Hüsnü Arkan

06 Ekim 2012 11:08 / 1882 kez okundu!

 


Ankara’da bin yıl öncesi bir zaman. Zafer çarşısında yeni walkman saltanatı başını almış gidiyor. Öğrencisin. Cebindeki para sayılı. Savurgansın aynı zamanda.

Babanın Kâzım dayısı sana benzermiş!.. Mudanya’da ne var yok bitmiş. Şimdilerde bir evin varlığından söz edilmekte. Hayal!..geride kim kaldı. Bir iki kuzen. Seslerini duymadığın anılar. Neyse dönelim.

Yaşamadığım günlerin hatırına sevdim ben sizi. Ranza yatakların kuytusunda kaldım hep. Alt kat benimdi. Sessizlik yüreğimin şarkılarını besledi. Pilin yettiğince döndü kaset. “Seni düşünmek güzel şey ümitli şey…” Böyleydi galiba sözleri. Yıllar yılı inandım. Sonra sokaklar savruldu “düşler” geldi apansız. Yıkık yerlerde karşılaşmalar. İşten sorular. Merakın bitmediği “şimdi”.

Kapılara çıktık. Herkes. Bitecek sandık. Kandırılma böyle başlıyor. İnsan ihaneti kendi elleriyle gerçekleştiriyor. Meydanlarda cümleler. Asalım besleyelim!.. Okulda çok sevdiğin, inandığın arkadaş. Gitti. Şimdi davalar. Eylül konmaya telaşlı ölümde. Öldük öldürdüler. Haksızlık kement oldu düşmez lokmamızdan.

Söz güçlü kılıyor. Söz baştan çıkartıyor yaratıyor. İnsanın efendisi dil. Akıyor gerçeğe. Hüsnü Arkan “Mino’nun Siyah Gülü” adlı kitabında kasabanın duvarında başlayan sinema filmini son sayfaya kadar akan karelerle canlandırıyor. Mino bir şölen acıyla, gözyaşı ve kahkahayla dolu. İki ayrı yaşta iki çocuk yiten. Kavrulan kadim “aşk”. Özgürlük ve uçup gitme duygusu. Sonra kalmak isteyen yine aynı “aşk”. Toprağa bakışan bir çift göz. Aşk nasıldır diyen varsa içinizde bilin ki henüz rastlaşmamış.

Teninden kaçanların bulduğudur “aşk” ancak “bulunduğu” değildir. Sesli sinemanın solgun ışıklarında kaçamak bir yorgan altı olmalı sevmek. Çatı katlarının gıcırdayan merdivenleri yatalık eder gizliliğe. Bir tek onlar sır tutar. Bavullar sürüklenir oradan oraya. Kıymetlidir içindeki kâğıtlar. Ülkemizin yatak altları güven içindeyken karışır çekmeceler. Havlular dağılır ortalığa ve bir çocuk daha düşer. İşte “aşk” ölüm kılığında yutkunur. Durur, düşünür ve ağlarsınız.

Kime, kimden gelir mektuplar. Mino? Resim yapmaya başlayan ağaçlar, fotoğraf çekmeye gelen üç tahta ayak…büyür kalp, ağrır, balkonlardan taşar Halil RıfatPaşa’nın yokuşundan çıkanlar. Şaşkın bir adam, iki çocuk, bir kadın kaçar. Aşk dolu bir su bardağında kokuşur.

Kitaptan cümlelerle buluşalım. Gözlerin gözlere değdiği zamandır “aşk” şimdi yok olmuş.

“Çünkü aşık olduğuma karar verdim…Ben verdim; yani buna karar verilebiliyor…hatta ona bir mektup gönderdim…”

… “Şu sıralar aşk rengiyim… Koyu çaylar içiyorum, olmuyor. Geçende gecenin bir vakti babamın likörlerinden içtim. Misafir odasındaki dolapta saklıyor onları. Dört şişeden birer kadehçik… Yarım su bardağı da votka. Bahçede turunç ağacı var ya…”


Ölümlerin gençleri, bağevleri, üzümler ve Mino.

Okuyun…seveceksiniz. Başınız dönecek. Kitabın müziği var, dili var…yakın tarih…o “eylül”…çocuklar…çocuklar.


İffet DİLER

5 Ekim 2012

“deniz kenarı”


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.