Kemal Özer de gitti

04 Ağustos 2009 01:17 / 1896 kez okundu!

 


Şair Kemal Özer'i yitirmemizin ardından yazarımız İsmet Tunç'un kaleme aldığı bu yazısını bazı iletişim aksaklıkları nedeniyle şimdi yayınlayabiliyoruz...
 

Sahip olduğumuz ne varsa tek tek kaybediyoruz. Geçmişin sade ve olması gereken o puslu havasından, ışıltılı günlere kalabilenler içinde Kemal Özer de bırakıp gitti bizleri. Nedense var oluşu geçmişle başlayıp orada son bulmakla algılayanlardanım. İyi olanın geçmişte olduğu, orada saklı kalacağını ve yeni döneme aynı değerin kalamayacağını düşünüyorum.

Her devir kendi insanını yaratır diye bir söz de var. Evet, yıl 2009 ve mutlaka bu çağa uygun profilde insanlar da olacaktır. Ama okuduklarımıza, referans aldıklarımıza, dinlediklerimize bakınca kökler yine geçmişi gösteriyor. Yeni olan, eskinin üzerinden yararlanılan bir türev; ama kalitesi tartışılacak bir türev… Örneğin 1900’lü yılların başında basılmış bir kitabı bulduğumuzda içimiz sevinçle dolar. O kitap eskilerden geliyordur, daha özgündür, daha içten ve renksizdir diye düşünürüz.

Kendi adıma eskilere âşık biriyim. Eski olan ne varsa kendine çeker beni, düşündürür… Her kaybettiğimiz bir değer, ölümün soğuk yüzünü hatırlatır bana. Kökleri geçmişte ama dalları bugüne uzanan her insanın ölümünden korkarım. Düşünürüm; “acaba yakın zamanda kim ölecek?” derim kendi kendime. Adlarını dilime getirmemeye çalışırım. Hele de onların ölebileceği gerçeği zihnime yerleştikçe uyuyamam…

Meksika Sınırı’nın Haziran programlarından birinde Tarık Tufan, “Acaba Sezai Karakoç ne yapıyordur şimdi? Belki uyuyordur” dedi. Selahattin Yusuf da, “Belki de bu dediklerini dinliyordur” diye ekledi. Tarık Tufan utandı… Neden utandığını anladım aslında. Sezai Karakoç. Yaşıyor ve söylenenlerin onun kulağına gitmesi oradaki üç entelektüeli heyecanlandırıyordu. Bu ne muazzam bir iç histi, ne anlaşılmaz bir saygıydı ve ne büyük mutluluktu ki Sezai Karakoç yaşıyordu. Çünkü ölüler üzerinden yaşam belirtisine dair söylemler gerçekleştirilmez.

Rahmetli babaannemin çocuklardaki kimi dinsel-büyüsel hastalıkları sağaltmak için kullandığı yarım kalmış balmumu ve kırık saplı tahta kaşığı kitaplığımdaki yerinde durdukça, geçmişteki o sahneleri unutmam kolay olmayacak. Halk hekimliği açısından sadece kültürel bir özellik olarak kalacak bu işlem; zihin algımın bir nebze olsun renklenmesi için güzel bir şanstı. Bu örneği neden mi verdim? Muhtemelen kurşun dökme işlemine şahit olmamış biri için bu işlemin hiçbir yönden bir niteliği bulunmamakta. Benim için ise unutulmayacak yönü, halkbilimsel bir etkinlik oluşu ve Sedat Veyis Örnek’in harika kitabı “İlkellerde Din, Büyü, Sanat ve Efsane”’de anlatılanlarla aynı özelliği taşımasıdır. Bir pratiğin algı dünyamızda yer edindiği haliyle ona bakarsak, bu, çok değerli bir ayrıntı olup zihin algınızdaki renkliliğe önemli bir katkı yapar. Şimdi Kemal Özer’le tanışıp ya da ondan birebir şiirsel tat alanların ne kadar üzgün olduğunu hissedebiliyorum. Kemal Özer öldüğü gün kimi gazete köşelerinde kendisiyle tanışma imkânı bulmuş, onunla sohbet edebilmiş, belki şakalaşmış, belki dostane bir paylaşımı olmuş insanların nasıl üzüldüklerini okudukça, bu gerçeği daha iyi anlıyor insan. Eminim onların içi daha fazla yanmakta; onlar, diğerlerine göre daha çok şey kaybettiklerini düşünmekteler. Tıpkı 1985 yılında Turgut Uyar öldüğünde onu tanıyanların çektiği acı gibi, Edip Cansever’in öldüğü 1986 yılında ne büyük bir değer kaybettik diyenler gibi... Atilla İlhan gibi, yakın zamanda kaybettiğimiz kökleri geçmişten gelen Mehmet Uzun’u ve Dağlarca’yı kaybettiğimiz gibi… Tıpkı Hrant Dink öldüğünden beri bir beyaz güvercinin daha düşmemesi için davasına sahip çıkan dostları gibi…

Bizlerle aynı havayı teneffüs eden bir avuç eski toprak kaldı geriye. Onlar da birer birer göçüp gittikçe dünyadan, geçmişin siyah beyaz kareleri de yok olup gitmekte.

Kemal Özer’den, Adım Metin Olsun



birlikte
yazalım hadi ölüme karşı
konuşalım
bir yürekten hadi bir ağızla
kimse
ayırt etmesin kimin söylediğini
nereye
kadarı benim nerden sonrası senin
kıvrıla
kıvrıla yanan bir kağıtta



İsmet Tunç
04.08.2009

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.