Devlete meydan okuma mekanı olarak Meclis! - Osman Can

28 Temmuz 2011 00:46  

 

Devlete meydan okuma mekanı olarak Meclis! - Osman Can

Hukuku yaratan Meclis devletin yaratıldığı, yönetildiği ve denetlendiği asli yerdir. Meclis devlet mekânı değil devlete meydan okunabilecek bir alandır. 2011 seçimiyle Meclis yeniden devlete meydan okuma mekânı haline geldi.

Demokrasinin esası temsile dayanır. Doğrudan demokrasi henüz mümkün olmadığına göre bu böyle. Temsil ise milletin vekilleri eliyle gerçekleşir, ancak “temsil” Meclis’in bir bütün olarak uhdesinde olan bir sorumluluk ve imtiyazdır. Milletin tecelli ettiği tek kurumdur. “27 Mayıs hukukçuları”nın öğrenilmiş ezberleriyle uyuşmasa da, Türkiye sınırları dışında yazılı “parlamento hukuku” anlatan kitaplarda bu böyle kabul edilir.

Meclis dışında hiçbir organın veya kurumun milleti temsil veya millet adına hareket etme iddiası geçerli değildir. Meşru da değildir.

Meclis hukuksal kurum değil

Meclis bir “hukuksal” kurum da değildir. Öncelikle sosyal bir gerçekliktir. Dolayısıyla temsil yetkisi de hukukla inşa edilen bir yetki değildir. Bu yüzden de demokratik meclisler, toplumda gerekli görülen her durumda “kurucu” sıfatı kazanabilecek tek mekândır. Anayasayı asli olarak inşa edebileceğinden dolayı, bunun altındaki kuralları da asli olarak koyabilir. Kısaca hukuku yaratan mekândır. Devlet ise hukuk ile yaratılan bir kişilik, kurum, bürokrasi ve onları hukuken meşrulaştıran bir bütün olduğuna göre, Meclis aynı zamanda devletin yaratıldığı, yönetildiği ve denetlendiği asli mekândır. Kimin adına? Tabii ki toplum adına... Dolayısıyla meclis bir devlet mekânı değil, gerektiğinde devlete meydan okunabilecek bir mekândır. Milletin vekillerinin devletin kurallarıyla bağlı olduğu mekân değil, devleti kurallarla bağlı hale getirecekleri, kurum yaratıp, değiştirip kaldırabilecekleri mekândır. Yani halkın kendi kendini yönetiminin ilk ve asli aracı, kendi iradesini devlet aygıtına egemen kılmanın tek yoludur. Demokrasiden söz edilecekse, meclisin bu nitelikte olması şarttır. Diğer bir şart da, temsilin yalnızca periyodik seçimlerle değil, topluma yakınlık, toplumsal taleplerin yansıtılması, örgütlü toplumun desteği ve yönlendirmesiyle güçlendirilmesidir.

1923 dönüm noktası

Bu pazar Şükrü Hanioğlu’nun NTV’de yayınlanan “Tarih Sohbetleri” programında 1908 Meclisi’ni 1999 Fazilet Partili Merve Kavakçı olayını da hatırlatarak “devlete meydan okunan” meclis olarak tarif etmesi, bu konuya eğilmeyi zorunlu kıldı. 1908’de 2. Meşrutiyet ilanının ardından toplanan ilk meclis “Meclis-i Mebusan” çoğulcu ve renkli bir yapıdaydı. Bu meclis İttihatçılarla birlikte Ermeni, Rum, Yahudi ve diğer anasırın temsiline imkân vermekteydi. Devletin tecessüm ettiği yürütme gücü (Padişah ve merkez bürokrasisi) geriletilip dönemin şartlarının izin verdiği ölçüde gerçekleşen temsil ve meclis gücü öne çıkmıştı. Meclis mekânı temsilcilerin devlete meydan okuyabildiği ve devleti kontrol edebildiği bir mekândı. Ancak örgütlü toplum, siyasallaşmış ve orta sınıflaşmış ve temsili destekleyecek toplum eksikliği nedeniyle, devlet hızla meclisi ele geçirebildi ve anlamsızlaştırabildi.

1920’de toplanan Büyük Millet Meclisi de milletin temsilcilerinin devlete, İstanbul bürokrasisine meydan okuma mekânıydı. Bu meydan okumanın en iyi ifadesi olan 1921 Anayasasıydı. Ülkenin kurtuluşunu ana hedef olarak gören “Kürdistan”, “Lazistan” veya sair bölge mebusları vardı; şeyh, eşraf, sosyalist gibi bir daha meclis kompozisyonunda rastlayamayacağımız renklilikte bir temsiliyet imkânı sağlanmıştı. Bu mecliste bürokrasiye meydan okunabiliyordu. Kurtuluş Savaşı’nı vermekte kenetlenen meclis, tek kişi hegemonyasının yasal meşruiyetine izin vermiyordu. Toplumun dinamik bir güç haline gelememesi, Anadolu’da yeniden örgütlenen ittihatçı bürokrasinin, düzenli ordunun kurulmasıyla birlikte, meclisi ele geçirmesine imkân sağladı. Anayasaya aykırı 1923 seçimleriyle birlikte ortaya çıkan tek parti meclisi, devletin topluma meydan okuma mekânına dönüştü. Türkiye tarihinin gördüğü tek demokratik Anayasası bertaraf edildi.

‘Kuruculuktan’ kurulu organ

Üçüncü fırsat 1950 seçimleriyle ortaya çıktı. Toplum yeniden devlete egemen olmayı denedi. “Niye oy kullanmayayım ki, kasabada sandığa bir oy atıyorum, Ankara’da İsmet Paşa devriliyor” sözünde ifade bulan devlete meydan okuma çabası, yalnızca seçimde oy kullanmakla sınırlı tepki verebilen örgütsüz toplumsal yapı nedeniyle 27 Mayıs darbesiyle birlikte yeniden karanlığa gömüldü. Öyle bir anayasal düzen inşa edildi ki, meclis bir daha toplumun devlete meydan okuma mekânı olamadı. Aksine devletin topluma meydan okuma aracına dönüştü.

1961 Anayasasıyla meclis, egemenliği kullanan bir devlet organına, “kurucu”luktan “kurulu” bir organa dönüştürüldü. Meclis toplumun temsiliyet yoluyla kendi iradesini ve siyasal programını devlete egemen kıldığı bir mekân olmaktan çıktı. Siyasal irade Genelkurmay Başkanlığı’nda inşa edildi. Milli Güvenlik Kurulu’nda Bakanlar Kurulu’na tebliğ edildi. Bakanlar Kurulu bunları “tasarı” haline dönüştürüp mecliste kanunlaştırdı. Milletin temsilcileri, devletin politikalarını “icra memurları”na dönüştürüldü.

Hal böyle olunca, memurlar için geçerli kurallar onlara da uygulandı. Hepsi memurlar gibi ideolojiye sadakat yemini etmek zorunda kaldı. Bu nedenle başörtülü bir temsilci yemin etmek isteyince bir Başbakan’ın “Burası devlete meydan okunacak yer değildir! Biri bu Hanımefendiye haddini bildirsin!” şeklindeki tarihe geçecek söz de şaşırtıcı olmamalıydı. Darbeyle egemenlik kullanma yetkisine kavuşan Anayasa Mahkemesi “had bildirme” kutsal görevini hakkıyla yerine getirdi.

2011 seçimi ve tarihi dönemeç

Bu ilişkinin kopmaya başladığı 2000’li yıllarda yeni bir durumla karşı karşıyayız. 2011 seçimleriyle Meclis yeniden devlete meydan okuma ve ona egemen olma mekânına dönüştü. Şu anki meclis, hem kurucu bir güce kavuştu, hem de yeniden devlete meydan okunabilecek bir mekâna dönüştü. Tarihi bir döneme girdik. Bu demokratik inşa dönemidir.

Ancak kâbusun geri dönmemesi için toplumun seçimlerde oy kullanmakla yetinmemesi, meclisi desteklemesi, cesaretlendirmesi, anayasal dönüşüm sürecinde meclisle birlikte kuruculuk rolünü öne çıkarması gerekir. Yani meclisin kuruculuğuna, toplumun kurucu rolünün eşlik etmesi gerekir.

Star (27.07.2011)

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0