Işığa Tutunan Bir Yazı - Tuncer Gönen

23 Mart 2007 14:04  

 

Işığa Tutunan Bir Yazı - Tuncer Gönen

ADSIZ KAHRAMANLAR



Geçen gece yarısı televizyonları zaplarken, "adsız kahramanlar" adlı bir programa takılıp kaldım. Orta yaşlı bir kadın, Güney Doğu'da, kadınlara çeşitli konularda, özellikle ev bütçesine katkı ve doğum konusunda bilinçlendirmeye adamış kendini. Hiç de sanıldığı kadar kolay olmadığı, anlattığı öykülerden anlaşılıyor. Yine başka, 25-30 yaşlarında genç bir adsız kahraman, üniversite öğrencilerine, yurt içi ve yurt dışı sorunlarında, yaptığı yardımlarla hizmet veriyor. Yine öyle pek kolay olmayan bir şeye soyunmuş. Pek çok olumsuz yolları zorlayarak. Bir başka bilinç ve duyarlılık dolusu, bir emekli beden eğitimi öğretmeni, özürlü insanlara derin dalış öğretmenin keyfini ne doyumsuz bir hazla anlatıyor. Başka bir abla kardeş, daha yürek hoplatıcı bir işe girişmişler; körlere dans öğretiyorlar. Körlerin müziğin ritmini yakalayışlarını, kendinden geçerek mutluluk saçan kıvrak figürlerini seyrederken nasıl da keyif alıyorlar, nasıl da ballandıra ballandıra anlatıyorlar, gözleri sevinç dolu...



Ve bu insanlardan, bu "adsız kahramanlar"dan bir başkası, 12-13 yaşlarında bir kız çocuğuydu. Beni en çok onun bir sözü etkiledi. Taşları çeşitli renklerde boyayıp, güzel formlar elde ediyor ve onları satarak eğitime katkıda bulunmaya çalışıyor. Muhabir soruyor çocuğa: "Akıllı bir kıza benziyorsun, derslerine çalışmak yerine, ne diye böyle şeylerle vakit kaybediyorsun? Bırak eğitime katkıyla büyükler uğraşsın. Bak etrafına, senin arkadaşların bilgisayar, atari oynuyor." Cevap oldukça utangaç: "Biliyorum çok küçük ve değersiz şeyler yapıyorum. Bazı arkadaşlarım da gülüyor bana. Ama diyorum ki, keşke herkes gücü yettiği kadar, çıkarsız çevresine katkıda bulunsa. Dünya bir cennete dönerdi..."



SEFA'YA ÇOK MU ÜZÜLDÜNÜZ?



Sefa'nın sokakta, annesiz, babasız, kimsesiz donarak ölüşü hepinizi isyan ettirdi, çok üzüldünüz. Bu haber sizi çılgına çevirdi hatta&Haklısınız. İçinizin titremesi gerçekten insanca. İşte bütün mesele bu. Evet, varız ama sadece varız. Bütün mesele bu. Dışımızda olanlara , kendi çıkarlarımıza dokunmadan, rahatımızı bozmadan tepki duymak, kendimizden hiçbir şey katmamak. Taşın altına elimizi koymak gibi bir çabada olmamak. Sizce bu yeterli mi?



Tepkinizi, devlete atmak sizce yeter mi? Ya da içinde bulunduğunuz kuruma, ya da başka birine, Sefa'nın anne babasına mesela..? O da olmadı, Allah'a? Biz bir şey yapamayız mı diyorsunuz? Biz elimize çamur bulaştırmayalım mı diyorsunuz? Bize yük binmesin, ha? Bizim cebimizden para çıkmasın? Rahatımızı bozmayalım şimdi? Evet, biz rahatımızdan olmayalım da, biz zamanımızdan vermeyelim de, çıkarlarımız zedelenmesin de... Ama tepki dolu nutuklardan, isyankar kaş kaldırmalardan, masa başlarında dedikodulardan ve bütün suçu kendimizden uzaklarda aramaktan vazgeçmeyelim. Oh ne ala!!



Biliyorum, Sefa'nın sokaklarda donarak ölmesi hepinizi çok üzdü. Peki ama, şu an hala sokakta izmarit toplayan çöp çocukların, tenekeleri karıştıran, size kin dolu bakışlarla bakan çocukların yanından geçerken, onun için ne yapabilirim diye bir şeyler düşündünüz mü? Ondan tiksinmeden başını okşama cesareti gösterebiliyor musunuz? Yoksa ölüşüne büyük tepki duyduğunuz Sefalar için sizin yapabileceğiniz bir şey yok mu? "Şu iğrenç, pis çocuğa bak", "devlet nerede?" gibi kendinize dokunmayan tepkilerinizin ne anlamı var? Hiç düşündünüz mü?



UMURSAMIZLIĞA BAKIN



Mahallenizden geçerken, sahilinizde yürürken, ormanınızda gezinti yaparken gördüğünüz çöplere dokunmadan geçerek "Bana ne, ben mi sorumluyum bu pislikten" deyip, sonra içki sofralarında ya da arkadaş sohbetlerinde eyyamlarınıza devam mı ettiniz? "Biz pis bir milletiz kardeşim" "Avrupa'da kesinlikle olamaz böyle şeyler" demekle yetindiniz mi?



Trafik kurallarına uymayanları gördüğünüzde sinirlendiğiniz gibi, kendiniz kurala aykırı davrandınız mı? Sizi uyaran kişiye de "Bir kerecik yaptım canım, herkes sürekli yapıyor" deyip gardınızı hemen aldınız mı? Bunları yaptınız mı, yapmadınız mı? Samimiyetle vicdanınıza cevap verin.



BENCİLLİK: SEFALARI ÖLDÜREN ODUR



Biliyorum, anne ve babası tarafından evden kovulunca, sokakta donarak ölen Sefa'nın durumu sizi çok üzdü. Herkese lanetler yağdırdınız. Kiminiz Sefa'nın ailesine, kiminiz devlete, kiminiz kadere, kiminiz sivil toplum örgütlerine, "neredesiniz?" diye bağırıyorsunuz. Peki siz neredesiniz? Dikkat ederseniz, bu saydıklarım içinde siz yoksunuz. Neredesiniz?



EVET SİZ NERDESİNİZ?



Çocukları sevdiğini söyleyenler, kaç kez bir sokak çocuğunun ayakkabısız ayağına bir ayakkabı aldı? Onun kirli ve sert yüzündeki gerçek çocuk masumiyetini nasıl kaçırdınız? "Küçük hırsızlar", "duygu sömürücüler", "baş belaları", "çeteler" diyerek kendinizi onlardan uzak tutmak yerine, onlara sevgiyle kaçınız yaklaştı? Siz mesela okuyucu? Bırakın sevgiyle yaklaşmayı, tam aksine, tesadüfen varoşlarda doğmak ve yaşamak şanssızlığındaki, dünyanın bu masum varlıklarına, iğrenç bir varlık, pis bir solucan gibi bakanları çok yakından biliyorum ben. Ona yaklaşırsa bitten boğulacağını sananlar var etrafımızda. Böyleleri ruhen, vicdanen mutlu ve gerçekten erdemli kişiler olabilirler mi?



Oysa herkes çok iyi bilir ki, sevgi zengin yoksul ayırmaz, çalışkan tembel tanımaz, sevgi katagorize etmez. Sevgi kıskanmaz, övünmez, böbürlenmez, küçük görmez. Bunları savunulacak tarafı yoktur. Sevgi haksızlıktan yana olmaz. Sevgi içinde umutla doludur.



MUCİZELERE İNANIN



Hiçbir şey küçük ve değersiz değildir. Biliniz ki, bütünü güzelleştiren küçük küçük ayrıntılardır. O küçük ayrıntı dediklerimiz, "harika", "şahane", "mükemmel" diye tanımladığımız güzellikleri oluşturduğunu unutmamalıyız. Bu yüzden uzattığınız dost bir elin yapabildiği küçücük yardımı toplumun moralini yükselttiğini unutmayın. Küçücük bir ayrıntı sandığınız el uzatış, büyük bir mucizenin ateşini de yakacaktır belki de. Mucizelere inanın ve onu sizin de yapacağınıza inanın. Bir kıvılcım bütün bir bozkırı tutuşturabilir. Unutmayın.



İŞTE SİZE GERÇEK BİR MUCİZE



SALLY, KÜÇÜK KARDEŞİ George hakkında anne ve babasının konuştuklarını duyduğu zaman yalnızca sekiz yaşındaydı. Kardeşi çok hastaydı ve onu kurtarmak için ellerinden geleni yapmışlardı. Kurtarılabilmesi için pahalı bir ameliyat gerekiyordu, o para da onlarda yoktu. Artık George'u sadece bir mucize kurtarabilirdi. Babasının annesine şöyle fısıldadığını duymuştu Sally, "Bu şartlarda oğlumuzu ancak bir mucize kurtarablir."



Bu sözleri duyan Sally, usulca kendi odasına gitti ve biriktirdiği paraları saydı. Yetebilir diye düşündü. Karşıdaki eczaneye gitti. Eczacının dikkatini çekebilmek için sabırla bekledi. Eczacı, iyi giyimli ve çok yaşlı bir adamla bir ilaç hakkında konuşuyordu. Bu yoğun konuşma sırasında sekiz yaşında bir çocukla ilgilenecek durumda değildi. Nihayet "Buyrun küçük hanım, ne istediniz?" diyebildi. "Ne istiyorsun, biraz acele et, görüyorsun beyefendiyle biraz işimiz var."



Sally, "kardeşim" dedi, çok heyecanlıydı, biraz yutkunduktan sonra devam etti, "Kardeşim çok hasta, bir mucize almak istiyorum." dedi. Eczacı "anlamadım" dedi "Şey" dedi Sally, "babam onu ancak bir mucize kurtarabilir" dedi. "Bu kadar paraya bir mucize bir alabilir miyim?" Eczacı Sally'e sevgi ve acımayla baktı "üzgünüm kızım, ama biz mucize satmıyoruz, ne yazık ki sana yardımcı olamıyacağım."



Sally, hemen pes etmek niyetinde değildi. Eczacının gözünün içine bakarak "karşılığını vereceğim, param var benim" dedi "Yalnızca fiyatını söyleyin yeter." "Ne tür bir mucize gerekiyor sevgili kızım" dedi eczanedeki yaşlı adam. "Bilmiyorum efendim" derken gözlerinden yaşlar döküldü. "Tek bildiğim, o çok hasta ve ameliyat olmazsa kurtulamayacağını söylüyor annem. Ameliyat için ödeyecek paraları olmadığı için de bir mucize gerekir diye konuşuyorlar. Ben de bütün paramla bir mucize almak istiyorum."

"Ne kadar paran var bakalım bir" dedi yaşlı adam. "Saydım efendim, bir dolar onbir sent. "Harika" der yaşlı adam, "Bu yeterli bir mucize için". Parayı Sally'nin elinden alarak, "Beni kardeşinin yanına götürür müsün? Kardeşini ve aileni görmek istiyorum. Belki bu mucizeyi sana verebilirim." İyi giyimli yaşlı adam, dünyaca ünlü, büyük cerrah Charlton Armstrong'du. Goerge'un ameliyatını yapabilecek belki birkaç doktordan biriydi, hatta en iyisiydi.



Ameliyat başarıyla yapıldı ve aile hiçbir ödeme yapmamıştı. Anne ve baba hala olanların farkında değillerdi, sadece mutluluktan uçuyorlardı. "Bu bir mucize, bir mucize" deyip duruyorlardı.



Şimdi bu öyküyü okuyan bazılarınız dudak bükerek, saçma diyeceklerdir. İtiraf edeyim ki, ben de öyle düşünenlerdendim. Mucizelere çoğunlukla ben de burun kıvırırım. Ama benim gibi yarım asrı geride bırakanların hayatında bu tür mucizelerle sıkça karşılaşılıyor. Öyle olunca da artık inanmaya başlıyorsun.



Ancak mucizelere ilahi bir anlam yüklemeye kalkarsanız o zaman çuvalladınız demektir. Mucize yaratmak bizzat insanların elindedir, dolayısıyla insanlığın elinde.



Yeryüzünün yaşanmayacak hale getirilmesi nasıl yüz karası bir mucizeyse, aynı aklı olumlu kullanan insanın bu dünyayı yeniden yaşanabilir yapması da başka bir ortak mucizeyle mümkün değil mi? Ne dersiniz?

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0