Gezginin Güncesi: Brezilya - 4 ve 5. günler

25 Aralýk 2010 12:26 / 2477 kez okundu!

 


"Ýzlenimlerime devam ediyorum. Ýlk 3 gün izmirizmir'de yayýnlandý, çok olumlu tepkiler aldým." Gezginin Güncesi tüm hýzýyla sürüyor...

Dördüncü Gün

Tuttuðum notlarý bilgisayara aktarýyorum. Otelden internet baðlantýsý satýn aldým. Birazdan yazdýklarýmý paylaþacaðým. Sonra yazmaya devam edeceðim…

Gezerken gezginliði merak ediyorum. Gezgin için “dünya vatandaþý” derlermiþ. “Tüm dünya insanlarýna, uygarlýklarýna ve kültürlerine, hiçbir ayrým yapmadan, önyargýsýz yaklaþan gezgin; insanlara ýrk, din, dil, cinsiyet ve milliyet kalýplarýnýn dýþýnda, "insan" olarak bakmayý bilir, kendi kültüründen olmayan insanlarýn geleneklerini, kültürlerini, dünyalarýný anlamaya çalýþýr.” Dünyaya ve sorunlara evrensel bakanlardanýz, gezgin olarak tam bizim gibileri tarif etmiþler. Ne mutlu insan olmaya çalýþana. Ne mutlu gezgine.

“Yabancý topraklar yoktur. Yabancý olan sadece gezgindir” diyen Robert Louis Stevenson dünyanýn hepimize ait olduðunu ne güzel belirtiyor. Düþüyorum artýk yabancý olmayan Rio topraklarýna. Bu kez çevreyi, binalarý izlemeye.

Dünyanýn, temiz bir çevre ile deðerli olduðunu; ekosistem ile kültür çeþitliliðinin de büyük bir hazine olduðunu çevreciler bilir. Nerede bir çevre kirliði görseler hemen müdahale etmek ister, aktivist çevreciler. Rio’da imar düzeninin olmayýþý, deniz kenarlarýnda yükselen çok katlý yapýlar gerçekten bir felaket. Çevreci damarým tuttu. “Nerede bunlarýn imar planlarý” diyecek oldum. Þaþýrdým sonra kendime. Yurttaþý olmadýðým bir ülkede gezginim sadece. Yabancý topraklar deðilse de, yabancý olan gezginim sadece. Haddimi bilmem gerek. Ama içime sinmedi yine de. Sordum. Kuralsýzlýk esasmýþ. “Býrakýnýz yapsýnlar, býrakýnýz geçsinler” misali. Ha bir de; 300 yýldýr Rio’da deprem olmamýþ. Binalarý yaparken ne yazýk ki, deniz kumu kullanýyorlarmýþ. Malzemeden de en az bizim müteahhitler kadar çaldýklarýný düþünürsek; doða Brezilya’yý gerçekten koruyor. Dün gece müthiþ yaðmur yaðdý. Sabahleyin ortalýk süt liman. Demek ki; kentin altyapýsý saðlam. Ne trafik týkandý ne de çamur vardý yollarda…

Gezmenin, kiþinin hoþgörüsünü, yaratýcý yanýný ve duyarlýlýðýný artýran bir okul olduðunu, bu okulun yaþý olmadýðýný; paylaþmanýn da gezmek gibi bir tutku olduðunu düþünüyorum. Yurdum insaný buraya geldiðinde ne paylaþýyor ne kenti gezip görme isteði duyuyor.

Rehberimiz “iki gün serbestsiniz” dedi. “Ne yapacaðýz biz þimdi” deyip þaþkýn ördek gibi kalakaldý gruptan bazýlarý, "keþke iskambil kaðýtlarýný getirseydik, iki gün nasýl geçer þimdi" deyip sýzlanmaya baþladýlar.

Elimde notlarým. Cesare Pavese’yi okuyorum: “Gezmek vahþi bir þeydir. Sizi yabancýlara güvenmeye ve alýþýk olduðunuz ev ve arkadaþ konforunu kaybetmeye zorlar. Dengenizi kaybedersiniz. Zorunlu þeyler (Hava, uyku, rüyalar, deniz, gökyüzü) haricinde hiçbir þey sizin deðildir… Her þey, sonsuzluða veya ne hayal edersek ona yönelir.”

Okuduðum metni seslendirecek oluyorum, vazgeçiyorum. Ýçim içime sýðmýyor. “Lüks otelde ya da plajda oturmak yerine, kentin ara sokaklarýnda ve kenar mahallelerinde dolaþmayý tercih ederseniz iyi olur” demekten de kendimi alamýyorum. Bir hýþýmda ekliyorum: “Çünkü, bir kentin ya da bir ülkenin sosyo-ekonomik yapýsý, lüks otellerde oturarak veya plajlarda kertenkele gibi yatarak anlaþýlmaz” diyerek hiç sevmediðim öðreten adam tavrýyla devam ediyorum. Birden kendimden utanýyorum. Ama kimseden týk yok. Bana mýsýn, demiyorlar. Daha fazla ileri gitmeden; bu kez içimden yüzlerine karþý “mantýk sizi Türkiye’ den Brezilya'ya getirdi ama hayal gücünüz sizi hiçbir yere götüremeyecek” diyorum. Gülümsüyorum. Baktým gruptan benimle gelecek yok. Mayakovski’yi anarak “gezmek, benim için bir ihtiyaçtýr...” deyip yollara düþüyorum. Arkama bakmadan alýp baþýmý yürüyorum. “Git gidebildiðin yere...” diyen Orhan Veli’yi de unutmadan.

Gezilen kenti anlamanýn ve yaþamanýn en iyi yolunun yürümekten geçtiðinin bilinciyle, ayaklarým sýzlayana kadar dolaþtým; yorgunluktan bazen bir barýn köþesinde bir birayla, bazen bir þemsiyenin kuytusunda soluklanarak.

Gezgine rahat batarmýþ. Battý. Bacak kaslarým et kesti. Ama deðdi. “Gerçek yolculuk, sadece yolculuk için yapýlýrmýþ” gördüm.

Sokakta kurulan pazar yerlerini buldum. Yöreye özgün, el yapýmý hatýra eþyalarýný satýn almayý tercih ettim. Lüks maðazalar yerine tüketim hýrsýndan uzak, çok cazip fiyatlarla alýþ-veriþ yaptým. Ýnsanlarla kaynaþtým. Nasýl sýcaktýlar anlatamam. Dokunmadan edemiyorlar. Saygýlýlar ve ödemenize minnettar kalarak teþekkür ediyorlar. Seyahat eden insan, öðrendikleri ve gördükleriyle arýnýp, mütevazýlaþýp, kýskançlýklardan kurtulurmuþ. Böylesine bir arayýþta kendimi buldum. Sadece kendimi deðil bir pasaj içinde antikacý dükkanlarýndan birinde; çok eski 33’lük plaklar gördüm, hemen üzerlerine atladým, sanýrým satýcý da zaten onlardan kurtulmak istiyordu, bense onlarý kurtarmaya gelen kahramandým. Ýzmir’ de aldýðým bir plak yerine dört plak alýyorum. Alýrken ya da plaklarý satýcýnýn tozlu raflarýndan kurtarýrken, hiç de mütevazi deðilim. Sanki bir maden buldum; klasikler, Portekiz’ce plaklar, üstelik þarkýyý söyleyenler tarafýndan imzalanmýþ, bir kýsmý ise ambalajlarýyla duruyor, hiç açýlmamýþ, elinize aldýðýnýzda dinlemeden sizi heyecanlandýran, müzik ziyafeti veren plaklar. Mutluyum. Hiç pazarlýk yapmadan alýyorum. Her kültürün paylaþýlabilecek bir yaný olduðunu sevinçle görüyorum. Ellerim dolu, yorgunum, ayaklarým dönüþ yolunda olsa da hoþuma gidiyor.

Yaðmur çiseliyor yürürken. Ahmak ýslatan. Islanýyorum. Taksiyle gitmemekte ýsrar ediyorum. Bir yandan da hayal gücümüzü gerçeklerin dengelediðini düþünüyorum. Okyanusu aþarak iyi ki gelmiþim, bazý þeylerin nasýl olabileceklerini düþünmek yerine, onlarý olduklarý gibi görmek daha güzelmiþ, anlýyorum. Baþka ülkelerde neler olduðunu baþkalarýndan dinlemektense, kendi gözlerimizle görmekse en güzeli, yaþýyorum.

Beþinci gün

Dördüncü günün gecesi “herkes için eðlence vakti” idi. Gece uzun sürdüðünden sabah geç kaldým. Rio bana alýþmýþ ben ona alýþmýþken arayý soðutmadan flörtümüze devam etmek için derhal yola çýktým. Çünkü bugün ikinci serbest günümüz gitmek zorundayým. Lisa Aubin De Teran dediði gibi :

“Gezmek hayatla flört etmek gibidir. Kalýp seni sevebilirim, ama gitmek zorundayým, bu benim istasyonum, demek gibidir.”

Amerika konsolosluðunun önünde bir kuyruk gördüm. Nedir bu, diye sorduðumda aldýðým yanýt tanýdýktý. “Vize kuyruðu”. Amerika 11 Eylül’deki ikiz kulelerin yýkýlmasýndan sonra, tüm dünya ülkelerine olduðu gibi Brezilya yurttaþlarýna da vize koymuþ. Ancak Brezilya ‘ da hemen karþýlýk vermiþ. “Amerikan yurttaþlarý da Brezilya’ ya vize ile girecekler” kararýný almýþ. Þimdi Brezilya ‘ da Amerikalýlara vize uyguluyor. Brezilya’lýlarýn dýþ politikasý çok basit. Ne uygularsan karþýlýðýný görürsün. Ülkeler arasýnda birinci yok. Eþitler arasýnda birinci olmayacaðý gibi. Mütekabiliyet yani karþýlýklýlýk ilkesi geçerli. Çok güzel. Ýþte onurlu dýþ politika, helal olsun diyorum. Budur kafa tutma, ezilmemek budur.

ABD, Rio’ da Amerikan Konsolosluðu’ nun güvenliði açýsýndan kaldýrýmý da içine alan bir duvar örmek istemiþ. Belediye izin vermemiþ. “Halkýn geçeceði, kullanacaðý kaldýrýmý kapatmanýz da kamu yararý yoktur” gerekçesiyle. ABD baþkaný Bush Brezilya’ya geldiðini zaman bu konuda Brezilya Cumhurbaþkaný Lula’dan “terör tehdidi altýndayýz kaldýrýmý kapatalým” biçiminde talep de bulunmuþ, Lula’da Brezilya’dan terörist çýkmaz, endiþe etmeyin, diyerek talebini reddetmiþ. Ýþte halkýna güvenen, onun çýkarlarýný savunan ve eðilmeyen bir baþkan örneði.

Evsizler þehrin her köþe bucaðýný ev edinmiþler. Neresi müsaitse uzanýp yatýveriyorlar. Taþlarýn üzerinde. Bizdekiler gibi kartonlar, gazete kaðýtlarý bile yok. Yarý çýplak uzanýyorlar, sere serpe. Bir de kötü kokuyorlar ki felaket.

“Yoksul, yoksulu kokusundan tanýrmýþ” fakat evsizlere yemek getiren baþ uçlarýna içecek koyup, sessizce uzaklaþan insanlarý görünce seviniyorum. “Dayanýþma duygusu bitmemiþ, insanlýk henüz can çekiþmiyor ne güzel” diyorum. Empati duygusunu henüz yitirmemiþ hâlâ çýldýrmamakta direnen insanlar da varmýþ, izliyorum, umudum yeþeriyor. Shakespeare’in Miranda’sýndan bize, Can Yücel’in Türkçesiyle kalan o dizelerdeki gibi kutlamaya deðer bir durum...

“Ne güzel þeymiþ meðer insanlýk
Böyle dünyalýlarý olan
Yaþasýn bu yaman, bu cesur yeni dünya!”

Rio’da þehrin içindeki göle doðru yönleniyorum. Bu göl bir “lagün”; kýyýda, setleþmeyle oluþmuþ bir göl tipi. Denizden dar bir kordonla ayrýlmýþ göl. Ancak çok deðiþik bir özelliði var. Denizin girinti yaparak oluþturduðu bütün göller acý veya tuzlu sulu olurlar. Rio’ daki lagün tatlý sudan oluþuyor. Nedeni sürekli yaðmur yaðmasý. Tatlý suyun birikmesi. Bir kez daha ezberimiz bozuluyor. Denizle bir kanal yolu baðlantýsý bulunan, dar bir karayla ayrýlmýþ güzel mi güzel bir göl. Dalgalarýn kabarmasýyla bazen taþan ve tuzlu suyla karýþtýðý için deniz balýklarýnýn da içinde yaþadýðý lagün kelimenin tam anlamýyla harika.

Gölün kenarýnda aklýma Fikret Yýlmaz’ýn “Lagün Gözlü Kadýn” kitabý geliyor. Ardýndan Tardu Sarp’ýn Lagün þiiri:

“Denizden ayrýlmýþ bir su parçasýyým.
Kara çevirmiþ her tarafýmý.
Ümitsiz aþýðým denize belki.
Dalgalar, sert dalgalar aþamadý bu seti.
Geçenler acýr mý yardým gelir mi hani.
Titreyen yüzüm artýk soluk mavi.
Sisler birleþtirir bazý melodilerde belki bizi.
Sen parçaný ben özümü kaybettim.
Ne olacak sonumuz herþey bitti geri gelmez ki.”

Yüksek sesle okuyorum. Rio ve Lagün hayran hayran dinliyor. Ben de kendimden geçiyorum. Yanýmdan geçenler tuhaf tuhaf bakýyorlar. Deli mi bu adam deseler yeridir.

Bense Rio’yla, Lagünle konuþuyorum. Maria Rilke’nin “Hiçbir þey tam deðildir, ben görmeden önce” dediðini hatýrlatýyorum. “Ýþte, Rio ve Lagün sizler de tamamlandýnýz” diyerek veda ediyorum.

Rio’lu biri “nereden geldiniz buralarý keþfetmeye” diye soruyor. Brazilya’yý keþfeden Christoph Colomb’un cümlesiyle cevap veriyorum:

"Ben de sizler gibiyim, size benziyorum. Tek farkým, ben meydan okudum siz okumadýnýz."

Gezgin ile turist arasýndaki farký da birlikte geldiðimiz insanlarla anladým. Gezgin aktif, turist ise pasif. Gezginler, maceranýn ve deneyimin araþtýrmasý içinde giriyor. Turist ise kendisine ilginç þeylerin olacaðýný umuyor. Ancak pek de umduðunu bulamýyor. Gezgin, öngördüðünü görüp bilgilenir. Turist görmek için geldiði þeyi görür ve gider. Turist, karþýlaþtýðý engellere olmamasý gereken durumlar diye bakýp, yakýnandýr. Gezgin, yola çýkýþýnýn amacýnýn karþýlaþtýðý zorluklarý aþmak olduðunu bilir. Gezgin için nihai hedef; Baudrillard’ýn çok sevdiðim sözüdür:

“Gidilecek en uzak yere gitmek, bir bakýma yolculuðu sýnýrlar. Bundan sonraki tek yarýþ, bir daha hiç dönmemek olabilir.”

Otele dönmek zorundayým. Yarýn son günümüz .Akþama veda yemeði var. Hoþ bazý arkadaþlar yemekleri beðenmediler ya da fazlasýyla titiz davranýp aç kaldýlar. Onlara evde oturup, okyanus aþmadan da mutlu olabileceklerini James A. Michene hatýrlatýyor:

“Eðer yemekleri reddedersen, adetleri görmemezlikten gelirsen, din’den korkar, insanlardan kaçarsan, evinde oturman senin için daha iyi olacaktýr.”

Brezilya‘da ilginç bir uygulama var: Benzin istasyonlarýnda “ethanol- alkol” satýlmasý. Brezilya, petrol üreten ülke, ancak benzin fiyatlarý pahalý. Dizel görece ucuz. Gaz’ da alkole göre pahalý. Benzinle çalýþan arabalar alkolle de çalýþýyor. Benzinin fiyatýný özellikle yüksek tutuyorlarmýþ. Nedeni çokça þeker kamýþý ürettiklerinden, onlardan elde ettikleri ethanolün arabalarda tüketilmesiyle artý deðer elde ediyorlar. Petrol üretiyoruz, zenginleþtik, alýn size ucuz benzin demiyorlar. Kaynaklarýnýn deðerini bilip, koruyorlar. Takdire þayan bir tutum.



Bülent Tokuçoðlu


Son Güncelleme Tarihi: 28 Aralýk 2010 01:36

 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaþ
0
Yorumlar
Uyarý

Yorum yazabilmek için üye olmalý ve oturum açmalýsýnýz.

Eðer sitemize üye deðilseniz buraya týklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eðer üye iseniz oturum açmak için buraya týklayýn.