Zarakolu: 'Sorunun uluslararası literatürdeki adı soykırımdır...'

19 Nisan 2011 02:46  

 

Zarakolu: 'Sorunun uluslararası literatürdeki adı soykırımdır...'

"Birçok kavram var, ‘katliam’ var, ‘etnik arındırma’ var, ‘soykırım’ var. Daha sonra soykırım çeşitlendiriliyor. Kültürel soykırım, etnik soykırım, dilsel soykırım gibi… Soykırım kavramı Holocost’tan sonra, Lemkin adlı uluslararası bir hukukçu tarafından oluşturuldu. Lemkin, daha sonra BM Uluslararası Soykırım Anlaşması’nı da yazan ve aynı zamanda bu kavramı icad eden kişi. Kelimenin kökeni olan genocide Yunanca iki kelimeden geliyor, ‘geno’ ve ‘cidere’, yani bir soyu katletmek. Holocost’un farklılığı, insanların sadece Yahudi oldukları için toplu bir kıyıma tabi tutulmaları ve bunun sadece bir ülkede değil Alman faşizminin girdiği bütün ülkelerde uygulanmış bir toplu imha hareketi olmasıdır. Lemkin’in notlarını incelediğimizde, onu jenosid konusunda düşünmeye iten en önemli nedenlerden birinin Ermenilerin yaşadığı olay olduğunu görüyoruz."

Ragıp Zarakolu'nun, Arife Köse ile Sesonline.net'te yayımlanan röportajı...


NEDEN RAGIP ZARAKOLU?

Bu topraklarda, 96 yıl önce bir milyondan fazla Ermeni’nin bilerek, istenerek, planlanarak öldürüldüğünü hep bildik ama bir türlü söylemedik. Söylemek isteyenlere de söyletmediler. Am yok saymak tarihi, yaşananları, acıları yok etmiyor. Üstelik yası tutulmayan acılar daha da büyüyor, bir yumruk gibi tutanın da tutturanın da içine oturuyor. Ama bazıları susmuyor. Kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın konuşmaya, anlatmaya devam ediyor. ‘1915’de Ermenilere yapılan soykırımdır, yüzleşmeli ve hesap vermeliyiz’, diyor. ‘Bir daha böyle soykırımlar olmasın’ diyor. İşte bu isimlerden bir tanesi de, Belge Yayınları’nın sahibi, yıllardır insan hakları mücadelesine büyük katkıda bulunmuş olan Ragıp Zarakolu. Zarakolu, Ermeni soykırımı hakkında kitap bastığı için defalarca yargılanmış, ama hiç yılmamış, her davadan sonra bir tane daha basmış. Sadece yayın hayatıyla değil, insan hakları alanında verdiği mücadele ile de bugün Ermeni meselesinin bugün bu şekilde tartışılabiliyor, meydanlarda kitlesel bir şekilde anılabiliyor olmasına büyük katkıda bulunmuş. Biz de, Ragıp Zarakolu ile bu konudaki fikirlerini ve deneyimlerini konuştuk.

» ARİFE KÖSE: Geçtiğimiz aylarda, size, Ermenistan Milli Kütüphanesi tarafından Hagop Meghabart Yaşam Boyu Onur Madalyası verildi. Bu ödül neden size verildi ve sizin için anlamı nedir?

RAGIP ZARAKOLU: Benim için anlamı çok büyük bu ödülün. Rahmetli eşim Ayşenur Zarakolu ile birlikte 1990’ların başından beri Ermeni soykırımı konusuyla ilgileniyoruz. Ayşe ilk kez 1990 yılında bir kitabını savunurken savunmasında, ‘soykırımı anlatmak değil, soykırım suçtur’, diye bir ifade kullanmıştı. 1993 yılında da Ermeni soykırımı ile ilgili sansürsüz ilk kitabı yayınladık. Tabi kitap derhal yasaklandı, yargılama konusu oldu. Ama biz savunma olarak tekrar bir başka kitabı yayınlamayı düşündük. O da Yale Üniversitesi yayınlarından çıkan Dadriyan’ın Uluslararası ve Ulusal hukukta Soykırım başlıklı bir araştırmasıydı. Bu da, uluslararası bir hukuk dergisinde yayınlanmış bir araştırma olmasına rağmen derhal yasaklandı. Ama biz bu davayı kazandık. Yani mahkûm etmek zor geldi çünkü çalışma Yale Üniversitesi’nin akademik bir dergisinde yayınlanmıştı. Böylece Türkiye’de soykırım tabusu biraz aralanmış oldu. Biz bu konuda başka kitaplar yayınlamaya devam ettik. Bu beraatin hemen arkasından Avusturyalı yazar Franz Werfel’in 'Musa Dağ’da 40 Gün' adlı kitabını yayınladık. Davayı kazanmış olmanın da getirdiği ortamda o kitap yasaklanmadı. Böylece eski bir yasağı da aşmış olduk çünkü bu kitabın girişi 1933 yılında bakanlar kurulu tarafından yasaklanmıştı. Hatta o zamanın hükümeti, Almanya’da yeni iktidara geçmiş olan Nazi partisinden bu kitabın yasaklanmasını istemişti ve Nazi partisi de bu kitabı yasaklamıştı. Daha sonra Musa Dağı kitabı film yapılmak istendi MCM tarafından. Çünkü kitabın İngilizcesi 34 yıl boyunca Amerika’da bestseller olmuştu ve bir milyon satmıştı. Fakat yine Dışişleri Bakanlığı’nın yoğun baskısı sonucunda MCM bu filmi yapmaktan vazgeçti çünkü Dışişleri Bakanlığı, bu film yapılırsa Amerikan filmlerinin Türkiye’ye girişinin yasaklanacağını duyurdu. Ama 1997 yılında o kitabı da yayınlayabildik. Kitabın basımından birkaç yıl sonra Viyana’daki devlet tiyatrosu bu kitapla ilgili bir okuma programı yaptı. Viyana’daki Türk elçiliği bu durumu protesto etti. Verilen cevapta ise ‘bu kitap Türkiye’de serbest bir şekilde satılıyor, neden tepki gösterdiğinizi anlayamıyoruz’ dediler. Sonuç olarak biz bu alandaki çalışmalarımızı devam ettirdik ve Belge bu alandaki tabunun kırılmasında önemli bir işlev gördü. Daha sonra başka yayınevlerinin de bu alana girmesini teşvik ettik, hatta onlara yardımcı olduk. Böylece, atılan bu adımlar, Ermeni-Türk diyaloğunun başlamasına da önemli bir katkı oldu. Tabi sadece trajik 1915 olaylarıyla ilgili değil, yine Ermeni tarihiyle, Ermeni edebiyatıyla, çok kültürlülük ile ilgili yaptığımız yayınlar nedeniyle de bu ödüle layık görüldük. Bu bizi duygulandırdı, çünkü Hagop Meghabart Ermenistan’ın Müteferikkası’dır. 1512’de İtalya’da ilk Ermeni matbaasını kurmuş ve ilk Ermenice kitabı basmıştır.

» Bir söyleşinizde, ‘Benim Ermeni sorunuyla ilk karşılaşmam annem sayesinde oldu. Annem, ‘onlar dışarıda ağlıyor, biz içeride ağlıyoruz’ derdi’, diye anlatıyorsunuz. Bunun hikayesini anlatır mısınız?

- Annem varlıklı bir eşrafın kızıydı Niksar’da. Bir gün babası mültecilere yardım götürürken salgın hastalığa yakalanıyor.

» 1915 olayları sırasında mı oluyor bu olay?

- Evet, ama tabi Niksar’da bu olaylar daha geç, Mayıs ayı civarlarında başladı. Rusya ile olan savaş cephesinden kaçan muhacirler vardı. Dedem bir hayırsever olarak yardım ediyor, çorba götürüyor onlara. O sırada bir salgın hastalığa yakalanıyor ve ölüm döşeğinde yatıyor. Ama aynı sırada Ermeniler de dışarıda ağlaşıyor. Onları da toplamışlar tehcire çıkarıyorlar. Zaten Tehcire çıkarılanlar da kısa bir süre sonra Kelkit havzasında bir bataklığın kenarında toplu olarak katledildiler. O Ermenilerden kalan çocuklar vardı. Ben tabi çocukken onların hikayelerini de duydum. Mesela annemin büyükannesi iki Ermeni çocuğunu kurtarmak için evlatlık alıyor. Daha sonra devlet onları tekrar elinden almış.

» O yıllarda belki aynı değil ama benzer türden uygulamaların bu coğrafyada Türk olmayan herkese yapıldığını görüyoruz. Neden diğer azınlıklara değil de Ermenilere yapılan soykırımdır?

- Birçok kavram var, ‘katliam’ var, ‘etnik arındırma’ var, ‘soykırım’ var. Daha sonra soykırım çeşitlendiriliyor. Kültürel soykırım, etnik soykırım, dilsel soykırım gibi… Soykırım kavramı Holocost’tan sonra, Lemkin adlı uluslararası bir hukukçu tarafından oluşturuldu. Lemkin, daha sonra BM Uluslararası Soykırım Anlaşması’nı da yazan ve aynı zamanda bu kavramı icad eden kişi. Kelimenin kökeni olan genocide Yunanca iki kelimeden geliyor, ‘geno’ ve ‘cidere’, yani bir soyu katletmek. Holocost’un farklılığı, insanların sadece Yahudi oldukları için toplu bir kıyıma tabi tutulmaları ve bunun sadece bir ülkede değil Alman faşizminin girdiği bütün ülkelerde uygulanmış bir toplu imha hareketi olmasıdır. Lemkin’in notlarını incelediğimizde, onu jenosid konusunda düşünmeye iten en önemli nedenlerden birinin Ermenilerin yaşadığı olay olduğunu görüyoruz. Lemkin, 1921’de genç bir hukuk talebesiyken Talat Paşa Berlin’de suikaste uğrar. Almanya’da acele bir yargılama olur ve suikasti yapan Salomon Taleyran beraat eder. Almanya, bu konudaki rolü ortaya çıkmasın diye bu konuyu tartıştırmak istemez. Şöyle bir soru yöneltir Lemkin, ‘Hukuk var, uluslar arası hukuk var ama ulusal ya da uluslar arası hukuk düzeyinde, insanlığa karşı işlenmiş suçlara yaptırım getiren bir düzenleme yok. Hukukun, insanlığa karşı işlenmiş suçları soruşturmaması bireyleri adaleti yerine getirme gibi durumla karşı karşıya bırakıyor. Eğer hukuk nizamı bir suçu cezalandırmıyor ve bireyler bu suçu cezalandırmaya kalkıyorsa o zaman müesses nizam ortadan kalkar, hukuk diye bir şey kalmaz. Dolayısıyla Taleyran’ın beraati haklı ama Taleyranların bu suçu işlemeye mecbur kalmayacağı bir hukuk sistemi nasıl yaratılabilir?’ Lemkin’in notlarında Ermeni soykırımı, soykırım sözleşmesini yazarken kullandığı örnekler arasında yer alıyor. Yani Ermeniler Ermeni oldukları için, binlerce yıldır yaşadıkları bir coğrafyadan kültürleriyle, tarihleriyle, her şeyleriyle kazınarak imha edildiler. Bu, politik bir karardı.

» Soykırım olduğunun söylediği için belgesinin olması gerekiyor?

- Bir tarihte CHP’li bir belediyenin imar işleri müdürü rüşvet almaktan yargılanıyordu. Yargılanırken sormuş ‘elinizde belge var mı rüşvet aldığıma dair’ diye. Mahkeme başkanı da ‘rüşvetin belgesi mi olur?’ diye kızmış. Bu da aynı hikaye, soykırımın belgesi mi olur? Kaldı ki Holocost’ta da herhangi bir yazılı belge yok. Ama bir uygulama var. Aynı şekilde bu uygulama Ermeni tehcirinde de var. Ben tarihçi değilim, bir insan hakları savunucusuyum ve benim elimdeki aletler, kullandığım malzeme insan hakları literatürü ve Türkiye’nin de taraf olduğu, imzaladığı ki bunlar arasında Uluslararası Jenosid Konvansiyonu da var, burada ileri sürülen koşullardır. Kaldı ki şu anda Türkiye’nin yeni ceza yasası da soykırımı tanımlamakta ve bunu bir suç olarak kabul etmektedir. Yani bunun kaçarı yok, hem siyasi metinler, hem belgeler, hem de sonuçları açısından baktığımızda bu, Ermeni halkının kendi yaşadığı coğrafyadan silinmesidir. Bizim Ermeni soykırımını tartışmamızın en büyük nedenlerinden bir tanesi, sadece geçmişte olan bir olayı anmak değil, gelecekte böyle bir olayın bir daha yaşanmasını engellemektir. Ermeni soykırımı meselesi daha yaygın şekilde tartışmaya açıldığı günlerde sıcağı sıcağına iki jenosid yaşadık; bir Saraybosna’da, diğeri Ruanda’da. Ve daha sonra da Sudan’da yine soykırım olarak adlandırılabilecek bir olgu yaşandı.

» ‘Bu politik bir karardı’ dediniz. Alınan karar neydi ve neden politik bir karardı?

- Karar, ‘Türkiye Türklerindir.' İkincisi, üniter ulus devlet inşa etme projesi. Üçüncüsü, Alman emperyalizminin güdümünde bir Turan İmparatorluğu kurma hayali. Bütün bu unsurlara Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmek üzere olan bir imparatorluk olduğunu, Osmanlı içindeki bir çok ulusun ayrılıp kendi devletini kurmaya başladığını da ekleyebiliriz. O dönemde kendi devletini oluşturmayan üç halk var; Araplar, Kürtler ve Ermeniler. 1914’de batının baskısı ve Ermeni halkının kendisini tehdit altında hissetmesi nedeniyle Ermeni reformunun gündeme gelmesi Türkiye cephesinde bir endişe yarattı.

» Neyin endişesi bu?

- Yani olası bir Ermenistan korkusu. Bu dönemde Türkler ulus devlet kurma projesine yönelirken Arap aydınlarının dile getirdiği tek talep özerklikti. Ermeniler de aynı şekilde görece bir özerklik talep ediyorlardı. Kürtlerin ise bir özerklik talebi bile yoktu. Kurulacak olan Türkiye’nin kavgasıydı bu. Dolayısıyla bugün nasıl İsrail Filistin’den çalınan, gasp edilen topraklar üzerine kurulduysa Türkiye Cumhuriyeti de Ermenilere yönelik soykırım üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla sonuç Ermenilerin tamamen ortadan kaldırılmasıydı ki bunun da uluslararası literatürdeki adı soykırımdır. Bunun tartışmaya açık bir yanı yoktur. Dolayısıyla ben Türk aydınlarının bunu söylemekten neden imtina ettiklerini, Obama’yı neden geçemediklerini anlamıyorum. Hadi Obama’yı anlıyorum, onun hem Ermenistan hem Türkiye ile çeşitli çıkar ilişkileri var. Ama aydınlarını neden bunu söyleyemediğini anlayamıyorum.

» Bir insan hakları savunucusu olarak meseleye baktığınızı söylediniz…

- Dolayısıyla benim hayatım zaten devletin işlediği suçlara karşı mücadele etmekle geçti. Ben bu suçlardan herhangi birisinin ayıramam, ‘bu Ermenilere yapılmıştır, beni ilgilendirmez’ diyemem. Bu ülkede kimsenin suç işleme özgürlüğü olmamalı, devletin de olmamalı. Ayrım gözetmeksizin herkesin yaşama hakkı olmalı. Herkesin kendi dilini konuşma, kendi kimliğini yaşama hakkı olmalı. Herkesin yönetime katılma hakkı olmalı. İşkence olmasın, imha olmasın, kayıplar olmasın… Bütün bunlar açısından baktığımızda Ermeni soykırımı, kayıplar olayının, aydınlara yönelik toplu tutuklamaların, köy boşaltma uygulamalarının, toplu katliamın, derin devletin, kontrgerillanın da ilk örneğidir. Susurluk’un, Ergenekon’un ilk örneğidir. Dileğimiz, bir daha bu coğrafyada böyle bir trajedinin bir daha yaşanmamasıdır. Eğer bunlarla hesaplaşmazsak başka hiçbir şeyle hesaplaşamayız.

» Hesaplaşmak neden bu kadar zor?

- Çünkü Türkiye Cumhuriyeti en başından itibaren bu konuyu tartışmayı yasakladı. İnsanlığa karşı suç işlemiş kişileri kendi devlet mekanizmasında görevlendirdi. Soykırımın ikinci aşaması vardır 1916’da. Yani, kırıla kırıla gelen Ermeni göçmenlerin ulaştıkları Suriye çöllerinde, Derzor’da kurulan kamplarda toplu imhası. Bu da çok sistematik ve programlı bir uygulamadır. Çünkü İttihat ve Terakki’nin aldığı karara göre hiçbir yerde Ermeni nüfusu yüzde 5’i geçmeyecek. Ve bu uygulamanın koordinatörü, Muhacirin Dairesi Başkanı Şükrü Kaya. Şükrü Kaya daha sonraki cumhuriyet döneminin ideoloğu oldu. Yine onunla birlikte çalışan önce Muş sonra Halep Valisi Abdülmalik Renda bu tehcir olayları sırasında etkili bir şekilde görev yaptı. Bu kişi daha sonra Bakanlık yaptı, TBMM başkanlığı yaptı, Atatürk öldüğü zaman da iki günlüğüne Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanlığını yaptı. Böyle bir olayı kabullendiğimiz zaman resmi tarih, resmi ideoloji son derece ciddi bir yara alıyor, alması da lazım zaten. Çünkü, Ergenekon soruşturmasında ortaya çıkanların da gösterdiği gibi, aynı resmi tarih ısrarla kendini tekrarlamak istiyor. Eğer biz zamanında bu tarihle yüzleşmiş olsaydık, bugün karşımıza çıkan benzer türden suçları yaşamayacaktık. ‘Bir daha asla soykırım’, ‘Bir daha asla idamlar’ diyebilecektik.

» Peki 96 yıl sonra bu hesaplaşma nasıl yapılacak?

- Durumu son derece güçleştiren nedenlerden biri de bu vicdani yüzleşmenin bu kadar geciktirilmiş olması. Dolayısıyla Türkiye’nin kimyasının değişmesi gerekiyor. Bu kimya değişiminin en önemli yollarından biri de Ermeni soykırımı ile yüzleşmek olacaktır. Bunu kabul etmek öncelikle sivil toplumdan, aydınlardan, görece ileri kesimlerden başlar, ama bu bütün Türkiye toplumunun üzerinde olan bir vicdani yükümlülüktür. Dolayısıyla bir devlet de eğer bir toplumun üzerinde yükseliyorsa ilk ciddi adımları devletin atması gerekiyor.

» Ne yapması gerekiyor?

- Birincisi, resmi inkârcılık politikasını terk etmesi gerekiyor. Ermeni Soykırımı İddiaları ile Mücadele Komisyonu’nun kaldırılması gerekiyor. Bu, Ecevit-Bahçeli hükümetinin kurduğu bir komisyondu. Bu komisyon, aktif bir şekilde bu konuda konuşmaya çalışan insanları susturmaya çalışmak, Ermeni diasporasını baskı altına almaya çalışmak, Ermenilerin saygı gösterilmesi gereken anıtlarına saldırma, bomba koyma vs gibi ya da Talat Paşa yürüyüşleri yapma gibi olayların yasal ve siyasi zeminini oluşturdu. Bu nedenle, öncelikle bu komisyonun kaldırılması gerekiyor. Bu hem güven verici bir adım olur hem de resmi olarak Ermeni tarafına önerilen ortak komisyon kurma teklifini de daha inandırıcı kılacaktır. Sen hala devlet olarak bu yaşananları inkar etmeye devam edersen tarihçiler bir araya gelmiş gelmemiş ne ifade eder.

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0