12’sinde Amerika’nýn Concord’unda doðar. 1837 yýlýnda Harvard Koleji’ni bitirdikten sonra devlet okullarýnda öðretmenlik yapmaya baþlar. Birkaç haftayla sýnýrlý kalýr bu, çünkü okul yönetimi kendisinden daha fazla disiplin beklemiþtir. Sonra kardeþi John ile yönettiði özel lisede öðretmenlik yaparken, 20. yüzyýlýn eðitim tekniklerine öncülük eder. Yýl 1845’e geldiðinde, kendisini doðduðu toprak parçasý ve yüzyýldan dünyaya, sonraki yüzyýllara, bugüne taþýyan bir deneyim yaþar. Kente, kendisini kuþatan gerçekliðe itiraz kesilmiþ haliyle baþka türlü bir hayatýn mümkün olduðunu gösterir. Ýki yýl iki ay Walden Gölü kenarýnda yaþar. Kentten, kente doluþmuþ gerçeklikten, hükümet biçiminden uzakta ormanda yaþar. Bu gölün kenarýnda yaþadýðý her an, gün, ay ve mevsimde kalbine üþüþen durumlarý not eder, sonra bu notlarý “Walden” ismiyle kitaplaþtýrýr. “Yalnýzlýða bir övgü olsun diye deðil, sabahlarý tüneðinin üstünde böbürlenerek öten horoz gibi komþularýmý uyandýrmak için yazýyorum” dediði Walden ile kendisine komþu olan yeryüzünün tüm çocuklarýna uyarýcý olur. Zorba kesilen hükümet biçimlerine karþý yazýlmýþ bir manifesto olan “Sivil Ýtaatsizlik Üzerine” isimli makalenin de yazarý olan Henry’den bize kalan esaslý cümlelerden biri þudur:

“Yaþadýðým tepeden devlet görünmüyor.”

Ýkinci fotoðraf

1970’li yýllar… Elektriði ve yolu olmayan köyümüzün davarlarýný güden bir çoban vardý. Sabahýn köründe sürüyü önüne katýp gider, akþam karanlýk bastýðýnda dönerdi. Ýnsanlardan çok güttüðü davarlarla ilgiliydi Çoban Rýza. Mütevazý küçük hayatýnda kýrklý yaþlara varan Rýza biraz da ‘saf’tý. Nüfusa kaydý olmadýðýndan askere çaðrýlmamýþtý. Okula gitmemiþ, bir kez olsun yolu ilçeye düþmemiþ bu adam yine de askere alýnmaktan korkardý. Bu onun yumuþak karnýydý. Durumdan eðlence çýkaranlar olurdu hep. Gaz lambasýnýn aydýnlattýðý akþam sohbetlerinde, “Rýza Efendi, bugün ilçeden gelen jandarmalar seni sordu” denildiðinde, toparlanýr, “Sahi mi?” derdi. Bir kez daha oyuna getirildiðini fark ettiðinde o bildik cümleyi kurardý: “Gidin Allahaþkýna, devlet nereden bilsin beni!?”

Üçüncü fotoðraf

Bu fotoðrafta ben duruyorum; þu metni yazanýn kendisi… Evlilik cüzdanýna sahip bir ebeveynin evladýyým. Doðduðum bir yer ve tarihim, kayýtlý olduðum bir nüfus kütüðüm var. Sonra gittiðim, kaydýmýn yapýldýðý okullar; ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite… Yaþým 20 sýnýrýný geçtiðinde ve devam ettiðim okullar da bittiðinde askere alýnmýþým. Arkasýndan, inþa edilmiþ bir hayatýn yollarýna vurmuþum kendimi. Devletin, 367 baþlýðý altýnda topladýðý memurlardan biri olarak sigorta numarasý ve kartý edinmiþim. Sonradan 367’den düþsem de izim kaybolmamýþ; yolumun vardýðý yerlere iz býrakmýþ, oralarýn mührü basýlmýþ üzerime. Yaþadýðým kent, oturduðum semt, gidip sýðýndýðým ev, evde adýma alýnmýþ telefon numarasý olmuþ. Bütün bunlarýn bilgisine sahip muhtarým, kaymakamým, valim, emniyet müdürüm, cumhuriyet savcým ve içiþleri bakanýmýn gözetiminde yaþamýþým. Yetmemiþ televizyon, yetmemiþ banka kredi kartý, yetmemiþ cep telefonu, yetmemiþ bilgisayar, yetmemiþ internet, yetmemiþ internet adresi, yetmemiþ facebook/twitter hesabý edinmiþim. Biricik iken, çok ‘numara’sý olan biri olmuþum. Devlet görmüþ beni, kurumlar ve þirketler görmüþ, ama ben görenleri görememiþim.

Fotoðraflarýn farký

Evet, yazacaðým metne yoðunlaþýrken zihnime bu üç fotoðraf karesi düþtü. Ne de olsa, bir ‘homo-faber’im; bu üç fotoðraf karesi arasýndaki farklarý bulmak istedim. Malum, fotoðraf karesi bir þeyi gösterirken çok þeyi anlatýr. ‘Görünen’in ait olduðu ve altýný çizdiði ‘durum’un farkýna varmalýydým.

Fotoðraflarda üç insan görünüyor. Görünenler üzerinden tarih ve sosyoloji okumasýný sonraya býrakýp þimdilik temellendirdiðim ‘durum’a iþaret etmek istiyorum.

Filozof Henry ve Çoban Rýza, hiç þüphesiz bir ülkeye doðmuþlar. Ýkisinin de ‘vatan’ý var. Dolayýsýyla, devlet ve hükümet biçimleri… Fakat hem Henry hem de Rýza, devletin göremediði bir yerde/durumdadýrlar. Birer ‘görünmeyen’dirler; görünmeyen, ama ‘gören’… Devlet ve hükümetlerini biliyorlar ama hükümet ve devletleri tarafýndan bilinmiyorlar. Bundan þikâyetçi de deðiller, aksine huzurlarýný buna baðlýyorlar. Görünmeme ve bilinmeme içinde varlýklarýný inþa etmiþler çünkü. Dikizlenmeyen, dolayýsýyla denetlenmeyen mahrem/özel ‘alan’larýnda, yurt bildikleri daðlarýn börtü-böceðiyle yaþamaktan mutlu olmuþlar. Çabalarý kendilerini görünür deðil, daha da görünmez kýlmak yönünde olmuþ.

Üçüncü fotoðrafta öylece duran bana gelince… Doðar doðmaz, bir ‘hüviyet cüzdaný’ edinerek ‘görünen’ olmuþum. Gittiðim okullar, yaptýðým askerlik, girdiðim iþler, adýma açýlan hesaplar, aldýðým unvanlar, edindiðim telefon ve adresler, attýðým her adým biraz daha biraz daha açýða çýkarmýþ beni, görünür kýlmýþ. Þimdilerde olabildiðince görülüyorum. Google’den girildiðinde, adýmýn geçtiði sayfalar açýlýyor; ne yaptýðým ve ne söylediðim açýða çýkýyor. Facebook hesabýmdan, kim dostum kim arkadaþýmdýr, hangi hayatlara akýyorum öðreniliyor. Telefon numarama ve internet sayfama onlarca kurumun çaðrýsý düþüyor, ev adresime bilmediðim yerlerden paketler/zarflar ulaþýyor. Büsbütün orta yerde, çýplak biriyim yani. Ýstediðim/istemediðim herkes görüyor beni. Görmeyen, ama görünenim. Ve istikametim, kendimi var kýlabildiðim platform, daha çok ‘görünür’ olmak yönünde…

Fark ne söyler?

Henry ve Rýza’nýn hayatý ‘görünmezlik’te akarken, benimkisi ‘görünürlük’te yaþanýyor. Onlar görünmez/gören iken, ben görünen/görmez’im. Peki bu fark ne söyler? Görünmeden görmek ve görmeden görünmek ne anlama geliyor?

Henry ile Rýza ‘eski’ye, ben ise ‘yeni’ye karþýlýk geliyorum. Fotoðraflarýmýz da eski ile yeni arasýndaki mesafe ve karþýtlýða iþarettir. Eski olanda iktidar/üstünlük, ‘görünen’de deðil ‘gören’dedir. Mesela Tanrý, herkesi ve her þeyi ‘gören’ ama hiç kimse tarafýndan ‘görünmeyen’dir. Halk arasýnda tebdil-i kýyafet dolaþan Osmanlý padiþahlarýndan bahsedilir. Bu sayede görünmeden ahaliyi görmek mümkün olmuþ, iktidar’ýn üstünlüðüne halel gelmemiþ. Bir oyunun tiyatroda sahnelenmesinde üstünlük kimdedir? Görünen/seyredilende mi, yoksa gören/seyredende mi? Hiç þüphesiz sahne (oyun ve oyuncular), gören/seyredenin beðenisine tabidir. Ýzleyenini dönüþtürmek iddiasýný taþýyan oyunlar vardýr, ama biliyoruz ki, hemen her sahne salondan alkýþ bekler.

Sosyolog Fatma Barbarosoðlu, geleneksel toplumda, kadýnlarýn kendilerini sokakta olabildiðince saklayarak (tesettür) var olma biçimlerini, ‘gören’ ile ‘görünmeyen’in iliþkisi üzerinden okur. Modern algý açýsýndan kadýnlar için esaret olan tesettür, bu okumaya göre, içine gireni görünmez ama gören kýlan bir þeydir. Modern, tesettürlü kadýný görememekte ama tarafýndan görülmektedir. Bu, siyah gözlüklerin ardýndan bakanlarýn verdiðine benzer bir rahatsýzlýða sebep olur. Nilüfer Göle’nin Fransa’da baþlayan burka tartýþmasýyla ilgili söyledikleri bu açýdan dikkate deðerdir: “Modernleþmenin önemli özelliklerinden birisi her yeri aydýnlatmaktýr. Iþýk modernitenin bir parçasý; gölge, loþ alan býrakmýyor. Burka gölgeyi, karanlýðý hatýrlatýyor; modernitenin aydýnlýk dünyasýndan kopuþu... Tam mahrem, modernliðe karþý tam karanlýk! Aydýnlanmacý felsefenin bugün geldiði nokta ise þeffaflaþmadýr: ‘Özel alanda olduðun gibi kamusal alanda ol, her þeyi bilelim’ diyor. Bunun korkutucu bir þey olduðuna inanýyorum. Demokratik olmadýðýna, insanlarý düzleþtirdiðine, katmanlarýndan yoksun býraktýðýna... Bu yüzden burkanýn hatýrlattýklarýný ve karanlýðýnýn rahatsýz ediciliðini seviyorum. Unutmak istediðimiz ama burkanýn hatýrlattýðý bir þey var: Mahremiyet ve her þeyin görünür olamayacaðý…”

Evet, Henry ile Rýza görünmezliðe, örtülerine sarýnmýþlar. Oysa ben, yani üçüncü fotoðrafta duran þu metnin yazarý, modernitenin ýþýklarý altýnda yaþýyor. Ýktisadi aklýn bir ilahý olan ‘baþarý ve statü endiþesi’ belirlemiþ beni. ‘Ne kadar görünürsen, o kadar varsýn; görünmeyen, yoktur!’ denmiþ. Varlýðýmý, daha çok görünmek üzerinden inþa etmiþim. Yolumun vardýðý yerlerde yaptýðým kayýtlar, aldýðým numaralar, verdiðim fotoðraflarýn hepsi beni daha görünür kýlmýþ. Ben bir ‘görünen’im; devletin, iktidarýn ve þirketlerin her zaman gördüðü ve istedikleri zaman ulaþtýklarý biriyim. Mahrem/özel alanýmýn kalmayýþý, hep bir ‘göz’ün altýnda olduðum hissi beni öylece tutuyor. Kendimi belirleyemediðimi, belirlendiðimi hissediyorum; üzerimdeki gözlerin kabullerini merkeze alarak yol alýyorum. Sansürlüyorum kendimi; zihnime ve kalbime rezerv koyuyorum. Olduðum gibi görünemediðimden göründüðüm gibi oluyorum. Farkýndayým artýk, ben kendim ve hür deðilim.

Fotoðraflarýn hikâyesi: Ýktidarýn dönüþümü

Ýnsan mekâna doðar, doðduðu yerde belirlenir; verdiði fotoðraflar da mekânýndan izler taþýr. Henry ile beni, verdiðimiz fotoðraflarý düþünelim. Ýçine doðduðumuz mekânlarý ve nasýl þekillendiðimizi anlatýyorlar. Doðarken maruz kaldýðýmýz devlet ve iktidar biçimlerini… Henry ile ben arasýndaki mesafe, deðiþime ve tabii ki karþýtlýða dairdir.

Foucault, Hapishanenin Doðuþu’nda tam da bunu anlatýr. Devletin ve iktidarýn zaman içinde aldýðý biçimlere yoðunlaþýr. Devlet ve iktidar, eskiden, ortada olan þeylerdi. Kral, sultan ve padiþahla kaim olan bir yapýydý; daha çok kendini parlatmayý, göstermeyi, öne çýkarmayý esas alýyordu. Olabildiðince kendini görünür kýlarken, insaný görünmezliðin içinde tutuyordu. Haþyet uyandýran iktidara karþýn insan, sýnýfý ve inanç grubu içinde silikti. Ýktidar, daha çok seyredilen bir þeydi. Parlak kaftanlarý içinde görünen kral, kalabalýkta eriyen insan tekinin gözünde ýþýltý oluþturuyor, alkýþ alýyordu. Ýnsan yoktu, kitle vardý! Ýnsanýn kitleden soyutlanmasý, yani görünmesi, krala ve iktidara karþý geliþle mümkün oluyordu, ancak o zaman seçiliyordu. Suçlu sahneye çýkarýlýyor, kitlenin seyirliðinde cezaya çarptýrýlýyordu. Hapishane yoktu daha. Suçlu, hayattan soyutlanarak deðil bedenine acý çektirilerek cezalandýrýlýyordu. Bu kimi zaman istenmeyen durumlara meydan veriyordu. Suçlu ölüme giderken, kralýn/iktidarýn zulmüne parmak basan cümleler kurabiliyordu mesela. Bu cümleler kitlenin kulaðýna çarpýp büyüyordu.

Zaman içinde feodalizmden kapitalizme geçildi. Bu deðiþim, kendini devlet/iktidar biçimlerinde de hissettirdi. Ýktidar görünen olmaktan çýkýp gören oldu. Yýl 1785’tir. Faydacýlýðýn yaþama geçmesinde rol oynayan ütopist düþünür Jeremy Bentham Panopticon’u tasarýmlar. Mahkûmlarý görünür, gözetmeni ise görünmez kýlan bu hapishane modeli iktidar için bir kýrýlma noktasýdýr. Panopticon bir hapishane deðil, yeni iktidarýn kodlarýný içeren bir metafordur. Zira Panoptican ile birlikte toplum gözaltýna alýnmýþ, Büyük Birader hayata girmiþtir.

Toplumun gözaltý süreci, kapitalizmin þekillendiði devlet/iktidar süreciyle olmuþ. Ýktidar kendini olabildiðince görünmez kýlarken, insanlarý görünür kýlmýþ. O güne kadar görünmesine imkân verilmeyen insan tekleri, aidiyetlerinden kopartýlarak bireyselleþtirilmiþ. Modern devlet ve iktidar, baþta sürekliliðine çalýþan bir norm belirlemiþ. Kendine itiraz ve isyan edecek donanýmdan yoksun bireyin þekillenmesi ve bu bireylerden oluþmuþ bir toplum arzusuyla kurumlar tesis etmiþ. Okul, iþyeri, ordu, hastane, týmarhane yeni iktidarýn ideolojik aygýtlarý olarak düzenlenmiþ. Maksat, insanlarýn ve toplumun ‘norm’alleþmesi… Çocuk okulla, iþçi çalýþtýðý kurumla, hasta hastaneyle, deli týmarhaneyle ‘norm’a uyarlanmýþ. Okulun, iþyerinin, hastanenin ve týmarhanenin normlarýna uymayanlar ise anormal görülerek soyutlanmýþ. Norm dýþý olanlar anormal olmuþ.

Ýktidarýn bugünkü biçimi, ideolojik aygýtlarýyla bizi kuytularýmýzdan çekip çýkarmýþ, meydana/sahneye koymuþtur. Ýktisadi akla tav olmuþ, baþarý ve statü adýna kurumlarýn normlarýndan geçmiþiz. Ben, sen, hepimiz Panopticon’da yaþýyoruz þimdi; gözaltýnda, kayýt-içi’yiz. Geleneksel kültürün kodlarýna sahip ve kadýna mahrem/özel alan oluþturan örtü dahi bugün görünürlüðün nesnesi olmuþ. Daha çok ‘güzel’ ve ‘görünme’yi merkeze alan örtülü kadýnlarýn bir dergisi var artýk. Yakýn zaman önce yayýna baþlayan ve yoðun ilgi gören Âlâ Dergisi’ni çýkaranlarýn deðerlendirmesi þöyle:

“Muhafazakâr kadýn öyle güçlenmiþti ki, görünmezden gelinemeyeceðini gösterdik. Bu kadýnlarýn gündeminde, iyi giyinme ve iyi görünme fazla yer tutmaya baþladý.”

Ýletiþim ve bilgisayar teknolojisindeki dikey ve yatay geliþme, insandaki görünme arzusuna daha da ivme kazandýrdý. Bugün internet ortamý ve sosyal medyada, bir ters-yüz olmuþluk yaþanýyor. Biricikliðini ve mahremini ortalýða dökerek sahneye çýkma, görünür olma ve þöhret kazanma var olmanýn kestirme yolu biliniyor. Önceleri görünme bir esaret haliyken þimdi özgürlüðün bir niþanesi. “Þöhret kalbi öldüren zehirli bir baldýr. Ýnsaný insanlara kul ve köle yapar” diyen Said Nursi ne kadar haklýdýr. Sokakta ve hayatta çok palto az insan dolaþýrken, sosyal medyada ‘herkes’in bir panosu var. Sabah akþam, ‘beni gör, beni gör!’ diye inleyen çýðlýklar okuyoruz. Çýplak býrakýlmýþ ve azaltýlmýþ insanlar gidip yüz kýrk karakterlik cümlelerin içine sýðýnýyor.

Evde, sokakta, iþyerinde, bindiðimiz vasýtalarda avuç içlerimize sýðan ekranlardan izleniyor, ama kimin niçin bizi izlediðini bilmiyoruz. Bununla çok da ilgili deðiliz, ortamýn hissettirdiði vücutsuz özgürlüðe býrakýyoruz kendimizi. Arkadaþ listelerimiz kabarýyor, bir siteden diðerine, arzudan arzuya koþuyoruz. Mevcut durumdan çýkýþýn, buna itiraz ve isyan etmenin imkansýz olduðuna iman etmiþ gibiyiz. Hiç þüphesiz bu hal kabul edilir deðildir. Panopticon’dan firar etmenin bir yolu olmalý, deðilse, Bentham Hapishanesi’nde insan ve hür kalamayýz.

Ýtiraz ve isyan!

Ýktidar’ýn tarihi varsa, itiraz ve isyanýn da vardýr. Feodalizmden kapitalizme sarkan yelpazede geliþen iktidar biçimlerinin can yakmasýna karþýlýk, direnen, isyan eden teori ve düþünceler de olmuþtur. Fakat ne yazýk ki bu, Nietzsche’nin, “tehlikeli tahakkümler oyunu” dediði bir deneyim olmaktan öteye geçmemiþtir. Mesela Saul Newman, Bakunin’den Lacan’a: Anti-otoriteryanizm ve Ýktidarýn Altüst Oluþu’nda; devrim, isyan ve direniþ teorileri/fikirlerinin iktidarý yýkma giriþimlerinde bizatihi onu nasýl yeniden onayladýklarýný anlatýr. Yine de bu deneyim Panopticon’dan çýkýþ için bize yardýmcý olabilir. Bu tarih üzerinde düþünmekte fayda vardýr. En azýndan hangi durumlarda (nasýl düþünür ve yaþarsak) kayýt ve iktidar içi olmaya devam edeceðimizi öðrenmiþ oluruz.

Feodalizm ve kapitalizmden kök alan iktidar/devlet biçimine itiraz ve isyan olarak beliren Marksist teori, ortaya koyduðu pratikle eleþtiri konusu olmaktan kurtulamamýþ. Burjuva devleti yerine iþçi devleti ikame edilmiþ, bir süre sonra iktidarýn nasýl da tekrar edildiðine tanýklýk edilmiþ. Anarþistler, özellikle Bakunin eleþtirilerini þu noktada toplamýþ: “Marksist teori iktidar ve devleti deðil, devletin muhafýzlýðýnda sorun görmüþ, ‘muhafýz’ýn deðiþimiyle tahakküm, otorite ve iktidarýn sorun olmaktan çýkacaðýný sanmýþtýr. Hâlbuki iktidardaki muhafýzýn deðiþimiyle tahakkümün bitmediði anlaþýlmýþtýr. Çünkü devlet sorunu, ‘muhafýzýn kim olduðu’ meselesi deðildir; iktidar, doðasý gereði kötücüldür.”

Haklý ve yerinde eleþtiriler, önemli olan sopa yememektir! Sopaya mý yoksa sopayý elinde tutana mý karþý olacaðýz, mesele bu! Sopanýn kimin elinde olduðu çok da mühim deðildir.

Anarþist teori çözümü ‘sopasýzlýk’ta görürken tezini þöyle temellendirmiþ: “Bütün mesele ‘devlet’in varlýðýnda, iktidarýn kendisinde. En iyisi, devlet olmasýn ki iktidar belasýndan kurtulalým. Bu mümkün mü? Evet mümkün! Ýnsanýn devlete veya iktidar biçimlerine ihtiyacý yoktur. Sanýldýðýnýn aksine insanýn doðasý daha çok iyicildir. Ýnsanlar kötü olduðu için devlet var deðil, devlet olduðu için insanlar kötüdür.” Klasik anarþist teori bu mealde tezler ortaya koyarken, eleþtiri çok yakýnýndan gelir. Bireyci anarþizmin teorisyenlerinden Max Stirner þöyle der: “Klasik anarþizm iktidar karþýtlýðýný doðru bir yerden baþlatmýyor. Kalkýþ noktasý olarak belirlediði ‘iyicil insan özü’ bütünüyle yalandýr, yok böyle bir þey! Ýnsan öz itibarýyla belirlenmiþ, dolayýsýyla insan tekinden bahsedemeyiz.” Stirner için öncelik insanýn özgürlüðünde deðil, bizatihi insanýn varoluþundadýr. Ona göre; ‘olmayan insan’ýn özgürlüðü veya özgür olmayýþý olamaz, bunlar ancak ‘olan insan’ için konuþulabilirdir.

Stirner’in eleþtirisi sonrasýnda iktidar meselesi çok daha çetin olmuþtur. Mesela Foucault’un deðerlendirmeleri… Foucault’a göre iktidar sadece kral, sultan, padiþah, devlet veya kurumlarda yaþanmýyor, her yere sýzmýþtýr artýk: “Ýktidar, doðumundan itibaren iktidara sahip olan ya da onu iþleten bir kiþiyle artýk maddi olarak özdeþ deðildir; yasal sahibi hiç kimse olan bir makineler bütünü haline gelmiþtir. (…) ‎Panoptik bir toplumda yaþýyoruz. Mutlak anlamda genelleþmiþ gözetim yapýlarý var; ceza sistemi, adli sistem bu yapýlarýn bir parçasýdýr. Hapishane de parçalardan biridir; psikoloji, psikiyatri, kriminoloji, sosyoloji sonuçlarýdýr. (…) Hepimiz, öðrenci, iþçi, erkek, kadýn, profesör olarak iktidar konumundayýz. Ýlginç olan þey, her bir bireyin iktidar aðýnýn neresine yerleþtiðini, iktidarý nasýl yeniden uyguladýðýný, nasýl koruduðunu, nasýl yansýttýðýný biliyoruz.” Ýktidar-dýþý bir yer yoktur, iktidara karþý geliþin öznesi olmasý beklenen bireyin kendisi sömürgeleþmiþtir. Foucault’un vurucu tespiti þudur: “En büyük düþman, stratejik düþman faþizmdir. Ve sadece tarihsel (Hitler-Musoloni) faþizm deðil, hepimizdeki faþizmdir. Kafalarýmýzdaki ve her günkü davranýþlarýmýzdaki, iktidarý sevmemize yol açan, bizi belirleyen ve sömüren þeyi arzulamamýza neden olan faþizm…" Ýktidar karþýtý iyimser teorilere bir darbe de Derrida’dan gelir, ‘mutlak doðrucu’ düþüncelerin de otoriter olduðunu söyler. Mealen þöyle der: “Düþman, yani iktidar, sadece karþýtýmýz olan düþünce ve kurumda oturmuyor, bizatihi düþüncenin kendisi iktidarýn yuvasýdýr. Dolayýsýyla her þey ‘yapý-söküm’den geçmeli. Yapý-söküm bir seferlik deðil, sürekli bir gerekliliktir” Bu bahis Derrida ile de kapanmaz. Arkasýndan Lacan, Delueze ve Guattari cümlelerini kurar, tartýþmayý sürdürürler.

Sonuç

Üçüncü fotoðrafta duran metnin yazarý; Stirner, Foucault, Derrida, Lacan, Delueze ve Guattari’nin sorunu ‘insan’da görmelerini önemsiyor. Kanaatim de bu istikamette! Ýktidar sorunu insani bir meselesidir. Bu baðlamda geliþen filozofi sonrasýnda þu soruyu soruyorum kendime: Sahi, Anadolu’yu mayalayan irfanýn, yani tasavvufun bütün meselesi insan deðil miydi? Evet, insan-ý kâmil konusunda kurulmuþ o kadar cümle, baþta insanýn var oluþuna vurgudur. Varlýðýn, hatta Tanrý’nýn ancak insan-ý kâmil ile anlaþýlabileceði tezi irfanýn temel meselesidir. Ýnsan-ý kâmil ise, süreklilik halinde olan nefs tezkiyesinin (‘yapý-söküm’ diyebilir miyiz?) konusudur. Ve bu insan; varlýk üzerinde hiyerarþik bir konumda deðil, kendini Varlýk’ta, ‘bütün’e dâhil görür.

Görüldüðü gibi, çözümü bir Henry fotoðrafý çektirmekte görmüyorum. Telefonlarý, internet hesaplarýný kapatalým; adýmýza düzenlenmiþ kartlarý kýralým; ‘haydi ilkelimize geri dönelim’ demiyorum. En azýndan, geri dönüþün zor olduðunu düþünenlerdenim. “Panopticon’dan Firar Denemesi” baþlýðý, iþlevsel/pratik bir çözüm iddiasýnda deðil, Sokrat’ýn “Kendini bil!” uyarýsýna dikkat çekiyor. Ne halde olduðumuzu ve ne ile kuþatýldýðýmýzý bildiðimizde kendimizi de bilmiþ oluruz, diyorum. Meselemiz, görmeyen ama görünen olduðumuz konusuydu. ‘Görünen’ olmaya devam etsem de, bu kadar okumadan sonra artýk bir ‘gören’ de olduðumu düþünüyorum. Beni kimin ve niçin izlediðini biliyorum çünkü.

‘Yýkanmak istemeyen çocuklar’a selam olsun.


Nihat DAÐLI

07.03.2013

 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaþ
0
Yorumlar
Uyarý

Yorum yazabilmek için üye olmalý ve oturum açmalýsýnýz.

Eðer sitemize üye deðilseniz buraya týklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eðer üye iseniz oturum açmak için buraya týklayýn.