Herkesin Tanpınar'ı başka - Selim İleri

23 Ağustos 2012 14:10  

 

Herkesin Tanpınar'ı başka - Selim İleri

Tanpınar'ın güncesinde Samet Ağa-oğlu'ndan söz açan bölümler var mı, hatırlamıyorum. Oysa daha birkaç yıl önce, altını çize çize okudum bu günceyi.

Ayrıca, yıllardan beri yayımlanmasını bekliyordum. Sonunda İnci Enginün'le Zeynep Karman'ın büyük emeğiyle ortaya çıktı günce.

Tanpınar'ın bazan sevdiği, bazan sivri dille kaleme getirdiği birçok kişi bu güncede, bende de ışıyıp duruyor. Ama Samet Ağaoğlu'na ilişkin hiçbir iz belirmiyor.

Oysa, İlk Köşe'nin tanıklığından öğreniyoruz, Tanpınar, Ağaoğlu'nun öğretmeniymiş. "Ankara Erkek Lisesi; yıl 1927." Çok genç öğretmenlerden biri, öğrencilerinden beş altı yaş büyük. İlk Köşe'nin tanıklığına göre, pek de parlak, başarılı bir öğretmen değilmiş. Ne var ki, öğrencileriyle arkadaş olabiliyormuş.

Bu 'öğretmen-öğrenci' arkadaşlığını Samet Ağaoğlu Tanpınar'ın gençliğine veriyor. Daha başka bir anlayışı, tercihi düşünmemiş. Olgun yaştaki 'hoca' Tanpınar'dan, sonraki yıllarda, aynı arkadaşlığa değinerek söz açan öğrenciler var. Öyle anlaşılıyor ki, öğrencilerine sonuna kadar arkadaş kalmış Ahmet Hamdi Tanpınar.

Tanpınar'ı tanıyanlar bol bol sigara içtiğini anlatırlar, üstü başı kül lekeli. Haldun Taner, Ölürse Ten Ölür / Canlar Ölesi Değil'de Huzur romancısının hemen hepsi düşsel aşklarına değinir. Sonraki dönemlerde Nuran'ın kim olduğu konusunda kimi söylenceler de üretilmiştir. Samet Bey bambaşka bir perspektiften yaklaşıyor:

"Tanpınar kendisini çirkin, çok çirkin sanıyordu. Üstünü başını ihmal etmesinde bu kompleksin oynadığı rol büyüktü. Bu vehmi zaman zaman öylesine ağır basıyordu ki, şiir, roman ve yazılarında güzele hayran Tanpınar'ı bir kadın düşmanı yapıyordu."

Hemen ardından Ağaoğlu da söylenceler dizisine eklenebilecek yarı dedikodulu bilgiler veriyor:

"Onun bu ruh ve dimağını yıpratan kompleksini yüksek tahsilini yaptığı İstanbul Üniversitesi'nin gölgeli koridorlarında yaşanmış bir aşk da geniş ölçüde büyütmüş, beslemiş, derinleştirmişti. Üniversite yıllarında tatlı bir ses, neşeli gülüşler, ışık dolu gözlerle süslü esmer bir yüzü çıldırasıya sevmişti. Ama o tatlı ses, o neşeli tebessümler, o ışıklı gözler Tanpınar'a sadece bir dost olarak yaklaşmışlar, çok yakın bir arkadaşını ise aşk ile kucaklamışlardı."

Bunlar hep 1920'lerin sonundan izlenimler.

Taksim'de Stadyum Apartmanı'ndaki evi gerçek bir 'edebiyat salonu'na dönüşmüş Nahit Hanım bana yıllar sonra, Tanpınar'ın hep aynı kadını sevdiğini söyleyecekti. Anılarda çokça anılmış Nahit Hanım edebiyat öğretmeniydi, derslerini bilmem ama, birinci sınıf bir edebiyat tutkunuydu. Gelgelelim Tanpınar'ın yine yıllar sonraki yükselişine, okur katında benimsenişine pek bir anlam veremezdi. Yalnız Nahit Hanım değil, başkaları da. Geçenlerde yazdım, sözgelimi Kemal Tahir. Nahit Hanım'ın edebiyat salonuna her cumartesi gelen felsefe öğretmeni İffet Hanım. İffet Hanım Tanpınar'ın Bergson'u handiyse yarım yamalak bildiği kanısındaydı.

Hatta, Yaz Yağmuru'nun yayıncısı Yaşar Nabi Nayır. Yaşar Nabi Bey "o zoraki, tumturaklı üslûb"a geri dönüleceğinden kaygılar duyuyordu. Romanda, öyküde "yalın anlatım"a bunca yol alınmışken...

Nahit Hanım'ın değindiği 'tek sevgili' Samet Ağaoğlu'nun andığı o platonik sevdanın kahramanı olabilir mi? Nahit Hanım "Nuran oydu" diyordu, "Yaz Yağmuru" öyküsündeki genç kadın da oymuş... İz sürersek, Aydaki Kadın'ın da o olması gerekecek. Hep aynı aşk. Mümkün mü?

Sanmıyorum. Huzur'dan Aydaki Kadın'a giden yol epey uzun ve sarp. İzlek bütünlüğü bir yana, Huzur'la Aydaki Kadın arasında çok belirgin bir anlatım, üslûp farkı söz konusu. Böylesi bir dönüşümde en saplantılı bir aşk bile başkalaşır gibime geliyor...

Samet Bey, "güneşli bir ilkbahar sabahı derse" giren Tanpınar'ın hâlâ o karşılıksız sevdanın anısıyla baş başa olduğu kanısında. Vurgu iyice keskin: "... bu hatıranın ruhunda uyandırdığı isyanla gelmişti." Sinirliymiş, her günden daha çok öksürüyormuş. Samet Bey, neredeyse, unutulmaz öykü kişisi "Öğretmen Gafur" gibi bir kişilik çiziyor, tasvir ediyor:

"Yüzünün hatları her günden daha çok gergin, rengi daha çok soluktu. Kumral saçları da hemen hemen hiç taranmamış halde. Döndü, dolaştı, konuşmayı kadın ve aşk şiirlerine getirdi ve birden bunları da bir yana iterek hırçın bir sesle kadınların aleyhinde söze başladı."

Çok sevdiğim "Öğretmen Gafur"un yazarı, işte ileri yaşında, yeniden bir öykü kişisi yaratmak istiyormuşçasına, Tanpınar'ın atıp tutuşlarını, kadınlara düşmanlığını inceden inceye sıralıyor. Ne vefasızlık kalıyor, ne melek yüzlü şeytanlık. Âdeta bir buhran ânı. 'Öğrenci' Samet itiraz etmiş, çok şaşırdığını söylemiş, kadınlar için söylenmiş bu sözlere katılmadığını belirtmiş; anneleri, kızkardeşleri hatırlatmış, "... sonra işte bu lisede öğretmen olan ablam Tezer Ağaoğlu sizin bir kız arkadaşınız..."

Tanpınar'ın yüzü kıpkırmızı kesilmiş, çok üzülmüş birden. "Aman, aman sakın bu sözleri Tezer Hanım'a ve kimseye söylemeyin, yalvarırım size, çok fena, çok fena" demiş. Birkaç adım atmış; ders saatinin bitmesine çok varken, "sınıftan âdeta koşarak çıkıp git"miş.

Güncesinde de çok ağır ve çok kırgın bir sevda bunalımı var ama, Tanpınar onu 'tek başına' yaşıyor...

Samet Bey'in İlk Köşe'deki bir başka ilginç tespiti Huzur romancısının siyasete katılışıyla ilintili. Milletvekili, meclis kıyafetiyle bir fotoğrafı vardır Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, bana hep irkiltici gelir, sırtında sahne kostümü, sanki kötü bir aktör. Niye milletvekili olmak istemiş? Güncedeki, mektuplardaki ifade, daha çok maddî endişelerin ağır bastığı yönünde. İlk Köşe biz okurları ayrıca bilgilendiriyor:

"Tanpınar'ın milletvekilliği o yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri Memduh Şevket Esendal'ın gerçekleştirmeye çalıştığı bir yenileme hareketi sayesinde oldu. Esendal da edebiyatçı. Ayrıca mistik bir milliyetçi. Kendi çevresinde yine kendisi gibi sanatkâr ve mistik milliyetçileri toplamaya çalıştı diyebilirim. Tanpınar'ı biraz bu gaye ile seçti. Ama bir noktada aldanıyordu. Evet, Tanpınar mistik bir ruh sahibi idi. Fakat bu ruhu politika arenasına çıkarabilecek kuvvette değildi. Mistikti ama kurnaz değil. Esendal ise mistik inanışlarla realist hesapları bir araya kolayca getirebiliyordu."

Bence çok düşündürücü gözlemler, saptamalar, hem Ağaoğlu hem Esendal açısından. Tanpınar'a gelince, meclise girdikten kısa bir süre sonra Samet Bey'e şöyle demiş:

"Bak Samet, ben Büyük Millet Meclisi'ne değil, bir tekkeye girmişim meğer! Postnişin bir şeyh, çevresinde derece derece rütbeli şeyhler, sonra yine derece derece rütbeli müritler. Şeyh ve yanındakiler koridorların ortasında, başları dimdik, gözleri dört yana fırıl fırıl dönerek dolaşıyorlar. Müritler de yine derecelerine göre duvar diplerine yakın sıralar halinde. Benim gibi yeniler ise duvarlara hemen hemen sürünerek, başları eğik yürüyorlar, daha çok kaş göz işaretleri ile konuşmaya çalışıyorlar. Niye girdim bu tekkeye? Niçin girdim?"

1940'lı yıllar. Öyleyken, "şeyh" konumundaki kişi İsmet Paşa olacak. (Gerçi Tanpınar güncesinde İsmet Paşa'ya hayranlığını hep vurguluyor.) Samet Ağaoğlu'ysa bu satırları 1970'lerin iyice sonunda kaleme getirmiş. Yazmayabilirdi, kendine saklayabilirdi. Öyleyken onun "şeyh"i "Arkadaşım Menderes" mi oluyor, yoksa Celâl Bayar mı?

Siyaset yürek yakıcı.

Zaman, 18.08.2012

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0