Hocaların son numarası: İtinayla darbe sevilir! - Ersin Tokgöz

22 Şubat 2010 18:15  

 

Hocaların son numarası: İtinayla darbe sevilir! - Ersin Tokgöz

Önce Prof. İlber Ortaylı şaşırttı. Asker millet olduğumuzu, dolayısıyla darbenin genlerimize işlediğini söyledi ve darbe sevicilerin hiç de az olmadığı bu topraklarda bile darbelerin anormalliği üzerinde zoraki de olsa konsensüse varılmışken, tüm ağır abilik pozunu takınıp olası postal seslerini normalleştirmeye girişti.
Sonra Prof. Ahmet İnam... Felsefi literatürün “Aşk bir sudur iç iç kudur” seviyesinde takılıp kaldığı bu kısır topraklarda felsefe ile ilgili birkaç hakiki modelden biri olarak ODTÜ’de idolleşen öğretim üyesi.
Tam Ortaylı şokunu atlatıyorduk ki Prof. İnam da Akşam’daki ‘felsefeden kalkıp aşka konan sevgi kelebeği’ temalı yazılarına ara verip Genelkurmay’ın “Güçlü ordu güçlü Türkiye” tuhaf klişesini aldı, şimdiye kadar hiç kaybetmediği sakinliğini kenara bıraktı ve herhangi sıradan bir ulusalcı eyyamcının her köşe başında karşılaştığımız o jargonla taarruza geçti.
Yanlış anlamalara karşı önce “Bu savım bir militarizm övgüsü değildir.” mimini koyup “Bu vatan, ordusu gelişmeden gelişemez.” diye buyurdu Hoca. Eh; Hoca felsefeci, mantık kurallarından haberdar tabii ki... Eğer vatanın gelişmesi ordunun gelişmesinin bağımlı değişkeniyse, orduya laf söyletmemek lazım.
Zaten söyletmiyor Hoca. “...Orduya saldırıların çeşitli nedenleri olabilir. Orduya karşı Cumhuriyetin başından beri kuyruk acısı olanlar, orduyu susturarak, hınç duygusuyla, tasarladıkları dünyayı ülkemizde kurmayı tasarlıyor olabilirler.”
Bunları diyor ama ordu kaynaklı kuyruk acılarının önemli bir bölümünü es geçiyor. Mesela 27 Mayıs’ın kuyruktan da öte, bizzat boyunlarda nasıl acıya dönüştüğünü... 12 Eylül’ün acı kalıntılarının sadece kuyruk bölgesinde değil tüm bedende hala capcanlı durduğunu... 28 Şubat’ın vicdanlarda hala burgu gibi dönmesinden kuyruk acısını hissetmeye sıra gelmediğini... Denkleme dâhil etmiyor.
“Ordu darbe yapmam diyor” sözü Hoca için yeterli veri askere inanmak için ama Kafes’ler, Balyozlar, İrtica Eylem Planları askerden şüphe duyması için henüz veriye dönüşmüş değil.
“Genlerimizdeki askerlik sivillere de geçmiştir. Bu ülkede herkes asker!” önermesini sivil darbe goygoyu için kanıt olarak sunuyor Hoca ama alttan alta yükselen sivilleşme isteğini bir değişken olarak bile almıyor tezini gözden geçirmek için.
Tamam; “Ordumuza karşı tarafsız olamam...” diyerek tuttuğu tarafı en baştan belirtiyor. Ama taraf olunca, özgürlükçü diye küçümsediklerini edepsizlikle suçlayacak kadar dillere destan hoşgörüsünü yabana atıyor, okuduğu toplumsal hikâyenin sadece bir kısmını tek gerçek görecek kadar kariyerini adadığı bilimsel gelenekten uzaklaşıyor.
Oysa biz Hoca’yı bilim adamlığının yanında aydın bilirdik. İyi de; ezberin üzerine yatmak ne zamandan beri aydın tavrı oldu? Durum tespiti tamam... Ama “durum budur, o yüzden laf söyletmem, sorgulatmam” anlayışı hangi bilimsel ahlakla bağdaşır Hocam?
Yoksa her bilim adamı aynı zamanda aydın değildir deyip... Bir Ortaylı’yı, bir İnam’ı birikimleri nedeniyle kutsarken, militer dogmanın savunusu konusundaki şövalyeliklerine bakıp ‘yanılmışız’ diyerek mesela alanında uzman bir çekirge bilimciyle bir mi tutalım?
Bunda en başta kaybeden biz olmaz mıyız? Bu hocaların bir anda depreşen asker seviciliklerinden kazandıkları her neyse, bu kayıptan daha mı değerli yoksa? Sahiden öyle mi?


Radikal.com.tr

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0