Þiir benim aklým, düzyazý iradem

04 Eylül 2011 17:32  

 

Þiir benim aklým, düzyazý iradem

RONÝ Margulies’le yeni öykü kitabý Ya Seyahat! ’ten hareketle yazarlýk hallerini konuþtuk - Sibel Oral

Roni Margulies’e sormuþlar: “Düzyazýlarýnýzda, denemelerinizde, gazete ve dergi yazýlarýnýzda devrim ve sosyalizm, azim ve iyimserlik, mücadele ve yeni dünya özlemi anlatýyorsunuz. Þiirlerinizdense karamsarlýk, hüzün, mutsuzluk yansýyor. Bu çeliþki deðil mi?” Roni Margulies’in geçen hafta yayýmlanan Ya Seyahat! adlý kitabýnýn “bir tür önsöz”ünde yazýyor bunlar. Margulies bu soruya verdiði yanýtlarý “uydurduðunu” söylese de bize gayet mantýklý geldi yanýtlar... Gelelim kitaba; 13 öyküden oluþan kitapta Koltuk, Paralellikler, Babam Amerika’da, Ýstanbul’un Yerlileri özellikle okunmasý gereken öyküler. Sanki o seyahat, biraz yazarýn babasýndan kalma koltuðuna, ilk Londra günlerine, Cornell yýllarýna, köyüne çekilen Eli Baba’ya, bir döneme, bir tarihe ve birçok duyguya doðru yapýlýyor... Margulies, “bir tür önsöz” diye yazdýðý yazýyý “Beni Türk psikiyatristlerine teslim ediniz” cümlesiyle bitiriyor.

Ne kadar ciddidir bilemeyiz ama, bize göre Margulies’in yazýn dünyasýnda her þey yolunda görünüyor. Sorularýmýzýn yanýtlarýný alýnca bundan emin de olduk üstelik. Margulies’le iradesini, aklýný, öfkesini ve yazarlýðýný konuþtuk...

Þiir benim aklým, düzyazý iradem diyorsunuz... Bunu biraz anlatýr mýsýnýz?

Þiirlerim hakkýnda sýkça duyduðum bir yorum, “Kitabý bitirene kadar birkaç kez gözyaþlarýmý zor tuttum”, “Neredeyse aðlýyordum” filan. Ben bunu her duyduðumda biraz þaþýrýrým. Çünkü þiir yazarken ne hissediyorsam onu yazýyorum ve ben hüzünlü, marazî, sulu göz bir adam deðilim. Öte yandan, geçenlerde bir internet sitesinde gördüm, benden “Taraf’ýn sivri dilli Troçkist yazarý” diye söz ediliyordu. Buna þaþýrmýyorum. Çünkü gazete yazýlarýmda genellikle öfkelendiðim konularda ve hiç öfkemi saklamaya çalýþmadan yazýyorum. Benim açýmdan bir çeliþki yok: Þiirlerimde ölümlülüðe, mutlu aþk olmamasýna, insan iliþkilerinin sakatlýðýna, mutsuzluða karþý bir öfke; düzyazýlarýmdaysa eþitsizliðe, adaletsizliðe, sömürüye, savaþa karþý duyduðum öfke kaðýda dökülüyor. Bence çeliþki yok, ama niye biri hep þiire, diðeri hep düzyazýya yansýyor diye düþünmeden de edemiyorum. Sonunda þöyle bir cevap uydurdum: Troçki’nin önerisi, “Aklýn karamsarlýðý, iradenin iyimserliði”, yani durumun çok kötü olduðunu aklýnla kavrayacaksýn, ama bu durumu deðiþtirme iradeni hiç kaybetmeyeceksin. Durumun kötülüðünü þiirimde, deðiþtirme azmimi düzyazýlarýmda ifade ediyorum. Niye mi böyle? Allah bilir!

Ýkisi arasýnda bir denge-dengesizlik söz konusu olabilir mi?

Bence yok. Çünkü kiþisel mutsuzluk da, adaletsizlik ve yoksulluk da kapitalizmden kaynaklanýyor. Biliyorum, ezbere edilmiþ bir laf gibi görünebilir bu, ama deðil. Yoksulluðun kapitalizmden kaynaklandýðýný herkes kavrayabiliyor, ama kadýna ve erkeðe belli roller biçen, bu rollere uymadýklarý zaman mutsuz olmalarýna yol açan, uymayan kadýný öldürmelerini gerektiren, iki katlý pembe bir evde iki çocuklu bir aile olarak yaþamayý mutluluðun þahikasý olarak gösteren ve o evde mutsuz olaný manyak olarak saptayan da kapitalizm.

Þiir; akýl, düzyazý; irade... Peki, ya gazete yazýlarý?

Lütfen Ahmet Altan’a çaktýrma, ama ben gazete yazýlarýmý sadece ve basitçe siyasî bir amaçla yazýyorum. Gazeteci deðilim, “aydýn” deðilim, Taraf’ýn verdiði maaþla zengin olmayý beklemiyorum. Tek derdim, sosyalizm propagandasý yapmak, sosyalizmi anlatmak, Kemalizm’in Türkiye sosyalizmi üzerindeki etkilerine karþý mücadele etmek. Kapitalizmi ortadan kaldýrmak duygularla, acýlarla, mutsuzluklarla ilgili bir þey deðil. Son tahlilde insanlýðý mutsuz eden bir sistemi deðiþtirmekle ilgili, evet, ama ilk tahlilde soðuk kanlý analizlerle, örgütlenmeyle, taktikler ve stratejilerle, inatçýlýk, kararlýlýk ve özveriyle ilgili. Bunlarý þiirde anlatmak zor. En azýndan bana zor geliyor. Gazete yazýlarýmda ise, durup düþünüyorum, bu düzenin anlamsýzlýðýný bugün en iyi nasýl anlatabilirim diye.

Þiir yazan Margulies mi öfkeli, yoksa düzyazý yazan mý?

Heriflerin ikisi de çok öfkeli! Sürekli telkin ediyorum, “Sakinleþin biraz, rahat olun, keyfinize bakýn” diye, ama bana mýsýn demiyorlar. Þiir yazan da demiyor, düzyazý yazan da.

“Seyahat etme isteðini çok uzun zamandýr duymadým ben içimde,” diyor anlatýcý. Kitabýn tamamýna baktýðýmýzda geçmiþe yolculuk düþüncesine kapýldým...

O anlatýcý ben deðilim iþte! O öyle diyor, ama ben içimde sürekli baþka bir yerde olma isteði duyuyorum. Bir havaalanýnda veya otelde olduðum zaman garip bir huzur kaplýyor içimi, mutlu oluyorum. “Niye?” diye sormadýðýn için de bir daha mutlu oldum.

Bir þiirinizde ölen babanýz için “týrnaklarý uzuyor mudur hâlâ” diye yazdýðýnýzý hatýrlýyorum. Kitabýnýzda anlatýcý sýklýkla babasýndan bahsediyor...

Ha, o anlatýcý benim, itiraf ediyorum. Ama nedenini bildiðimden emin deðilim. Bu söyleþinin baþýndan beri psikanalitik bir yöne gider gibiyiz! Ben zaten bunlarý sýk sýk düþünüyorum: Niye þiirimle düzyazýlarým farklý, niye seyahate ve geçmiþe ve otellere düþkünüm, niye babam hakkýnda yazmak geliyor içimden? Aklýma “gezgin Yahudi” tiplemesi geliyor. Polonya doðumlu dedemin 1925’te Türkiye’ye göçmesi, benim 1972’de 30 küsur yýllýðýna Londra’ya göçmem, sonra geri dönmem geliyor. Dedem 1989’da, babam 1991’de öldükten sonra kendimi tümüyle köksüz, tarihsiz, geçmiþsiz hissetmem geliyor. Ama bir psikanalistin bu konularda ne diyeceði hiç beni ilgilendirmiyor. Ben buyum iþte, n’apalým. Yerse!

Kitaptaki bazý öykülerinizde sanki babanýzýn ruhunun peþinden gitmiþsiniz...

Çocukluðum boyunca, babam jazz ve opera dinlerdi, ben ikisinden de nefret ederdim. Sonra 25 yaþýmda jazz, 35 yaþýmda opera dinlemeye baþladým. Bilinçli bir tercih olarak deðil, oluverdi. Babamla çok fazla beraber olmadýk, 17 yaþýmda yurtdýþýnda okumaya gittim. Ama þimdi bakýyorum, el kol iþaretlerim bile babamýnkilere benziyor. Babamýn ruhu þimdi gökyüzünde raký içiyor, eminim, ama onun peþinden mümkün olduðunca geç gitmek isterim.

Ýstanbul’un Yerlileri’nde “Yabancýlar arasýnda yaþamayý seviyorum ben, vatandaþlar arasýnda deðil” diyorsunuz. Bu “vatandaþlar”ý anlatýr mýsýnýz?

O öykü tamamen isimler üzerine kurulu. Ve öyküdeki bütün isimler gerçek. Ýlk, orta ve lisedeki arkadaþlarýmýn ve sýnýf arkadaþlarýmýn isimleri. Çeþit çeþit isimler, Ýstanbul’un kozmopolitliðini, imparatorluk baþkenti olma özelliðini yansýtan isimler. Ve ben Ýngiltere’ye gittiðim güne kadar bunun ne kadar güzel, ne kadar deðerli bir þey olduðunun farkýnda deðildim. Çocukluðum ve ilk gençliðim boyunca Hristo Marga, Mustafa Özülker ve Bedros Aslanyan ile benim aramda herhangi bir fark olduðunun bilincinde bile deðildim.

Þimdi dönüp baktýðýmda biraz romantik bir gözle bakýyorum kuþkusuz, ne de olsa çocukluðuma bakýyorum çünkü, ama yine de o yýllarda, 1960’larýn baþlarýnda, hepimiz yabancýydýk, hepimiz eþittik gibime geliyor. Yanýlýyorum tabii, 1964’te Rumlar sýnýr dýþý edildi çünkü.

Edebiyat mý oluyor, baþka bir þey mi

Hepsi deðil ama kitabýn çoðu öyküsünü Margulies’in hayatýndan izler olarak okuduðumu düþündüm. Bu sizi rahatsýz eder mi?

Hiç yaþamadýðým bir þeyi hayal edip yazmakta ben zorlanýyorum doðrusu. Bunun bir zaaf olduðunu, gerçek bir “yazar” olmadýðýmý çok düþünmüþümdür. Everest’e týrmanan ve týrmanýrken oðlu otomobil kazasý geçiren bir adam hakkýnda ne þiir yazabilirim ne de öykü. Benim iki derdim var, yazdýðým her þey bunlarla ilgili. Yaþlanmak ve ölmek istemiyorum; herkesin eþit olduðu adil ve güzel bir dünyada yaþamak istiyorum. Bu dertlerimi ifade etmek için (fazla) bir þey uydurmaya gerek duymuyorum, kendi hayatýmdan yola çýkarak anlatýyorum. Edebiyat mý oluyor, baþka bir þey mi, bilmem. Bana ne?

Taraf

 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaþ
0