Bulmacanın eksik parçası - Sezin Öney

11 Temmuz 2012 14:37  

 

Bulmacanın eksik parçası - Sezin Öney

Bazen bir gizemi çözmek, tek bir ipucunun, tek bir parçanın, tek bir detayın anahtar olup tüm tabloyu gözler önüne sermesine bağlıdır.

Dedektif romanlarının, yaz rehavetinde, gizem ve kötülükten örülü buzdan dünyalarından esip gelen soğuk bir serinlik verdiği günlerdeyiz.

Benim dedektif romanım da, “AKP’nin bukalemun karakterinin esrarı”ydı. Artık, “polisiye roman” da diyemiyoruz malum, o da başka siyasi çağrışımlar yapıyor.

Geçen hafta, ABD merkezli dış politika dergisi Foreign Affairs’de, Steve A. Cook ve Michael J. Koplow’un, “Turkish Paradox: How the AKP Simultaneously Embraces and Abuses Democracy” (Türk Paradoksu: AKP, Demokrasiyi Nasıl Hem Kucaklıyor ve İhlal Ediyor” başlıklı bir makalesine atıfta bulunmuştum.

Cook ve Koplow, söz konusu paradoksu, “Evet, Türkiye vatandaşları, toplumsal yaşama daha fazla katılabiliyor” ama “hükümeti eleştirmek de giderek kısıtlanan bir tavır” diye özetliyor demiştim.

Bu makaleye atıfta bulunurken, benim yazımın sorguladığı, “AKP ile tarihin sonu mu?” sorusunu, Doğan Gürpınar ve İlkan Dalkuç da, Hertaraf sayfasında yayınlanan bir yazılarında yöneltmiş. 30 Aralık 2011 tarihli bu yazıyı atlamış, okumamıştım.

Çiçeği burnunda bir Twitter şahsiyeti olarak, sanal ortamda okuyucu Erkan Şen tarafından Gürpınar ve Dalkuç’un yazısından haberdar edildim. Kendisi sağolsun.

Gürpınar ve Dalkuç ile düşüncelerimiz çakışıyor ve ayrılıyor. Onlar diyor ki;

“‘Tarihin sonu’ algısı (... ) indirgemeci algıya ve Türkiye siyaseti okumalarına dayanmaktadır ve bizzat (her iki cenahta da) siyaseti reddeden bir önkabulün neticesidir... 1990’ların ve yalan bir “hakikat rejimi”nin çöküşün ardından, orduya dayanılarak konforundan faydalanılan suni siyaset simülasyonunun sona ermesi ve hakiki siyasetin (ve mavi hap yerine kırmızı hapı almaya cesaret edebilenler için “gerçekliğin çölü”nün) başlamasıdır”.

Ayrıldığı nokta bu; ben, AKP ile beraber, suni siyaset simülasyonununa (zaten) dayanan sistemin, tam da karşılığını bulduğu, tencerenin yuvarlanıp, kapağına kavuştuğunu düşünüyorum.

Çok da ironik biçimde, AKP aslında, “Atatürk”üyle (ama İnönü’sü yok, Abdullah Gül olabilirdi belki belki), 1930’lara evrilen yılların CHP’si tam da. Hatta, o dönem CHP’sinin isteyip de asla olamadığı...

Gürpınar ve Dalkuç, “Yaşadığımız ise siyasetsizliği ima eden, ‘tarihin sonu’ değil bizzat ‘siyaset’in (ve dolayısıyla ‘tarih’in) ta kendisidir ve ilk kez siyasetin bu derece (ve bazılarının gözünde adeta ‘zalimce’) aşikâr olmasıdır” diyor.

Gürpınar ve Dalkuç’a burada katılıyorum; ama onların siyaset tanımına ben, bir tanımlama da ekleyip, “ala turka” siyaset derdim. Kelimelerin karakterleri varsa eğer, “ala turka” da, ne Fransızca, ne Türkçe, kendine karşıt olarak Batı’yı koyup, hem hayıflanan, hem imrenen, hem de Batı’ya “gıcık” olan bir kelimedir. Osmanlı’dan bugüne de, Türkiye tarihinin her döneminde de güncelliğini yitirmemiştir.

Çünkü, tüm alavere dalavereyle de olsa siyaset, dünya genelinde, her yerde, sadece yazarların şu tanımından ibaret değil; “ahlaki tezatlara dayanmayan, belli dengelerde stabil olan, kaygan ve ‘oyunların bitmediği’ bir düzlem”.

Bir etik, ahlaki yaptırım gücü var, “siyaset”in sadece bir yönü olan bu oyunculuğu dengeleyen, dozunu ayarlayan; o da, toplumsal, insani, vicdani talepler, tabandan, kamuoyundan gelen.

İşte bu noktada, takılıp kalıyordum ben; aslında “AKP ile tarihin sonu mu” sorusunun da, Cook ve Koplow’un “AKP ile Türkiye Paradoksu” tezinin de, benim kendi kafamdaki izdüşümü, bu vicdan ince ayarının Türkiye’de nerede olduğuydu.

“Neden AKP’ye rakip yok?” veya Gürpınar ile Dalkuç’un daha sofistike sözleriyle neden siyaset “tek kale maçla devam” ediyor ve “siyasetin siklet merkezi”, “yaşanan kutuplaşmanın bir neticesi olarak öngörülmeyen (ve giderek sağlıksız) bir noktada stabil oluyor?”

Ben cevabımı, beklenmedik bir yerde, ‘maliye’de buldum.

Türkiye’de Maliye’nin nasıl çalıştığını çok iyi bilen Kamu Yönetimi uzmanı Şerif Sayın’ın, “Demokratik Rant Devleti” adıyla 2010’da Radikal’de yayınlanan yazısı (ve aynı gazetedeki diğer yazıları) benim için, bulmacayı tamamlayan eksik parça oldular.

Sayın, bu yazısında, “AKP devletin rant yaratma ve dağıtma becerisini son elli senedir en etkin kullanan partidir” diyordu. Sayın, “Örgütlenme becerisi son derece yüksek olan AKP, yönetim kadrolarını ele geçirerek parti liderliğine ve örgütüne son derece sadık bir bürokrasi yarattı. Devletin içindeki bürokratik derebeyliklerini yok etti ve devlet gücünü konsolide etti. Bunun sonucunda, devlet içinde iş yapma -yani rant yaratma ve dağıtma maliyeti (transaction cost) son derece azaldı... Parti örgütü ve bürokrasi birlikte nereden, kim için, ne kadar rant yaratılacağını ve bunun nasıl dağıtılacağını tasarladılar, elbirliği içinde rantı ilçe örgütlerine ve köylere kadar örgütlediler, tüm rant çarkları birbirlerine eklemlendiler. Muhteşem bir rant verimliliği sağlandı - devletin yönlendirdiği rantlar öncesine oranla hem daha geniş kesimlere yayıldı tüketim arttı- hem de yüksek oranda sermaye birikimine yol açtı” diye devam ediyor.

Gerçek siyaset de işte bu; Ankara’dan canlı yayın izlenen tiyatro değil. Çok güzel işleyen bir ala turka modelimiz var; ama yanlış sistem doğru işler mi, her çıkar ve saadet zinciri, bir gün ‘gerçekler’ karşısında çökmez mi?


oneysezin@hotmail.com

Taraf

10.07.2012

----

>> CHP’yi kurtarmaya doyamayanlar için - Doğan Gürpınar ve İlkan Dalkuç

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0