Sevgili Mertcan

08 Ocak 2019 09:21 / 2009 kez okundu!

 

 

Bu ülkenin gören gözlere, duyarlı kalplere, kendinden olmayana da sızlayan vicdanlara ihtiyacı var.

Yasalarının, sisteminin çocuklardan yana olması gerek…

Daha doğmadan, doğarken, doğduktan sonra, ama, ölmeden, öldürülmeden…

Her yavru kuşun kaydının düşülmesi, izlenmesi gerek, her çocuğa güzel yarınlar yaratılıp, yapılıp çatılması, güzel kaderler biçilmesi, çocukların çıkaramasalar da seslerinin, şarkı ve çığlıklarının duyulması, imdat dediğinin duyulması gerek…

Çocuklar hangi kaderle hangi ebeveyne bağışlandı, ne yer ne içer, neden yiyip içemez, ısınır mı, yorganını örteni, sırtını tıpışlayanı var mı, o çocuğa bir gelecek, binbir umut sunanı var mı, yoksa neden yok diye çabalayanı, iz süreni, kayıt düşeni olsa gerek, neden yok peki, neden yok, neden yok, neden?

 

****

 

Sevgili Mertcan, 

Babasının dövdüğü Mertcan hayatını kaybetti

 

Kadersiz, kırgın, güzel çocuk…

Ne mert’lik gördün bu dünyadaki kısacık ömründe, ne can buldun…

Aylan’lar gibi, savaşın öbür bahtsız çocukları gibi ‘ce!’ deyip geçiverdin hayattan.

Ölme’cilik oynadın, oynamaz ağrısına yataydın…

Hadi onlar mülteciydi, vatansızdı, savaşın ortasındaydı, ya sen hangi savaştaydın, garip yüzlüm, boynu büküğüm, gözleri hep mor olanım?

Hatay İskenderun’dan, babasının öldüresiye dövdüğü, dersine çalışmadı yalan bahanesiyle üstünde süpürgenin borusunu kırdığı, üç gün yoğun bakım işkencesinden sonra can teslim eden Mertcan oğluş…

Çok çocuk geçti elimden kırk yıl boyunca, kaderi senden az iyi, daha kötü nicesinin ilkin dosyası geldi önüme, sonra kendi, hikayesi…

Kısa hikayenin ne acı olduğunu, son’unun yazılmadığını gördüm, pek azının derdine deva olunduğunu…

Kederi seninkine denk ya da daha ağır olan kız ve oğlan çocuklar, alışmış olmalıyım, haklısın, zulme alışılmıyor …

Ha, yaşasan ne olacaktı, sen de haklısın… Bu babanın elinde oğul olmaktansa kara toprağa karışmayı yeğledin demek…Yetişkin olaydın, askere gideydin, fırıncıya yahut kebapçıya çırak duraydın, kız kaçıraydın, bir yuva kuraydın, yahut başka diyarlara sığınaydın, balığa çıkaydın, turist gezdireydin, künefeci olaydın, ama, yaşasaydın ne vardı?

Bunlar iyi kaderler öyle mi? Haklısın… Babanın yoluna da ağabilirdin, baksana her melanete bulaşmış… Eviniz dağılmış, annen kardeşinle senin sorumluluğunu alamamış, kalmışsınız o adamın eline…

Başka yolu yok muydu ey yetkililer?

Yetkili sevgisizler, ilgisizler, kendinden gayrıya gözü gönlü kör olanlar!

Bizim elimizden geçeydi dosyan kuş mu konduracaktık?

Doğru…

Kuş değilse de, senin kanatlarını koparmayacaktık.

Bir muhtar, bir komşu bile dilekçe verip senden sorumlu olabilecekken…

Kimse görmedi, duymadı mı? Bu zulüm ilk olamaz, kimbilir ağzı dili olaydı o duvarlarınızın neler söylerdi bize…

Bu yavru kuşu kimse yuvasına kondurmuyor, konduran da sumsukluyor, gözünü morartıyor, sırtında sopa kırıyor, baksanıza bükük boyuncuğu sap gibi, hem de gözleri kırgın bakıyor…

Küsenek, çaresiz, mutsuz bu yavru kuşu, hiçbiriniz görmüyorsunuz, dert!

Aile mahkemeleri yok mu bu ülkede, yargı vesayeti kime verdiğini bilmiyor mu?

Sabıkalı bir adama, onun yaşlı anasına, peki sen Mertcan, sen hangi yuvaya, hangi insana?

Yeni sistemde ilkokul birde olmalısın, okumayı sökemediğin anlaşılıyor, henüz harfleri tanımıyorken zulmü tanıdın, harflerden önce…

Okuldaki öğretmenin de mi ayıkmadı?

Daha ortada tarih, coğrafya, matematik bile yoktu, yalnızca çizgi…

Keşke hayatın çizgi roman kahramanı gibi olaydı Mertcan, hani üstünden kamyon geçse de, yıldırım düşse de çizgisini düzeltip, üstünün tozunu silkip, kaldığı yerden hayata devam eden çizgi kahraman olaydın, olaydın da ölmeyeydin…

Hiç olmadı, anne yazabileydin, Atatürk yazaydın, iki kere iki dört diyeydin, ama, ölmeyeydin…

Sizin hanede iki kere iki bir ediyor, hatta sıfır… Anne yazabildin diyelim, baba’yı nasıl yazacaktın? Her harfinde bir yumruk yiyecektin, o rasmeres gelmez olası adam kılıklıdan, hiç yazmasan hiç olmazdı.

Senin kader baştan bozuk çatılmış be kara gözlüm…

Sınıftaki öğretmenin, mahallenin komşuları, okul yöneticisi, sıra arkadaşın, rehber öğretmen papatya mı topluyordu, nerdeydiler, neden bakıp göremediler, neden kimse sormadı?

Neden sustunuz hepiniz, ey herkes, nerdeydi kulaklarınız, gözleriniz, hiç mi acı çekmiyorsunuz şimdi?

Bu devlet garibine o garibin hısımından, atasından ötesinden yakın olmayı bilirken, devlete neden demediniz, korunma altına aldırmadınız?

Biri atarken biri tutarken, anne bakamazken, baba her marifete boyanmışken, yaşlı/düşkün/bilmez kişi elinde büyümeye, hayata tutunmak şöyle dursun, bi köşesinden ilişmeye çalışan seni kurum bakımına vermeyi neden kimse düşünmedi?

Vesayeti verecek insan bulamayan yasa kişisi de mi akıl edemedi?

Büyüklerin karman çorman dünyasında sen soluk çizilmiş bir sayıcıktın Mertcan, dünyası batsın!

Gözardı edilebilir telafattın sen  oğluş…

Şimdi dökülen gözyaşlarının, ‘beni bırakıp da gitme’lerin, ekranda hikayeni seyredip de ‘cık cık’ etmenin hiçbir anlamı yok, yok!

Bir çocuk bunca mı sahipsiz bırakılır?

Kimse duymadı sesini, çıkaramamış olmalısın o zayıf, sitemkar sesi…

Bu ülkenin çocuk ordusunun iyi komutanlar elinde hayat denen bu savaşta güçlü kılınması gerek.

Tüfeği kitaplar, çiçekler, şarkılar, kurşunu tohumlar olması gerek.

Bu ülkenin gören gözlere, duyarlı kalplere, kendinden olmayana da sızlayan vicdanlara ihtiyacı var.

Yasalarının, sisteminin çocuklardan yana olması gerek…

Daha doğmadan, doğarken, doğduktan sonra, ama, ölmeden, öldürülmeden…

Her yavru kuşun kaydının düşülmesi, izlenmesi gerek, her çocuğa güzel yarınlar yaratılıp, yapılıp çatılması, güzel kaderler biçilmesi, çocukların çıkaramasalar da seslerinin, şarkı ve çığlıklarının duyulması, imdat dediğinin duyulması gerek…

Çocuklar hangi kaderle hangi ebeveyne bağışlandı, ne yer ne içer, neden yiyip içemez, ısınır mı, yorganını örteni, sırtını tıpışlayanı var mı, o çocuğa bir gelecek, binbir umut sunanı var mı, yoksa neden yok diye çabalayanı, iz süreni, kayıt düşeni olsa gerek, neden yok peki, neden yok, neden yok, neden?

Bugün Mertcan’a yarın sana bana, hepimize…

Sormadığın her sorudan, sunmadığın her olanaktan sen de sorumlusun, diyemedin büyüklerine, sesin soluğun çıkmadan küsenek, kırgın, yaralı ve suskun çekip gittin…

Önce yakınların, sonra yasal kararlar ve üstünkörü çizilen kaderin, sonra okulundakiler, sınıfın, sıran, öğretmenin, rehberliğin, okul yönetimi, büyükanneler, elbet en başta anne baban…

Olmaz olsun, daylı soksun, yarım gören, hiç duymayan, vurdu mu öldüren, ‘âlemin derdinden bana ne ben kendime yetemezken’ diyen herkesi, çocuklara bir dosyalık anlam, önem, umut veremeyenleri, hepimizi…

Ah Mertcan!

Mertliğin azıcık bile olduğu zamanların çocuğu olaydın keşke…

‘Elinizde, ilinizde çocuk olacağıma kedi olaydım’ dercesine kederle, boynu bükük bakmayaydın.

Varsın sürüneydin, azla yetineydin, belki devlet baba gür güven vereydi de okullar bitireydin, güzel yahut vasat kaderlerin, sevmelerin, gülmelerin, ağlamamaların çocuğu olaydın, ama, öldürülmeyeydin…

Ah!

Çocukların ettiği ah’lar duyulur elbet birgün…Hem bizde hem dünyada…

 

Ayşe KİLİMCİ

08.01.2019

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.