Reddiyecilik mi, yapıcılık mı? - Oya Baydar

30 Mart 2010 13:15  

 

Reddiyecilik mi, yapıcılık mı? - Oya Baydar

Karşıt siyasal- ideolojik kanatların ve tabii onların yandaşlarının, karşı taraftan gelen bir öneriyi, bir düşünceyi, bir edimi; neyin nesidir, ne deniyor, ne öneriliyor diye bakma zahmetine bile katlanmadan, bir an düşünüp ne söylendiğini, ne önerildiğini, ne yazıldığını anlamaya çalışmadan, en önemlisi de ACABA sorusunu sormaya gerek duymadan reddettiği bir ortamda debelenip duruyoruz. Üstelik reddetmekle de yetinmiyoruz; öfke ile, hınç ile karşımızdakini ufalamak, ezmek, yok etmek için elimizden geleni yapıyor, ağzımıza geleni söylüyor, gırtlağımızı patlata patlata kin kusuyoruz.

Geçen haftaki yazı, her şeyin kilitlendiği böyle bir kavga ve düşmanlık ortamında, birbirimizi paralamak yerine bir umut, bir ışık, bir çözüm bulabilir miyiz yazısıydı. Bu ülkenin insanları için, hepimiz için iyi ve doğru olanda buluşabilir miyiz, önyargılarımızı aşarak, ezberlerimizi gözden geçirerek, “kim diyor”dan çok “ne diyor”a bakarak hiçbir cephenin, hiçbir siyasal kanadın bindirilmiş kıtası, askeri olmadan, özgür ve bağımsız fikir üretebilir miyiz, sorusuydu sormaya çalıştığım. Siyasetten çok vicdana çağrıydı, bir umut arayışıydı.

Yazının aldığı tepkilere şöyle bir baktım. Acemcesini beceremeyeceğim, Türkçesi “Ben ne söylüyorum, tamburam ne çalıyor” olan bir söz vardır. Bu sözü hatırladım. Kimi okurların neye öfkelendiklerini bile anlayamadım doğrusu. Beni Zaman’a, Taraf’a gönderenlerden tutun da yerimin AKP olduğunu söyleyenler mi istersiniz, “Marx, Engels, Gramsci oku, lise öğrencisi gibi” türünden cehaletimle alay edip eğitimimi tamamlamam ve doğru yola gelmem için öneri getirenler mi istersiniz... (Yazaktan kendimi alamadığım küçük bir not: 50 yıldan bu yana bu kaynaklarla haşır neşirim. Bu kaynakları, kendi ülkelerinde -buna Sovyetler Birliği de dahil- kendi dillerinde okuma, öğrenme ve uzmanlarıyla tartışma olanağı buldum. Sadece okumakla da yetinmedim, inceledim, satır aralarına girdim, bizzat yaşayarak tarihin ve yaşamın süzgeçinden geçirdim, içerden ve dışardan eleştirileri izledim, yenilerde de tekrar tekrar okudum, okuyorum. İşte tam da bu yüzden, yani o kaynakların kırıntılarını ezberlemek yerine özünü kavradığım için bugün bulunduğum yerdeyim.)

Bizleri ortak akılda birleştirecek bir umudu birlikte yeşertelim, ezberlere kapılmayalım, vuruşanların askeri olmayalım, özgürce düşünelim, değerlendirelim, cephelere bölünüp birbirimizi kırmaya çalışacağımıza, red değil önerilerle, küfürle değil iknayla, ötekini yok etmek yerine uzlaşmayla ortak akla varalım diye özetlenebilecek bir yazının aldığı bu türden tepkiler, endişelerimin haklı, bu konularda yazmaya çalıştıklarımın epeyce doğru olduğunu bir kez daha gösterdi: Tabii herkes değil, ama kimilerimiz öyle bir hale getirildik ki, birbirimizi düşman ilan etmeden önce anlayabilmekten, farklı da olsak konuşabilmekten ve belki de uzlaşabilmekten aciz kaldık.

İşte son örnek: Siyasi arenada kıran kırana sürmekte olan son meydan muharebesi; anayasa değişiklikleri tartışması...

Hükümetteki parti, bir anayasa değişikliği amaçlıyor. Henüz bir taslak bile değil, bir öneri paketini etrafa bölük pörçük saçıyor. Bunları görüşelim diye muhalefetteki partilere, sivil toplum örgütlerine gidiyor. Tabii ki sütten çıkmış ak kaşık değil ve tabii ki bu önerilerin bir bölümüyle de kendi bekasını güvence altına almaya çalışıyor. Ama partilerin kapatılmasını güçleştiren, askeri ve yüksek yargı vesayetini kısıtlayan maddeler bugün AKP’ye zırh sağlamak için düşünülmüş olsalar da yarın herkese lazım olabilecek türden, özünde bugünle kıyaslandığında daha demokratik bir yapının kurulmasına olanak sağlayabilecek nitelikte. Tabii ki düzeltilmeleri, rötuşlanmaları, sadece AKP’ye yontan halden çıkarılıp genel olarak demokrasinin ve siyasal özgürlüklerin gelişmesine hizmet edecek öze ve biçime kavuşturulmaları gerekiyor. Peki olan nedir? Ana muhalefet partisi “kapağını bile açmayız” diyor, öteki “çay içer giderler” diyor ve yedeklerindeki güçler Cumhuriyet elden gidiyor, rejim bitiyor, diye koro halinde bağırmaya başlıyorlar. Yani darbe anayasasının sivilleştirilmeye çalışılması aslında kimsenin umurunda değil. Taraflar birbirlerini tuşa getirme ve bitirme çabasındalar.

Henüz komisyonlara bile gelmemiş olan; oturulup konuşulabilse karşılıklı güvensizliklerin giderilemese de yumuşayabileceği, hiç değilse belli maddelerde uzlaşma sağlanabilecek bir öneri paketini “Bu Meclis bu işe yetkili değil” diyerek, ya da “Cumhuriyet elden gidiyor, yetişin ey ehli vatan” diye iyi saatte olsunları göreve çağırarak baştan bloke ediyorlar. Çözümsüzlüğü ve umutsuzluğu toptan bitiremese de azaltabilecek bir tartışma ve uzlaşma ortamı yerine, kavga dövüş, toz duman bir tıkanıklık ve umutsuzluk sarıyor hepimizi.

AKP’nin anayasa taslağına, tek yapabildikleri “istemezük!” diye naralanmak olan kör redcilerden değil de özgürlükçü demokratik duruşları kuşku götürmeyen hukukçulardan, uzmanlardan, çevrelerden gelen itirazlar, eleştiriler, öneriler bu taslağın boşluklarını, ilerde başımıza iş çıkartacak yanlışlarını, AKP’nin kendi varlığını güvence alma endişesiyle yaptığı zorlamaları ortaya seriyor. Ama bugünkü duruma göre gerçekten önemli iyileştirmeler yok mu? Onlar da var ve o maddelerin her biri, daha da ileri götürülebilir...Peki biz ne yapıyoruz? Eksikleri göstermek, somut ve uygulanabilir önerilerle yanlışların önüne geçmek, seçim barajının düşürülmesi başta olmak üzere hayati kimi konularda demokratik direnme ve gösteri hakkını kullanarak sivil toplumun gücünü seferber etmek yerine, red cephesine katılıp sözde namus temizliyoruz. CHP ile MHP, diğer sağcı düzen partileri ve İmralı’dan “Red cephesi kurun” emrini veren Öcalan çözümsüzlükte birleşiveriyorlar; kimilerimiz de onların kuyruklarına takılıyoruz. Bunun, çoğunlukla kendinden menkul bir solculuk adına yapılması ayrı bir elem konusu...

Şöyle bir yol ve duruş da var oysa: daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük için, kurumların ve siyasetin sivilleşmesi, askeri veya sivil dikta tehditlerinin bertaraf edilmesi, nefret söylemlerinin önüne geçilmesi ve bu topraklar üzerinde yaşayan bütün halkların, bütün inançların, bütün yaşam biçimi ve kültürlerin özgürce ve kardeşçe serpilip gelişmesi için anayasada hangi maddelerin bulunması gerekir sorusunu sormak. Tartışılan metne veya önerilere bu gözle bakmak, ‘kim, neden öneriyor’ sorusu yerine önerilen madde demokrasiye, özgürlüklere doğru bir adım attırabilir mi sorusunu gündeme getirmek. Cevabın “evet” olmasından korkmamak, cevabımız hayırsa doğru olanı önermek ve uzlaşmaktan kaçınmamak. Böyle bir bakışı ve siyasal kültürü içselleştirebilir ve yaygınlaştırabilirsek, içinde debelenmekte olduğumuz kaos ve kavga ortamını aşabiliriz belki.Yoksa birbirimizi yumruklaya bıçaklaya hep birlikte uçuruma yuvarlanacağız. Bir ayağımız çoktan boşlukta sallanıyor da farkında değiliz belki.


t24.com.tr

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0