Olgular, gerçekler ve Berktay'ın tarih 'masalları'

02 Mayıs 2012 18:57 / 1549 kez okundu!

 


Bugün Taraf gazetesinde 1 Mayıs 1977 katliamı üzerine Halil Berktay ile yapılan söyleşiyi kızgınlık içinde okudum.

Halil Berktay bu söyleşide "tarihçi" olarak sunuluyor. Bir köşe yazarı veya herhangi birisi olarak konuşsa, belki iddialarına gene karşı çıkardım ama kızgınlık duymazdım, çünkü tarihçi olunca olaylara farklı bakmanız gerekiyor. Bir birey ise istediğini söyleyebilir.

Berktay'a tarih dersi verecek değilim. Ben tarihçi değilim, o tarihçi, ama Taraf'daki söyleşisinde ileri sürdüğü tüm iddiaları kendi soyutlaması olmasına rağmen, bunları sanki olgularla kanıtlanmış gerçeklermiş gibi sunuyor.

Oysa 1 Mayıs 1977 için ortada çok sayıda belge var. Filmler, fotoğraflar, yüzlerce kişinin gözlemleri, anıları var. Ve 12 Eylül generallerinin yargılanmasındaki iddianamede, 1977 1 Mayıs katliamının, darbe öncesinin darbeciler tarafından oluşturulmuş provokasyonlarından birisi olduğuna dair iddialar var. Devletin savcısı bile katliamda devletin kimi organlarının sorumluluğunu araştırırken, Halil Berktay sütten çıkmış ak kaşık tutumu ile provokasyonun sorumluluğunu sola yıkmaktadır. Halil Berktay'ın ifadesi aynen şöyle: "Sol, kendi yaptığı rezillikten bir mağduriyet efsanesi yarattı."

Söyleşi boyunca solu yerden yere vururken kendisini aklamayı unutmuyor. 1 Mayıs akşamı çeşitli (kendi ifadesi ile) "anti-revizyonist" süper-solcuların Teşvikiye'deki evlerine gitmiş ve onlara "Yaptığınızı beğendiniz mi, ne oldu şimdi?" diye sormuş, onlar da cevap verememişler. Yani Halil Berktay daha o günlerde 1 Mayıs 1977'nin sorumlularını bulmuş ve kendisinin bu olaylarda hiç sorumluluğu yokmuş. Oysa Aydınlık üyesidir, sıradan bir üye değil, Doğu Perinçek'in önemli yandaşlarından birisidir ve 1977 yılında solda oluşmuş olan politik ortamda birçok başkaları ile birlikte katkısı vardır.

Ben 1977'deki 1 Mayıs'a Kurtuluş örgütü ile katıldım. Biz Unkapanı yönünden yürüdük. Önde çok sayıda fabrikanın binlerce ve binlerce işçisi vardı. Fabrika pankartları arkasında yürüyorlardı. Onların arkasında Kurtuluş, Kurtuluş'un arkasında da Halkın Kurtuluşu ve diğer Maocu, Arnavutlukçu gruplar yürüyordu. İşçi kortejinin sonunda elleri sopalı büyük bir "koruma" yürüyordu. Kurtuluş kortejinin arkasında da aralıklarla yürüyen 500'e yakın insan vardı, onlardan 100 metre kadar geride ise 30-40 kişilik bir başka Kurtuluşçu grup yürüyordu, asıl "koruma" onlardı. Onlarla burun buruna yürüyen Maocu veya Arnavutlukçu bir grup vardı. Onlar da "asıl korumaydı", onların arkasında ise normal kortejler yer alıyordu.

Maocu-Arnavutlukçu grubun en önünde yürüyen, bizim Kurtuluşçularla dip dibe olanların en sık attığı slogan "Sadık yoldaş kanın yerde kalmayacak" idi. Sadık Canaraslan, 1 Mayıs öncesi Halkın Kurtuluşu afişi asarken bir TKP'li genç tarafından vurulmuş ve öldürülmüştü. (Bu genç daha sonra mahkûm oldu.)

Burada sorun şudur: Kim 1 Mayıs'a kimin katılıp kimin katılamayacağına karar verme yetkisine sahiptir? TKP-DİSK belli ki kendilerini yetkili görüyordu ve diğerleri bence haklı olarak bu yetkiyi tanımıyorlardı. Arada ölü vardı ve gerginlik had safhadaydı.

Bizim kortejin ucu Tarlabaşı caddesinin sonuna, Taksim'in ağzına geldiğinde fabrika kortejleri alana girmiş ve bizim önümüze güçlü bir barikat çıkmıştı. Uzun süre orada bekledik. Arkadan Maocu-Arnavutlukçular bastırıyor, önde TKP barikatı açmıyordu. (Daha sonra öğrendim, Dev Yol'cular da Beşiktaş'tan geliyorlardı ve onların önüne de barikat çıkmış. Onları da içeri sokmamışlar ama Dev Yol yolunu değiştirip, Şişli tarafından meydana girmişti.)

Bütün bu gelişmeler, beklemeler, barikatlar gerginliği daha da arttırıyordu ve sonunda, Dev Yol'cuların alana girmesinden kısa bir süre sonra yapılan tartışmalar sonucunda Kurtuluş korteji büyük bir hızla, koşarak alana girdi, tabii sloganlarla: "Biji azadiya Kürdistan!"

Ben arkadaydım. Biz itiş kakış barikattan geçtik ve barikat bu sefer Maocuların ve Arnavutlukçuların önüne dikildi. Sonra bir el ateş edildi. Sonra bir polis arabasından (beyaz Renault) ateş açıldı. Ben oradaydım ve gördüm. Bu kadar ateş yetti. İki-üç, belki beş dakika sonra ben ve arkadaşlarım meydana girdiğimizde panik başlamıştı. Zaten önce Dev Yol'un, ardından Kurtuluş'un bir ateş topu gibi meydana girmesi de bir gerginlik yaratmış ve silah sesleri meydanda tam bir panik yaratmıştı. İnsanlar kaçışıyordu, yerlere yatmışlardı.

Ben Sular İdaresi'nin tepesinden üzerimize ateş eden görmedim, ama o kadar çok tersini söyleyen görgü tanığı ile karşılaştım ki, buna inanıyorum. Ayrıca 1 Mayıs'ın filmi çekilmişti ve bu filmde de Sular İdaresi'nin üstünde ellerinde uzun menzilli silahlar olan insanlar görülüyordu. Sadece ellerinde silah durmuyorlardı, silahı omuzlarına dayamış kullanıyorlardı. Ardından panzerler ve polis araçları meydana girdi. Var olan paniği daha da arttırdılar. Panzer altında ezilerek ölen en az bir kişi var.

Panzerler, Halil Berktay'ın söylediği gibi "açılan boşluklarda ne yaptığını bilmeden dolaşan araçlar" değildi.

Ben önce Şişli tarafına gitmeye çalıştım. Tek başıma kalmıştım, yoldaşlarımdan kopmuştum, orada kaçışan insanlara ateş eden, copla vuran polisler gördüm.

Sonra tekrar meydana döndüm. Meydan artık boşalmıştı ve ben de Kazancı Yokuşu'ndan aşağı indim. Yokuşun sonu korkunçtu. Birbirini ezerek yığılmış insanlar vardı. Onlara yardım etmeye çalıştık. Taksim İlk Yardım'a taşıdık.

Kazancı yokuşunun ortasında, ölü, yaralı yığınının hemen dibinde bir kamyonet duruyordu. Yolun ortasına adeta barikat kurmuş gibi. Daracık yolu kapamıştı. Ölümlerin başlıca nedenlerinden birisi o kamyonetti.

Evet, Halil Berktay'ın dediği gibi eğer çevreden keskin nişancılar meydana ateş açsaydı yüzlerce ve yüzlerce ölü olurdu. Ama belli ki amaç bu değildi. 1 Mayıs 1977'ye 1 milyon kişinin katıldığı söyleniyor, bu abartma olabilir ama aşağısı tıklım tıklım doluydu, gözünü kapatıp alana ateş açan biri tek kurşunla iki kişiyi vurabilirdi. Ama amaç 1 milyon insanı orada kıymak değildi, amaç gerekli paniği yaratmaktı ve bu yaratıldı.

Ayrıca ölenlerden üçü kurşunla, kafalarından yedikleri mermilerle öldüler. Yani yukarıdan ateş açılmıştı.

1 Mayıs provokasyonu için yeterli ortam, yeterli gerginlik vardı. Açık ki görevliler bu gerginliği, bu sol içi bölünmüşlüğü kullanabileceklerini iyi hesapladılar ve kullandılar.

Şimdi 1 Mayıs 1977 katliamını doğru dürüst soruşturacak bir dava açılmalıdır. 1 Mayıs katliamı, 12 Eylül generallerinin yargılanmasından ayrılabilir ve hızla sona erdirilebilir. Bu talebi artık Halil Berktay hariç herkes savunuyor, 12 Eylül referandumunda "Yetmez ama Evet" kampanyası bu talebi savundu. Evren ve Şahinkaya mahkemede, sıra 1 Mayıs katliamını uygulayanlarda.

Sosyalistler düşünce özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü savunurlar. Halil Berktay da istediğini söyleyebilir, kendi subjektif ve açık ki eksik olan gözlemlerini anlatabilir ama benim önerim biraz daha sakin olsun, dilini biraz daha itinalı kullansın. Gereksiz gerginliklere katkıda bulunmasın. 1 Mayıs katliamı gereksiz gergin bir dilin ürünü oldu, bunu o da biliyor.


Doğan TARKAN

02.05.2012

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.