Gençler ve Toplumsal Þiddet Üzerine

08 Nisan 2009 12:42  

 

Gençler ve Toplumsal Þiddet Üzerine

Ömer Madra: Ýstanbul Üniversitesi Cerrahpaþa Týp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi bölümünden, öðretim üyesi Prof. Dr. Levent Kayaalp’le beraberiz. Konumuz aslýnda okul aðýrlýklý olmakla beraber, toplumsal þiddetin gençler üzerindeki tehlikesi. Ýletiþim Yayýnlarý’ndan yeni çýkan, Eric Debarbieux’nun kitabý Okulda Þiddet, Küresel Bir Tehdit için bir önsöz yazmýþsýnýz. Kitap Ýsmail Yerguz’un çevirisiyle yayýmlanmýþ. Bu araþtýrmada Türkiye yok, ama Türkiye’de neler bekliyor bizi diye konuþmak istiyoruz. Hoþgeldiniz.

Levent Kayaalp: Hoþbulduk. Ben öncelikle teþekkür ediyorum bu konuyu ele aldýðýnýz için. Bu mesele genellikle bir salgýn halinde gündeme gelir, genellikle Batý’da bir okulda bir olay yaþandýðý için ve çok kýsa sürede de unutulur. Siz en azýndan aradan belli bir süre geçmesini beklediniz, bilmiyorum þu ya da bu nedenle, ama en azýndan olaya bir mesafe almak, daha sakin kafayla bunun üzerine düþünebilmek için iyi oluyor.

Bu olaylar insanlara çok çarpýcý geliyor bir çok nedenle. Birincisi okulda þiddet anne babalarý çok korkutuyor, çünkü okul aslýnda þiddetin denetlendiði, daha çok sembolizasyon süreçlerini ön plana çýkaran, davranýþtan çok simgeleþtirme süreçlerini ortaya çýkaran bir yer. Okula baþlayan 6 yaþýnda bir öocuktan beklenen þu: yerinde oturacak sýnýfta hareket etmeyecek, motor davranýþýný kontrol edecek ve dýþarýda uçan kuþa, helikoptere deðil tahtaya bakacak, öðretmeni dinleyecek ve kurallara uyacak. Böyle bir kalýp var. Bir bakýyorsunuz bu kalýbýn olduðu yerde aslýnda çocuklarla hiç de biraraya konmayan bir baþka unsur çýkýyor: þiddet.

“Þiddet” derken de biraz düþünmek lazým, farklý kavramlar var bu konuda, “þiddet” var, “tahripkârlýk” var, “saldýrganlýk” var. Þiddet her ne kadar bir çok yerde mahkum ediliyorsa da, aslýnda bütün iktidarlarýn kullandýðý bir araçtýr aslýnda; bunu hep vurgularým. Tüm güçler, iktidar olsun, din olsun, ideoloji olsun, þiddeti kullanýyorlar; ancak þiddeti kodifiye ediyorlar, belli koþullarda þiddet uygulanýyor, o zaman mübah.

ÖM: Kendi tekellerinde bulunduruyorlar.

LK: Son yüzyýla bakýn, býrakýn büyük dünya savaþlarýný, en yakýn zamanda Afrika’da yaþanan kabileler arasý kýyýmlara bakýn, insanda böyle bir potansiyel var.

ÖM: Ne yazýk ki evet!

LK: Bunu inkâr etmek mümkün deðil, ama okuldaki þiddetin bu kadar çarpýcý olmasýnýn nedeni baþka; yetiþkinler zannediyorlar ki þiddet sadece yetiþkinlerin tekelinde, onlarýn denetiminden çýktýðý zaman çok rahatsýz oluyorlar, özellikle de çocuklardan çok gençlerde çýktýðý zaman.

Gençlerin þiddetle çok özel bir iliþkisi var, þiddete yatkýn olduklarýndan deðil, geliþimleri itibariyle ergenlik döneminde bir tür þiddete maruz kalýyorlar. Bu size çok anlaþýlabilir gelmeyebilir, ama Gregor Samson’ýn sabah uyanýþýný düþünün; tabii ki ergenler bir sabah böcek þeklinde uyanmýyor, ama giderek, kýsa bir süre içinde, aynadaki görüntüsü deðiþiyor, sesi deðiþiyor, bedeni deðiþiyor. yani fiziksel olarak bir deðiþikliðe maruz kalýyor ve bu deðiþiklik onun denetimi dýþýnda. Böyle baktýðýnýz zaman, geliþmekte olan ergenin bedensel deðiþiklikleri de sýrf onun denetiminde olmadýðý için, maruz kaldýðý bir þiddet gibi görülebiliyor, böyle gören düþünürler de var. Bu iþin bir boyutu. Ýkinci boyutu da þu; hep kullanýlan bir tabir vardýr, özellikle 60’lardan sonra kullanýrlardý, “altyapýnýn geliþmesini üstyapý izleyemedi” diye. Maalesef ergenlikte de böyle bir durum söz konusu; bedensel geliþmeye o bedeni kullanacak zihinsel geliþme eþzamanlý eþlik etmiyor. Dolayýsýyla ergen dediðimiz zaman bir anda fiziksel olarak bir çok imkâna sahip olan, ama bunlarý kontrollü kullanabilecek zihinsel üst yapýyý henüz oluþturmamýþ gençleri görüyoruz. Bu belki diðeriyle birleþince, gençlerin þiddete yakýnlýðýný açýklýyor, ille de þiddet kullanacak deðil tabii. Bunun potansiyelden uygulamaya geçmesi çok farklý koþullarý da gerektiriyor, yoksa her genç þiddet kullanacak diye bir þey yok. Dolayýsýyla böyle bir potansiyel var ortada.

ÖM: Burada medyanýn yaklaþýmýna da birazcýk deðinmemiz gerekiyor; medya bu gibi konulardan büyük keyif alýyor galiba. Doðruyu söylemek gerekir ki, okur sayýsýný arttýracak, tabir-i caizse “reyting” yaptýracak bir olay olarak bakýyor. Bu da iþi daha da karmaþýklaþtýrýyor olmalý.

Avi Haligua: Niye reyting yaptýðýný da söylemek gerekiyor, hem ailelerin endiþelerini beslediði için, hem de iþin içinde genellikle “kavga”, “gençlik”, “aþk” vs. gibi çeþitli anahtar kelimeler yer aldýðý için herhalde.

LK: Ýnsanoðlunun iki temel baþ belasý eðilimi vardýr; bunlardan biri tahripkârlýk diðeri de cinsellik. Dolayýsýyla her toplumsal örgütlenme bunlarý denetleme ve kodlara baðlama eðiliminde. Toplumun geliþiminin deðiþik evrelerinde bunlar bir miktar serbest býrakýlýyor, kanalize ediliyor, ama her zaman için bir bastýrma söz konusu. Zaten bir anlamda uygarlýk dediðimiz de bu iki eðilimin bastýrýlmasý üzerine kurulu. Freud bunu böyle söylüyor, ama ondan çok önce Diderot’nun bir lafý vardýr; “Bu insanoðlu denen vahþinin yavrusu, eðer gücü yetse, eline geçen ilk fýrsatta babasýný öldürür, anasýnýn yataðýna girer” diyor.

ÖM: Dini kitaplarda da zaten baba katli temasý üzerine hikâyeler vardýr.

LK: Bu Diderot’un yýllar önce tespit ettiði bir þey, daha sonra bu teorize edildi. Bu iki eðilim sürekli denetim altýnda tutulmaya çalýþýldýðýndan, bunlarýn kaçaklarý ister istemez çok dikkati çekiyor. Cinsellik tabii Victorian dönemdeki kadar denetim altýnda deðil artýk, ama dikkat ederseniz son zamanlarda cinselliðin bir takým uç örnekleri çok ilgi çekiyor. Mesela ensest, ya da çok daha ilkel ve tahripkâr bir takým eðilimlerin ortaya çýktýðý durumlar. Bir aralar insan yeme konusu çok modaydý, hala da bir takým web sitelerinde bununla ilgili þeyler var, Almanya’da bununla ilgili bir takým olaylar yaþandý. Bu niye insanlarýn ilgisini çekiyor? Ýnsanlarýn genetik kodunda bu yok belki, ama türe özgü bir takým özellikleri bunu içinde taþýyor. Bu belki çok rahatsýz edici ve itici bir iddia, ama baþka türlü, günümüzde bile insanlarýn birbirini kitle halinde katletmesini açýklamak mümkün deðil. Yani Tutsilerle Hutularýn aralarýndaki temel fark neydi ki? 500 bin’ini öldürdüler.

ÖM: Hatta daha fazla.

LK: Evet. Böyle bir tahripkârlýk var, bu konuyla uðraþan kiþilerin öne sürdükleri iddialar bazen çok gerçek dýþý gelebilir, mesela bu tahripkârlýkla ilgilenen Melanie Klein’n bu konuda çok ilginç fikirleri vardýr; insanoðlunun doðasý gereði çocukta karþý tarafý, özellikle de bakým veren kiþiyi parça parça etmeye yönelik eðilimleri olduðunu söyler. Onu parçalama, içine girme. “Bunlar çok spekülatif þeyler” diyebilirsiniz, ama etnik temizliklere baktýðýnýzda çok ilginç davranýþ kalýbý var, özellikle hamile kadýnlarýn karýnlarýnýn yarýlýp içindeki bebeklerin çýkarýlýp öldürülmesi mesela. Buna baktýðýnýz zaman hiçbir politik kalýba da uymuyor, burada bireysel bir motivasyon söz konusu. Yani o kiþiyi öldürmek yeterli olmuyor, karný açýlýyor, içinden çocuk çýkarýlýyor ve o çocuk öldürülüyor. Bu cidden insanoðlunun çok çok altlarda yatan bir takým davranýþ þemalarýnýn özel koþullarda ortaya çýkmasýyla ilgili.

AH: Bunu psikolojik savaþýn da bir parçasý olarak saymak mümkün mü? Çünkü þöyle bir þeyi de gözlemlediðimi düþünüyorum, doðru mudur tabii bilmiyorum, ama insanlarýn özellikle sürü halinde, otorite altýnda bu tip iþleri yapmaya daha yatkýn hale geldiðini düþünüyorum. Çünkü burada hem sürü psikolojisi etken hem de aklýn bir otoriteye aktarýlmasý sebebiyle, bu tür þeyleri düþünmeden yapabilmek daha mümkün. Böyle bir baðlantý kurmak mümkün mü?

LK: Tabii bunlarýn yapýlabilmesi için olaðandýþý koþullar gerekiyor, bunlarý yapan kiþiler canavarlar deðil. Yani Almanya’da, Almanlarýn büyük bir bölümü haberdardý toplama kamplarýndan ve Yahudilere yapýlanlardan, ve buna ses çýkarmadýlar. Bu adamlarýn hepsi canavar deðildi.

ÖM: Çok özel dil kodlarý filan kullanýlýyor tabii ki orada da ve heryerde de aslýnda.

LK: Ýdeolojinin yaptýðý þey bu, Almanya’da bir çok özürlü çocuðun anne ve babasý, çocuklarýnýn cennete gideceðini düþünerek onlarýn yok edilmesini kabul ettiler. Yani ideoloji dediðiniz de biraz bu iþe yarýyor. Sizin söylediðiniz durumda, bir tür þiddetin kodifiye edilmesi de var. Aslýnda benim deðinmek istediðim nokta o, yani nasýl katiller kahraman olur?

AH: Bunun olumlu ya da olumsuz olarak adlandýrýlmasý, kodlanmasý.

LK: Evet. Özellikle deðineceðim nokta, siyasi iktidarlarýn, ideolojilerin, bu konuda son derece iki yüzlü olmalarý; yani þiddeti, kendilerinin belirlediði þekilde kullanýldýðýnda kahramanlýk olarak vermeleri, ama onlarýn onlarýn onaylamadýðý þekilde kullananlara “katil” denilmesi. Böyle durumlarda en riskli grup hangisi? Yine gençler oluyor, çünkü gençlerin þöyle bir sýkýntýsý var; -Türkiye’nin özel koþullarýna da deðineceðim-, her genç çocukluktan yetiþkinliðe geçerken bir yetiþkin olarak kendine bir kimlik oluþturma durumunda. Bunun ilk kavgasý anneyle, babayla verilir, “sen bilmiyorsun, sen etmiyorsun” diye, klasik kuþak çatýþmasý þeklinde. Bazý toplumlar bu bakýmdan özellikle risk altýnda. Hangileri derseniz, anne babanýn otorite konumlarýný kaybettiði toplumlar, ki Türkiye’de bu zamanlarda bunu sýk görüyoruz. Örneðin babalarýn iþsiz olmasý, babalarýn iþsizlik ya da bir takým ruhsal problemler nedeniyle otorite olma ve deðer aktarma konumunda olmamasý. Böyle bir þey olduðu zaman, genç dýþarýda kimlikler arýyor. Bunun en doðal þekli, kendine örnek olarak bir sanatçýyý seçmek, bir futbolcuyu seçmek. Fakat bir taraftan da konfeksiyon kimlikler var, yani toplu halde hazýrlanmýþ kimlikler. Bunlar bireysel kimlikler deðil, seri üretim kimlikler. Beni en çok düþündüren bu. Hrant Dink’in öldürülmesindeki sisteme baktýðýnýz zaman, cidden orada iþsizliðin çok yoðun olduðu, bütün gençlerin internet kafede toplandýðý bir ortam görüyorsunuz. Gelecek diye bir þey yok, bireysel bir kimlik yok, o zaman bu karikatür kahramanlar ortaya çýkmaya baþlýyor. Bu çok tehlikeli. Henüz bizde büyük þehirlerde görülmüyor. Bizde zaten dikkat ederseniz, okuldaki þiddet, bireysel þiddetten biraz daha farklý; daha çok eðitimle iliþkisi kesilmiþ olan çocuklar, eski okullarýna gelip okulun çevresinde küçük çeteleþmeler oluþturuyorlar.

ÖM: Mesela Malatya’daki Zirve Yayýnevi katliamýnda da çok benzer bir durum vardý. Hrant Dink cinayetinin yeþermesine yol açan ortamla çok benzerlikler görüyorum, ama bu tabii hariçten gazel okumak gibi oluyor. Orada da ayný tipte gençler var ve büyük bir iþsizlik, bunalým var. Çok aðýr bir þiddet yaþandý Malatya’da da. Uzun süredir bu kadar yoðun bir þiddet duymamýþtým.

LK: Tabii orada bir baþka boyut daha iþin içine giriyor. Bunlarýn tabii ki politik arka planlarý da var. Onlarý biz bilemiyoruz.

AH: Bireye ait kiþisel, kiþilik özellikleri belki burada öne çýkýyor olabilir bir miktar.

LK: Evet, o da olabilir, o konuda da bir fikir yürütmek zor, ama burada dikkati çeken ‘öteki’nin nasýl tanýmlandýðý. Bu gençlerin þiddet eðilimini kullanan politik güçlerin burada kullandýklarý yöntemlerden biri de ‘öteki’ni tanýmlamak. Çünkü kahraman ona göre belirlenecek; “düþman kimdir?” Düþman bir rahip olabilir, baþka dinden biri olabilir, baþka inanýþtan biri olabilir. Buna göre de þiddetin dozu, öteki ne kadar yabancýysa o kadar artýyor. Dikkat edin, bir takým cinayetler silahla iþlenir, uzaktan, kurbanla yakýn temas yoktur, bazýlarýnda kurbanla yakýn temas vardýr, kaný akýtýlýr.

ÖM: Misyoner cinayetinde olduðu gibi... Malatya’da olanlar hakkýnda akýl almaz þeyler okuduk, yansýdýðý kadarýyla o da.

LK: Ama orada sanýrým tahripkârlýðýn daha alt katmanlarý iþin içine giriyor. Yani uzaktan silahla vurmak baþka bir insaný, bir de onun sýcaklýðýný, temasýný, canlý olduðunu hissederek boðazýný kesmek baþka. Bu ruhun altýnda yatan çok daha arkaik, ilkel bir bir tabakanýn ürünü. Bunu harekete geçirmek bu siyasetin elinde olan bir þey.

AH: ‘Gençlik’ ve ‘ergenlik’ diye bir taným yapýyoruz, bu tanýmla ilgili net deðerler verilemeyeceðini biliyorum, ama genel olarak kaç yaþ aralýðýndan bahsediyoruz?

LK: Çeþitli tanýmlar var, gençlik daha sosyolojik bir taným, mesela Dünya Saðlýk Örgütü, gençliði 25 yaþýna kadar uzatabiliyor. Ergenlik daha týbbi bir taným, ergenlik bedendeki deðiþikliklerle baþlýyor, ki bu aþaðý yukarý 11-12 yaþa denk geliyor. Kýzlarda ve erkeklerde biraz farklý oluyor ve ülkelere göre de farklý yaþlarda oluyor, mesela sýcak iklimlerde daha erken, soðuk iklimlerde daha geç oluyor. Ýki farklý kavram var; ‘gençlik’ daha sosyolojik bir kavram ve geniþ bir yaþ yelpazesine yayýlýyor, ‘ergenlik’ daha sýnýrlý, püberteyle baþlýyor, ne zaman bittiðini bilmiyoruz, bazen yetiþkinlikler de ergen olarak yaþamaya devam ediyorlar.

AH: Ben þundan dolayý sordum; okullarda þiddetle ilgili çok ciddi haberler okuyabilmek mümkün, ama 17-18 yaþýnda liseden çýkan bu çocuklarýn erkek kýsmý 19 yaþýnda eline birer tane tüfek alýp askere gidiyor ve orada þiddetin çeþitli biçimleriyle eðitim olarak da yüzyüze geliyorlar. Aslýnda iþin bir kýsmýný saklayýp bir kýsmýný daha fazla öne çýkararak medyanýn yarattýðý bir baþka sýkýntý var mý?

LK: Okulda þiddete dönersek, önce Batý ülkelerine bakalým: Eric Debarbieux’nun ýsrarla vurguladýðý bir þey var; Amerika’da istatistikleri çýkarmýþ, 1960’lardan 2000’lere kadar tüm okulþarda bu tür olaylarda ölen kiþi sayýsý 177. O tarih içinde okul dýþý cinayetlerde ölen genç ve çocuk sayýsý bunun 100-150 katý, intihar edenler çok daha fazla.

ÖM: Bu tabii göze çarpýyor onun için bilebiliyoruz, yoksa görünmeyen kýsmý çok büyük, iceberg gibi.

LK: Türkiye’de okulda öldürülen genç sayýsýna bakýn, bir de polisin öldürdüðü genç sayýsýna bakýn; çok ciddi fark var. Türkiye’de genç intiharlarý konusunda kimse konuþmuyor.

ÖM: Bu konuda veri var mý?

LK: Türkiye’deki genç intiharlarý konusundaki verilere Dünya Saðlýk Örgütü güvenmiyor, belli ülkelerin verilerine güvenmiyor; çünkü bizde intiharlar genellikle intihar olarak bildirilmiyor dini nedenlerle, ya bir kazaya ya bir hastalýða yoruluyor. Varoþlarda intihar eden bir gencin ölümü haber olmuyor, ama okulda biri birini öldürürse haber oluyor. Þiddetin bir baþka yönü de kendine yönelik þiddet, bu insanlarýn ilgisini çekmiyor.

AH: Bu belki de kaçmak istediðimiz, uzak durmak istediðimiz bir alan.

LK: Evet o çok daha fazla rahatsýz ediyor, çünkü normalde bizim de yaptýðýmýz en baþýndan beri þiddeti mümkün olduðu kadar dýþtaki nesnelere yöneltmek. Bize yönelmesi çok tehlikeli olabilir. Zaten ‘öteki’ne yöneltmekle tahripkârlýðýmýzla baþa çýkýyoruz en baþtan beri.

AH: Bir de kültürle baðlantýsý olabileceðini düþündüðüm bir baþka sorum var, Samoa yerlilerinde, ergenlikle ilgili psikolojik deðiþikliklerin çok fazla yaþanmadýðý gözleniyor örneðin. Bir çatýþma durumu, þiddette eðilim vs. yaþanmýyor, yetiþkinliðe doðru geçiþin bedensel olarak yaþandýðý, ama psikolojik olarak yaþanmadýðý bir toplum yapýsý var. O zaman, kültürün ciddi anlamda etkili olduðu söylenebilir mi?

LK: Tabii ki kültürlere göre deðiþiyor, Samoa yerlilerinin ne kadar kapalý bir mikrokozmozda yaþadýklarýný bilmiyoruz, ama bir dönem Malinovsky’nin, Trobriand yerlileriyle ilgili tespitlerinde de belirtildiði üzere, cinsel davranýþlarýn aþýrý kodifiye edilmediði toplumlarda geliþim biraz daha farklý olabiliyor. Tabii ki diðer tarafta da geniþ bir kesim var, Samoa yerlileri gibi doðada yaþamayan... Þiddet sadece medeniyetin ürünü deðil, zaten muhtemelen baþýndan beri, medeniyet dediðimiz þey, bu þiddeti, tahripkârlýðý bir þekilde simgelere baðlamak, yani Freud’un o ‘kulturarbeit’ dediði medenileþme dürtülerinin anlýk doyumlarýndan daha çok sembolizasyona doðru gitmek.

ÖM: Son derece karmaþýk ve önemli bir konu bu ve zaman darlýðý da yine bizi sýkýþtýrýyor diyebilirim. Siz de Eric Debarbieux’nun kitabýndaki önsözünüzde de belirtmiþsiniz. “Ülkeler arasýnda ve ülke içindeki giderek büyüyen gelir daðýlýmý farklýlýklarý, hatta uçurumlarý, bu þiddeti çok arttýrýyor. Su yüzüne çýkmayan, çeþitli nedenlere medyaya da pek yansýmayan okullardaki çeteleþme, haraç ve taciz olaylarý ve okulda þiddetin ülkemize özel tezahürleri olduðunu da gözönüne alýrsak, bu konuda Batýlý ülkelerden geri kalmadýðýmýz düþünülebilir,” diyorsunuz.

LK: Milli eðitimin durumu ortada, orta öðrenimden yüksek öðrenime geçiþteki sýkýntýlar ortada. Bir ülkede 1 milyon gençten sadece 100 bin’i için ileride ülkenin belirlenmiþ koþullarýyla bir meslek sahibi olma imkâný var. 900 bin’i iþsiz olacaksa bu insanlarýn, nasýl bir halet-i ruhiye içinde olduklarýný anlamak çok zor deðil. Þimdi bir sessiz çoðunluk var liselerde. Bu gençlerin bir kýsmý zaten baþtan biliyorlar, üniversiteye giremeyeceklerini, hiçbir þekilde onularý bekleyen bir gelecek de yok. Benim en çok merak ettiðim, bu seçimlerde ilk kez oy kullanacak olan gençlerin tercihi ne olacak? Görünürde bu gençleri þu an için devþiren politik formasyon yok. Eskiden belli partilerin gençlik kollarý vardý, gençleri devþirmeye çalýþýrlardý ve bu lise düzeyindeydi. Þu an için o geçerli deðil. Fakat patlamaya hazýr bir potansiyel var. Ortaokullarýn, liselerin çýkýþlarýnda, kapýlarýnýn önüne gidin, o gençlere bakýn, hepsinde öfke var. Neye öfke? Mesnetsiz bir öfke, kendileri de bilmiyor bunu ama dehþet bir umutsuzluk var. Bazýlarýnýn sandýðý gibi bu maneviyatla falan da halledilebilecek bir þey deðil, çünkü artýk çocuklar herþeyden haberdar, her türlü tüketim maddesini görüyorlar, ulaþamýyorlar.

AH: Toplumsal olarak nerede olduðunu çok iyi tanýmlayabiliyor aslýnda sýnýf anlamýnda.

LK: Evet sýnýf atlama umudu da yok.

ÖM: Bir de bu korkunç reklamlar furyasýyla da pek çok þeye de ihtiyaçlarý olduðunu sanan insanlardan oluþan bir kitle bu üstelik.

LK: Pek basýna yansýmýyor, çok ilginç þeyler oluyor aslýnda. Geçtiðimiz senelerde Bakýrköy’le Bahçelievler arasýnda bir sokak kavgasý oldu; görünürde kýz meselesiydi, ama 200-300 genç baþka bir mahalleyi bastý. Ortada hiçbir politik formasyon yok, yani bu gençler hazýr, “bizim mahallenin kýzýna laf atmýþlar” dendiði an, bir anda hepsi biraraya geliyorlar ve öbür mahalleyi basabiliyorlar.

AH: Kahramanlýk için ele geçen nadir fýrsatlardan biri herhalde bu çünkü.

LK: Ya da kendini ifade edebilmek için, “ben” diyebilmek için. Tabii “ben” diyebilmek bu kadar kolay deðil, “biz” demek daha kolay oluyor. Bunun bir baþka boyutunu futbol taraftarlýðýnda da çok sýk görüyoruz. Yani bir anda birbirine düþman kesilebiliyor insanlar. Özellikle futbol, Türkiye’de çok iyi kullanýlan bir alandýr, siyasi iktidarlarýn kullandýðý bir alandýr. Güney Amerika’da da ayný þey vardýr. Tahripkârlýðý, þiddeti, rekabeti bir alanda sýkýþtýrýp kontrol etmek için...

AH: Bu da bir kodlama yöntemi.

LK: Toplumsal muhalefet.

ÖM: Bir de, “önlem olarak ne yapabiliriz?” sorusu da insanýn aklýna geliyor þimdi.

LK: Biz mesleðimiz gereði, hekim olarak reçete veriyoruz, ama reçete verilmeyecek alanlar insanlarýn bireysel meseleleridir, orada reçete veremezsiniz, çünkü her kiþi çok özeldir. Bu reçete ile çözülmüyor. Peki en çok risk nerelerde? Erken dönem duygusal yoksunluðu olan ve bu ortamda yetiþen çocuklar þiddetle olan iliþkilerinde biraz daha esnek davranýyorlar. Ýkincisi aile yapýsýnýn daðýlmasý, yani, kasýt annenin, babanýn onurlu bir birey olma statülerini kaybetmeleri. Bu da en sýk göç ve iþsizlikle birlikte ortaya çýkýyor. Yani aslýnda “ne yapýlmasý gerekir?” sorusunun cevabý doktorlarda deðil politikacýlarda. Bir tür besi yeri gibi, iþsizliðin olduðu, göçün olduðu yerde, kaçýnýlmaz olarak iliþkiler çözülüyor, bireyler kendilerini kayýp hissediyorlar ve çok kolaylýkla þiddete yönelebiliyorlar, özellikle de gençler.

ÖM: Daha bugün Anadolu Ajansý kaynaklý bir haber vardý, göçün müthiþ arttýðýna dair.

LK: Biz bunu hastanede çalýþtýðýmýz için günübirlik olarak da görüyoruz, yani yolunu kaybetmiþ insanlar var, onlara yardým etmeye çalýþanlar var, sosyal yardýmlar filan var, ama bir de þunu düþünün, sosyal yardýmla yaþayan bir ailede yetiþen çocuk için deðer sistemi nereden gelecek? Bizde çok önemlidir eve ekmek getiren baba, bizim kültürümüzde bir baba eve ekmek getirmiyorsa -belki pederþahi filan gibi gelecek ama bu bir gerçek- o babanýn o çocuðu kontrol etmesi çok zor, o çocuk baþkalarýnýn kontrolüne geçer kolaylýkla.

ÖM: Saygý da duymayacaktýr çocuk tabii.

LK: Evet.

AH: Saygýdan çok ekonomik otorite herhalde çok basit, parayý nereden alýyorsan oraya da sadýk kalmak durumundasýn.

ÖM: Bir de saygýyý da yitirecektir deðer olarak, “beceriksiz” olarak görünecektir yani.

LK: Örnek alýnabilecek biri deðil. Bunun yanýnda son zamanlarda çok yaygýn olan mafya ideali var. Türkiye’deki gençliðin ideali bu. Tek marifetleri þiddetle bir yerlere gelmek olan kiþiler. Medya bunlarý pompalýyor pompalýyor, sonra bir genç eline silah alýp kendince küçük mafya tarzý davranýþ yapmaya kalktýðý zaman da bu olay oluyor. Burada da bir ikiyüzlülük var.

ÖM: Levent Kayaalp, hakikaten çok teþekkür ederiz, vakit gerçekten dar geliyor bu son derece karmaþýk ve derinlikli olan konuda. Okulda þiddetten çýkarak Türkiye’nin gençliðinin kendine bir yol bulabilme imkânlarý üzerinde birazcýk konuþma fýrsatý bulduk. Ýleride bunun üzerinde daha uzun duracaðýz. Ciddi bir risk altýnda olduðumuz aþikâr herhalde. Son bir þey söylemek ister misiniz?

LK: Bu konuda bizim konumumuzdakilerin söyleyecekleri þeyler çok kýsýtlý, biz daha çok söylüyoruz, yapmak durumunda deðiliz. Bana da bu konuda konuþabilme fýrsatý verdiðiniz için size çok teþekkür ederim. Özellikle de bu tür olaylarýn bir tüketim malzemesi gibi gündeme getirilip sonra anýnda unutulmasý çok rahatsýz edici. Almanya’daki olay unutuldu, artýk kimse konuþmuyor. Belki yapýlabilecek olanlardan en iyi þeylerden biri de bu konularý illa da sansasyonel olaylarý beklemeden gündemde tutabilmek ve bunun üzerinde düþünebilmek.

(24 Mart 2009 tarihinde Açýk Radyo’da Açýk Gazete programýnda yayýnlanmýþtýr.)


 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaþ
0