Kadına şiddet

24 Mayıs 2012 14:25 / 1950 kez okundu!

 


Son günlerin en fazla üzerinde tartışılan konularının başında kadına olan şiddet geliyor.

Bizim ve bağlantılı olduğumuz, gelişim sancıları çeken toplumların en büyük sıkıntılarının başında bu gibi konular gelmektedir.

Aslında belli başlı konulardan bir liste oluşturmaya kalkarsak, bunların genel olarak ‘eğitim’ ve ‘ekonomik gelişme’ kapsamına girdiğini göreceğiz.

Bizim anlayışımız biraz yerel; gücün ataerkil sistem adı altında gelişen ve toplumsal bir kabul haline gelen bir yaşam tarzından oluşmaktadır. Bu yerellik sorgulanmaya değmez. Şimdi gidip birkaç yüzyıldır aynı topraklara yaşayan, akraba bağları güçlü, kendince toplumsal normlar geliştirmiş bir köyü değiştirmeye kalkarsanız size gülerler. Bunu yapmanız imkânsızdır. Şunu iddia edebilirim ki, çoğu köyde kadına şiddet toplumsal bir kabuldür ve bu olağan bir şeydir. Ancak yaşam biçimi, toplumsal cinsiyeti eşitlikçi sistem üzerine kurma biçiminde dizayn edilmiş geleneksel sistemlerde kadına şiddete yer olmaya bilir. Tüm geleneksel sistemlerde kadına şiddet vardır demek yanılgıya düşmektir. Şiddetin bir iletişim ve anlaşma biçimi olduğu çoğu geleneksel toplumlarda kadına şiddet bir şekilde vardır.

Kadına şiddetin-yukarıda bahsettiğim- yerel ayağı yaşam biçiminden kaynaklanmaktadır. Bu, aynı zamanda yaşam biçimiyle, ekonomik yetersizlik ve toplumsal yaşamından bileşkesinden kaynaklanmaktadır.

Şehirlerde karşılaşılan kadına şiddet örneklerinin bana göre sebebi, ekonomik yetersizliğin neden olduğu tahammülsüzlüktür. Aşk gibi bir sözcüğün büyüsüne kapılan ve çoğu gençlerden oluşan bu kitle, az zaman sonra ihtiyaçların baş göstermesiyle tahammülsüzlük gösterip birbirlerine karşı karıcı olmaya başlıyorlar. Ya da kişisel eğitimi yeterli olmadığı için daha marjinal işlerde çalışan ve şehrin hızına ayak uyduramayan alt gelir grubundan olan insanların çoğu eşlerine şiddet uygulamaktadır.

Mahallemizde, küçükken, kadınların bazı sohbetlerine tanık oldurdum. Eşinden şiddet görmeyen ya da diğerlerine göre daha az şiddet gören kadınlar daha bir gururla konuşurlardı. Bundan övünç duyarlardı. Kadına şiddetin bir insan hakkı ihlali olduğundan haberleri yoktu. Yukarıda bahsettiğim kabuller bunu gerektiriyordu. Yaşam biçimleri buna uygundur. Her gün yaptığınız ya da bildiğiniz şeyin değişime uğramasını beklemeniz biraz hayalci bir yaklaşım olur. Anneniz, babanızdan şiddet görüyorsa şayet, siz de eşinizden şiddet görürseniz bunu yadırgamazsınız. Yok, eğer anneniz babanızdan şiddet görmüyorsanız siz de şiddetle karşılaştığınızda buna bir şekilde karşı çıkarsınız. Bu şekilde bir döngü içinde yaşamaktayız. Bu, “değişim” dediğimiz ve uzun yıllar içinde meydana gelen bir olgu.

Üniversite 3’te iken kadınlar üzerine hazırlayacağım seminer ödevi için birkaç ay boyunca yığınla kitap, makale, köşe yazısı okudum. Nerede bu konuyla ilgili bir kitap bulduysam aldım. Kitaplığımın önemli bir bölümünü kadınlarla ilgili kitap oluşturuyor. İlkel toplumlardaki kadınların yaşam biçimlerinden, modern dünyadaki kadın hareketlerine ve feminist akıma, çalışan kadınlardan, cinsel şiddete maruz kalan kadınlara değin farklı, yüzlerce dünyaya dalıp çıktım. Gerçekten insan bu kadar farklı olgunun aynı cins üzerinde nasıl oluyor da yer alabildiğine şaşırıyor. Yani kadın bir cins olarak ve aynı zamanda farklı olmayı başararak inanılmaz döngü içinde yer alıyor.

Erkeklerin kadınları koruması gerekmiyor. Böyle düşünürsek şayet, baştan erkeklerin güçlü varlıkları olduğu konusunda ağız birliği etmiş oluruz. İki cins arasındaki katı varoluş sorunsalları üzerinde kafa yormak yerine, doğal davranmış olsaydık şayet, cinsiyetçi bir bakış açısı da geliştirmemiş olurduk.


İsmet TUNÇ

23.05.2012


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.