Günah keçisi olarak Antropoloji: Her antropolog kafatasçı ve evrimci midir?
10 Mart 2013 21:49 / 2294 kez okundu!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bir süre önce yaptığı bir grup konuşmasında, elinde antropoloji mecmuasıyla milliyetçilik tartışmalarına yeni bir boyut getirdi. Şevket Aziz Kansu’nun çalışmalarından örnekler vererek ırk milliyetçiliğin iyi bir şey olmadığı üzerine bir dizi söylemlerde bulundu.
Ülkemizde Atatürk’ün bizzat telkinleriyle ilkin İstanbul Tıp Fakültesi bünyesinde kurulan, daha sonra ise bağımsız bir birimde faaliyetlerine devam eden antropoloji mensupları, yeni kurulan genç Türkiye’yi sağlam dayanaklarla bir arada tutmak için bir takım çalışmalar yapmışlardır. Antropoloji temelde ırksal üstünlükleri tayin etmek için Batı’nın kendi dışındaki hakları araştırmaya başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Batı toplumları yüzyıllarca kendilerinden olmayan insanları çeşitli özelliklerinden dolayı aşağılamış, adeta onları bilimsel çalışmalarında birer kobay olarak kullanmıştır.
Antropolojinin kötü amaçlı çalışmaların ekseninden kurtulması uzun zaman almıştır. Uzun uzadıya anlatılacak sosyal, siyasal ve kültürel devrimlerden sonra, yeryüzündeki tüm farklı etnisitelerin eşit olarak görüldüğü bir çağa girilmiştir. Günümüzde küreselleşmenin yıkıcı etkisinden kurtulmak için, “ötekiler” üzerine yoğun gayret içinde olan başta antropologlar olmak üzere bu alana yakın çalışan diğer sosyal bilimciler, kültürel çeşitliliğin “iyi ve güzel bir şey olduğu” üzerine çalışmalar yapmaktadırlar.
Başbakanın elindeki antropoloji mecmuası
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan elindeki mecmuadan, raflarda sıra halinde dizilmiş kafa kemiklerinden hareketle milliyetçiliğin sosyal boyutuna değinmeye çalıştı. Bir sosyal antropolog olarak kuru kafaların beni cezp etmediğini söylemem gerekir. Lakin antropoloji eğitimi kötü amaçlı olmadığı sürece, materyallerin doğru kullanılması ve bu materyaller üzerinden pratik yapılması öğrenciler için oldukça önemlidir. Dolayısıyla, antropolojinin öğrenilmesi için elde edilen materyalleri milliyetçilik tartışmalarına kurban etmek haksızlıktan başka bir şey değildir.
Türkiye’nin gecikmeli de olsa bindiği uluslaşma/devletleşme treninde, bir dizi çalışmalara imza atması başbakanı haklı çıkarmaktadır. Zira küllerinden yeniden doğan bir devletin, güçlü bir geçmişe sahip olduğuna başta kendi halkına olmak üzere, diğer tüm dünya halklarına göstermesi gerekmektedir. Bu yanlışa sadece Genç Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadrolar düşmemiş; neredeyse tüm ulus-devlet mensupları bu yanlışın bir şekilde içinde olmuşlardır. Köksüzlük bir devletin başına gelebilecek en kötü talihsizliktir. Bu nedenle neredeyse tüm ulus-devlet mensupları bir şekilde köklerini tarihin derinliklerine bağlamak için sürekli çalışmalar yapmışlardır. Dolayısıyla cumhuriyeti kuran kadrolar, kazanılan askeri zaferlerden sonra halkı bir arada tutma ve milliyetçilik ideolojisi üzerinden bir temel yükseltmek için bir dizi çalışmalar yapmışlardır. Antropolojinin Türkiye’de kurulması bu çalışmaların bir sonucudur.
Elimde bulunan 1940 basımlı “Türk Antropoloji Enstitüsü Tarihçesi” adlı Şevket Aziz Kansu imzalı eserde Türkiye’de antropolojinin kuruluşundan itibaren yapılanlar anlatılmaktadır. Toplamda fotoğraflarla birlikte 53 sayfa ve biri sayfa ebadında diğeri ise iki sayfa adedinde olan fakat içe doğru katlanarak kitaba yerleştirilen iki kroki bulunmaktadır. Şimdi kitaptan içeriğe dair bazı ayrıntılar vermeye çalışalım.
Mecmuanın hemen ilk sayfalarında İsmet İnönü ve Mustafa Kemal’in antropoloji mecmuasının ilk sayısını aldıkları ve bundan dolayı emeği geçenleri kutladıkları iki mesaj yer almaktadır.
Antropoloji çalışmaları İstanbul Tıp Fakültesi bünyesinde (İstanbul Darülfünunu Tıp Fakültesi) kurulmuştur. Antropolojinin kuruluşundan biri yabancı dördü Türk olmak üzere toplamda 5 kişi üye (aza) olarak kayıtlıdır. Türk Antropoloji Tetkik Merkezi olarak adlandırılan kuruluş, amaç olarak şunları belirtmiştir: “… Eğer bir millet sureti mahsusada tetkike şayan olmuşsa ise o da bu zafer ve inkişaf günlerinde bulunan bizim milletimizdir. O halde Türklerde birçok evsaf olmak lazım gelmez mi? Siyaset itibarile milletler arasındaki mevkiimizi tamamile istemek nasıl hakkımız ise, akvam ve cemaati beşeriye arasında ırkımıza raci olan mevkii tesis etmek te böylece vazifemizdir. İşte Antropolojiye ilk safhada düşen iş budur.”
Antropoloji eğitimi için yurtdışına gönderilen ilk kişi Şevket Aziz Kansu’dur. Kansu dönüşünde antropoloji alanında çalışmalara başlamıştır. Antropolojik ilk çalışmalar, daha çok kafatası üzerinden ölçümler almak ve Anadolu coğrafyasının prehistoryası ile paleontoloji alanındaki kazılar oluşturmaktadır.
1935 yılına kadar İstanbul’da yapılan antropoloji çalışmaları, 1035’ten itibaren Ankara’ya nakledilmiştir. Çünkü bu esnada Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi kurulmuş, antropoloji bölümü, hocaları ve tüm ekipmanları ile buraya nakledilmiştir. Bu zamana kadar yapılan müfredat çalışmaları, yetiştirilen elemanlar ve verilen derslerle antropoloji kürsü düzeyine çıkarılmıştır. Dil, Tarh ve Coğrafya Fakültesi’ne taşınan Antropoloji bölümü bundan itibaren resmi ve kurumsal bir kimliğe de kavuşmuştur. Elimizdeki bu, 1940 tarihli mecmuada antropoloji binasına ait krokide derslikler, hocaların odaları, çalışma alanları, arşiv odası, depo gibi bölümler ayrıntılı olarak gösterilmektedir.
Antropoloji demek evrim mi demektir?
Dünyada ve ülkemizde antropoloji kuruluşunda temel olarak evrim teması üzerine kurulmuştur. İnsanların ideolojik ya da dini tercihleri hiçbir zaman sorgulanmamalıdır. Antropoloji temelde bu farklılıklara saygıyı ifade eden bir bilim dalıdır. Sorun, bu bölümü temsil edenlerin antropolojiyi yeterince bir bilim dalı olarak anlatamamış olmasıdır. Bir teori olarak tartışılacak evrim konusu pekâlâ toplumda kabul görebiliridir, hâlbuki bu yapılamamış, olmak ya da olmamak olarak sahiplenilen antropoloji ve onun temeli evrim kuramı bu topraklara gariban ve öksüz kalmıştır.
Bugün antropolojinin Türkiye’de bir karşılığının olmaması bu yanlış algılamanın bir sonucudur. İnsanlar antropolog olarak ister inanırlar, ister inanmazlar, bu durum onların sadece özel durumlarıdır. Ama antropolojinin bir bilim dalı olarak başta sosyal/kültürel antropoloji, paleoantropoloji ve fizik antropoloji olarak farklı ve daha sayılabilecek çalışma disiplinleri vardır. Bu bölümler bize, sahip olduğumuz toplumu “bütüncül” olarak kavramamıza olanak verir. Bizler antropoloji mensupları olarak 4,5 milyarlık dünyanın yaşından, 500 milyon yıllık canlı yaşamına, geçmişin değer yargılarından günümüzü modern kozmopolit çeşitliliğine, hemen hemen her alanda “antropolojik bakış açısının” sağladığı avantajı kullanarak kendi toplumumuzu anlamaya çalışıyoruz. Dolayısıyla antropoloji Türkiye’nin temel sorunlarına çözümler üretebilecek bilimlerin başında gelmesine rağmen adeta dışlanmışlığın verdiği bir hisle sadece 5–6 üniversitede bölüm olarak bulunmanın ötesinde bir işleve sahip değildir.
İsmet TUNÇ
09.03.2013
Son Güncelleme Tarihi: 10 Mart 2013 22:44