Yurttaş ve Yurttaşlık - Sait Çetinoğlu

05 Kasım 2009 01:25 / 3122 kez okundu!

 


Yurttaşlık, siyasi söylemin en eski terimlerinden biridir. Muhtemelen siyasi topluluk fikrinin kendisi kadar eskidir. Öz olarak yurttaş siyasi topluluk hayatına katılma yetkisine sahip kişidir. Modern dünyada yurttaş statüsü, tipik olarak katılma yetkileri veya haklarıyla bunların refakatindeki bir dizi yükümlülük veya görevden oluşan bir karışımı belirtir.

Yurttaşlık ilkesel olarak siyasi topluluk içinde bireylere ‘eşit’ haklar,’özgürlükler’ ve sınırlamalar, güçler ve sorumluluklar veren bir statüdür. İlk kez antik dünyanın kent devletleriyle bütünleşen yurttaşlık hakları hiçbir zaman terk edilmemiştir. Ancak bu haklar 1789 Fransız Devrimini çevreleyen olaylarla modern dünyanın merkezine oturmuştur. Devrimci söylem, yurttaşlığa ve yurttaşın haklarına atıflarla doludur.

Fransız devrimci geleneği yurttaşlığın en azından zımnen evrensel bir statü olduğunu iddia eder. Bu nedenle biz güçlendirici, evrenselci, haklara dayanan ve hem demokratikleşmenin hem de ulus devletin giderek daha aktif rol oynamasına bağlı bir yurttaşlık fikrine sahibiz.

Yurttaşlık hakları her zaman ve her koşulda geçerli olarak tanımlanan ve yerine getirebilme yeterliliğinde olanlara genel bir yükümlülük getiren “doğal haklar” ya da “insan hakları” anlamında evrensel değildir. Yurttaşlık normal olarak kişinin doğum yerine veya ana babasının yurttaşlığına bağlı olarak tesadüfen elde edilir. Verili bir devletin toprakları üstünde veya yetki alanı içinde yaşayan herkes tam yurttaşlık statüsünden yararlanamaz. Yurttaşlık hakları sadece, yurttaşlık statüsüne sahip olacak kadar şanslı olanlara uygulanır ve genellikle sadece bu yurttaşlığın uygulandığı belirli bir devlet tarafından yerine getirilir. Aynı zamanda yurttaş hakları, devletin yükümlülük üstlenmesini ya da geri durmasını bir hak olarak içerir ancak bu haklar genellikle devlet yetkililerinin yorumuna ya da hatta feshine maruz kalırlar. Kime yurttaşlık verileceği veya hangi yurttaşlık haklarının gerektiğine karar veren devlet kurumudur. Çeşitli kişi kategorileri resmen yurttaş statüsünden dışlanabilir yasalar önünde eşitlik artarken yurttaşlar arasındaki asli farklılıklar daha önemli hale gelir.

Yurttaşlık, ayırt edici bir biçimde bir ‘kamu’ kavramlaştırması oluşturmaya yardım eder ama bu belirli seslerin –toplumsal cinsiyet, etnik köken, sınıf-dışlanması eğilimi taşıyan bir kamudur. Burjuvazinin aristokratik ayrıcalıklara karşı savaşım içinde anlam bulan ‘evrensel yurttaşlık’ idealinin özünde yurttaşlık statüsünün her türlü özellik ve farklılıkları aşan ve bu anlamda eşitliği aynılığa indirgeyen bir anlayış bulunmaktaydı. Yurttaşlığı aynılığa indirgeyen anlayış, hem ulus devlet hem de liberal felsefe açısından işlevseldi. Kamusal alan, ulusal aidiyetin ayrıcalıklı bir biçimde ifade bulduğu açıkça farklılaşmış bir siyasal alan haline gelirken günümüzün kapitalist toplumlarında devletin denetimi dışında farklılıkların özel alanda ne kadar ya da ne ölçüde ‘yaşama alanı’ bulabilecektir. Çağdaş demokrasilerde, kamu kurumlarının gayri şahsiliği esas olduğundan, yurttaşlar devletin kendilerine etnik, dilsel, kültürel kimliklerinden bağımsız olarak ‘eşit’ bir biçimde davranması karşılığında söz konusu kimliklerinden vazgeçerek bir anlamda bedel ödemektedirler. Kimliğimiz, büyük ölçüde tanınma ya da onun yokluğunda biçimleniyor, bu anlamda tanınmama bir başka baskı ve cebir unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yurttaşlığın üç bileşeni vardır; medeni, siyasal ve toplumsal. Medeni haklar bireysel özgürlükler açısından gereklidir. Siyasal yurttaşlık ya oy kullanarak ya da siyasal bir görev üstlenerek topluluk içinde siyasal gücün kullanılması sürecine katılma hakkını güvence altına alır. Toplumsal yurttaşlık ise doğru düzgün bir yaşam standardına sahip olma hakkıdır. Ancak yurttaşlığın ilkeleri ile kapitalist piyasanın işleyişi arasında sürekli bir gerginlik ve/ya da çelişki vardır.

Kapitalizm, toplumsal sınıflar arasındaki eşitsizlikleri kaçınılmaz olarak sürdürürken yurttaşlığın herkesi eşitlemesinin bir anlamı kalmamaktadır.

Liberalizmin dayandığı temel unsur yurttaş değil ama iktisadi insandır. Dolayısı ile söz konusu homo economicus’un 19.yy bağlamındaki karşılığı olan ‘burjuva erkek’in oy verme hakkının tanınmasıyla ifade bulan yurttaşlık statüsüne kavuşturulması liberal ekonomik anlayışla bütünüyle tutarlıdır. İktisadi liberalizmin gelişim seyrine göre yurttaş tanımı da genişleyecektir (kadınların da yurttaşlığa alınması). Liberal devletin ‘yansızlığı’ ya da ‘eşit mesafe’ metaforu ve bunun gerektirdiği ‘kimliksiz birey’ anlayışıdır. Tüm dünyanın türdeşleşmesi yönünde bir gücün etki edeceğine inanılması istendi. Dünyanın tüm bölümleri süreç içinde benzer duruma gelecekti. Bu varsayımın dramatik bir biçimde yanlış olduğu ortaya çıktı. İkinci olarak tek tek her devlet düzeyinde benzer türdeşleşme süreci öngörülüyordu, ırk, din, etnik, sınıf vb çeşitli ayrımcılıklar ortadan kalkacak ya da 'aşılacak' ya da olsa bile modernlik öncesi dünyanın kalıntıları olarak var olabilecekti, tüm bunlar yurttaşlık hukuku güvencesi altında birleşik bir topluluk çerçevesi içinde eriyecekti.

Dar anlamıyla sitenin yönetimine doğrudan ya da dolaylı katılımla tanımlanan yurttaşlık kavramı, modern içeriğinin Fransız Devrimi sırasında yani sivil toplumun giderek daha çok sayıda üyesinin yurttaşlık statüsü sayesinde siyasal karar alma sürecine katılımıyla kazanmıştır. Fransız devrimi bireyin siyasal aidiyet ve statüsünün toplumdaki başka türden aidiyet ve ilişkileri üzerindeki zaferi ile ‘yurttaş’ teriminin toplumdaki tüm eski unvan ve statüleri tehdit eden bir prestij kazanmasıyla sonuçlandı. Diğer yandan da bu evrimin teritorial çerçevesi ulus devlet olduğundan yurttaşlık ve ulus birbirine sıkıca bağlandı. Dolayısıyla yalnızca ulusal topluluğun üyeleri bu egemenliğin ‘emanetçileri’ sıfatıyla siyasal yurttaşlığa hak kazanırken yurttaşlar ve yabancılar arasındaki ayrımın açık bir biçimde ortaya çıkması sağlandı. Yurttaş olmayan ya da özel kişi-tuhaf köksüz, yuvasız kişi-için kullanılan Yunanca terim idiot idi ve bu sözcük şimdi olduğu gibi o zaman da ‘kara cahil’ anlamını taşıyordu ve kamu yararına değil kendi kişisel çıkarlarının peşinde koşanlar için kullanılıyordu. Yurttaşlık tanımı ve statüsü bir dışlamayı içerdiği gibi bir kuşatılmışlığı da kapsar, yurttaşlık 'içeridekiler' ve 'dışarıdakiler' olarak bir çatışma temelinde tanımlanmıştır. Yurttaşlık bir kuşatılmışlığı içermesine karşın sermaye aynı biçimde kuşatılmış değildir, tam aksine mülkiyet onun hareketinin pasaportudur, mülk paraya çevrilir ve kolayca taşınabilir. Bu kolaylık eşitler(!) arasında birinciler için de geçerlidir-seçilmiş ulus-(ABD pasaportunda her devletin bu pasaport sahibine kolaylık göstermesi emir kipinde rica edilmektedir). Bazıları ondan dışlanmadıkça yurttaş kavramının hiç bir anlamı yoktur. Dışlanacak olanların bazıları keyfi olarak seçilecektir. Dışlama kategorilerinin kusursuz bir mantığı yoktur üstelik yurttaş kavramı kapitalist dünya ekonomisinin temel yapısına bağlıdır, hiyerarşik ve kutuplaştırıcı bir devletler sistemi kurulmasının ürünüdür, bu da demektir ki yurttaşlık (en azından daha zengin ve daha güçlü devletlerde) kaçınılmaz olarak paylaşılması mensuplarının işine gelmeyen bir imtiyaz olarak tanımlanır. Bu kavram tehlikeli sınıfları kontrol altında tutma ihtiyacına bağlıdır, bu sınıflar da en iyi bazılarını sisteme dahil etmek, bazılarını da dışlamak yoluyla kontrol altında tutulur. Ulus devletin topraksal siyasal ve bürokratik organizasyonu içinde yurttaşlık kamusal alana ilişkin meşru bir aidiyet biçimi olarak ortaya çıkarken diğer aidiyet eksenleri gayri meşru olarak özel alana terk edildi. Yurttaşın oluşturduğu aidiyet biçimi ile sosyal, kültürel, sınıfsal ve etnik aidiyet arasında sürekli bir gerilim yaşanmaktadır. Bu anlamda yurttaşlığın birbiri ile çatışan ya da birbirini tamamlayan bir dizi kararsız unsurun bileşimi olarak ortaya çıktığını söylemek mümkün. Her siyasal rejim, belirli bir yurttaşlık tanımı içinde yalnızca kendisini tarif eden bir güç ve iktidar dağılımını yansıtmakla kalmaz aynı zamanda belirli bir ‘insan’ tipinin, belirli bir haklar ve görevler modelinin de hukuksal sınırını çizerek toplumu meydana getiren sosyal ilişkileri birey düzeyinde tanımlar. Dar anlamıyla siyasal hakların kullanımı, geniş anlamıyla ise kamusal alana etkin katılım olarak anlaşılan yurttaşlık, bir güçler ve çıkarlar ilişki ve dengesini geçici bir süre için kurala bağlamak için düzenlenmiştir. İşte tamda bu nedenle ‘yurttaş = ulus’ denkleminde tanık olduğumuz gibi bir kutsallaştırma, ya da yurttaşlığı ardında yalnızca bir egemenlik projesinin gizlendiği saf bir ‘hukuksal kurgu’ olarak ele alabiliriz. Bu açıdan yurttaşlık, entegrasyonun/asimilasyonun şifrelenmiş boyutu olarak karşımıza çıkmaktadır. Eşit statü olarak anlaşılan yurttaşlığın gerçekte ekonomik, toplumsal, kültürel, sınıfsal ya da cinsiyetçi eşitsizlikleri gizlemede kullanılan bir maske olmaktadır.

Silahlı kuvvetlerde zorunlu askerliğin gelişmesi ve yerleşmesiyle, siyasi yurttaşlığın genişlemesi arasında doğrudan bir ilişki vardır; egemenin eline silah verdiği birine artık serf muamelesi yapması düşünülemezdi, birey artık birinci olarak dört yılda bir oy pusulasını attığı bir saniye içinde ikinci olarak da –yine bir saniye içinde- ‘vatan için şehit’ olduğunda tam anlamıyla yurttaş olmaktadır.

Yurttaşların yaratılmasında rol oynayan değişik kurum ve etkinliklerin (hukuk, eğitim, ordu, sanat vb) ne ölçüde etkin olacakları bütünüyle her ulus oluşumunun kendi özgül koşullarına bağlıdır. Ne var ki, koşullar ne kadar farklı olursa olsun bunlardan kimilerinin evrensel gelişme çizgileri vardır. Özgün 'biz' duygusunun yaratılması için ideolojik söylemin de geliştirilmesi gerekir.

Tarihsel süreç içinde yurttaşlık kavramının polis’in( Yunanca’da Polis şehir demektir) gelişmesiyle eşzamanlı olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Antik Yunan’da sınırlı bir gurubun ayrıcalığı, bir zoon politikon siyasal hayvan olmanın zorunlu koşulu olarak anlaşılan katılımcı aktif yurttaşlığın gelişmesine karşılık, Roma’da partici ve pleb’lerin varlığıyla somutlaşan iki düzeyli bir yurttaşlık anlayışı ortaya çıktı. Hem katılım hem de statüyü içeren yurttaşlık ile yalnızca statüyü içeren yurttaşlık. Roma’nın yurttaşı olmak geçerli bir hukuksal statüye sahip olmak anlamını taşıyordu. Ortaçağdaki Batı Avrupa kentlerinde yurttaş, feodal ve kral otoritesinden göreceli bir bağımsızlığı kentin yönetimine direk ya da dolaylı katılımını ve kentin sakinleri arasındaki karşılıklı yardımlaşmayı ifade ediyordu. Yurttaşlığın altın çağı hiç kuşkusuz ulus devletlerin yükselmesiyle eşzamanlı olarak yaşadı. Fransız devrimi ile başlayan dönemde yurttaşlığın sınırları bir yandan medeni ve siyasal hakların kazanılmasına paralel olarak genişlerken, ulus devletin bizzat kendi toprak sınırları da yurttaşlığın ulusla özdeşleşmesi sonucunu vererek yurttaşlığı ulus devletin içine hapsetti.

Farklı toplumlarda çok değişik yurttaşlık gelenekleri vardır. Hakların toplumsal mücadeleyle kazanılmasına dayanan aktif yurttaşlık, devletin yukarıdan bahşettiği pasif yurttaşlık çok farklıdır. Geleneksel Asyalı devlette, devletin otoritesi doğrudan bireye yönelmez. Genelde kral ya da imparatorun otoritesi bireyin yaşamını çevreleyen geniş otorite katmanına nüfuz edememesi sonucu yurttaşlığın kazandığı anlam farklı oldu. Oysa Batı’da geç ortaçağdan başlayarak ortaya çıkan siyasal bireyselleşme süreçleri sayesinde birey ve egemen, ortaçağ boyunca gittikçe güçlenen kent organizasyonlarında hukuksal ve idari anlamda ‘mukavele’ şartları çerçevesinde birbirlerine yakınlaştılar. Taşradaki feodal ya da kralların iktidarı altındaki uyruk’tan kesin biçimde ayrılan yurttaş (citizen) sözcüğü yalnızca bir kentin sakini anlamını taşırken, giderek sözcüğün dar anlamıyla kentsel göndermelerinden uzaklaşıldı. Dolayısıyla Avrupa kentlileri uyruktan yurttaşlığa geçişin ara basamağındaydılar. Onlar bazı hak ve ayrıcalıkları bakımından yurttaşa benzerken bazı bakımlardan uyruğa benzerler, yurttaşı önceleyen bu kentli tipine Batı Avrupa dışında rastlamak olanaklı değildir. Batı yurttaşlık anlayışı bir yandan statü düşüncesi diğer yandan bir siteye üyelikle yakından ilgiliydi. Dolayısıyla gerek Fransızca gerek İngilizce’de kullanıldığı biçimiyle yurttaş (citoyen, citizen) site yaşamı içinde anlam kazanırken, Alman geleneği içinde yurttaş, ailenin koruyucu kabuğunu terk ederek ekonomik mücadele ve rekabetle ifadesini bulan, kamusal alana giren bireyi tanımlamaktadır. Alman geleneği yurttaşlığın (mitburger) yukarıdan aşağıya inşa edilmesi sonucu aktif yurttaşlığın yerini sosyal hakların hamili olarak oldukça sınırlı bir yurttaşlık kavrayışı almıştır.

Devlet tarafından dayatılan tek biçimli kurallar ve kimliğin ifadesi olan yurttaşlığın, aynı zamanda derin bir çeşitlilik duygusunu içerdiği görmezden gelindi. Yurttaşlığın özel bireyler tarafından taşınan bir ‘evrensel’ maske olması kavramın örtük ya da açık bir gerilim alanı haline gelmesine yol açtı. Yurttaşlık bir yandan ‘üyelik/aidiyet’ duygusu, paylaşılan bir ortak kimlik olarak tanınırken, diğer yandan da rakip aidiyet biçimleri (ırk, sınıf, din, etnik) ile mücadele etti. Bu süreçte yurttaşlığın simgesel alana ilişkin olmasına karşılık yurttaşlığın kendisinin simgeselliğin üyesi olmaması gerilimi arttırdı.

Yurttaşlık bir haklar bütünü içinde değerlendirildiğinden yeni hak talepleri yurttaşlığa ilişkin ön kabullerin bir kez daha tartışmaya açılmasını zorunlu kılmaktadır. Yurttaşlık bir yandan Antik Yunandan günümüze bir ‘erdem’ olma niteliğini koruyor. Burjuva liberal devrimlerden bu yana ise, kapitalizmin yükselmesine paralel olarak gelişen ve farklılaşan haklar ve görevler sistemine katılma/kullanma anlamında ‘olgusal’ bir niteliği var. Yurttaşlığın ilkesel ve olgusal olarak bu iki hali ise ‘tasavvur’ edilen ile ‘yaşanan’ yurttaşlık arasındaki gerilimin ana nedenlerinden birini oluşturuyor.

Yurttaşlık her zaman için değişik kitle iletişim araçları vasıtasıyla dağıtılmak üzere sembolik kaynaklara ihtiyaç duymuştur. Ulusun 19. yy’da hayal edilmiş bir cemaat olarak gelişmesinde kapitalist yayıncılığın önemi büyüktür. 20. yy ulusal nosyonunun gelişmesinde radyo yayıncılığı, özellikle de kamusal mülkiyet haline geldikten sonra önemli bir faktör olmuştur. Ticari radyo yayıcılığının, dinleyicilerini ürünlerinin birer tüketicisi olarak görmeye başladığı yerde kamu sektörü de onları bir ulus devletin yurttaşı olarak tanımlamıştır. 'Biz' tipik olarak sadece konuşmacı ve dinleyicileri değil aynı zamanda rutin bir bağlılık ve sorumluluk alanı olarak hayal edilmiş bir cemaati simgeler. Ve dolayısıyla yurttaşlık ile 'çağdaş' tüketicilik arasında her geçen gün daha da artmakta olan bir çakışma söz konusudur. Tüketici dünyası da havuçlar ve sopalar dünyasıdır.

Soyut bir haklar anlayışına ve ‘evrenselliğe’ dayanan liberal yurttaşlık geleneği, özellikle sınıf, toplumsal cinsiyet ve farklı aidiyetler temelinde biçimlenen iktidar gerçeğini inkar etmektedir. Fransız Devriminin cumhuriyetçi düsturunu oluşturan eşitlik, özgürlük ve kardeşlik idealleri özünde erkek yurttaşlar cemaatine sunulan idealler bütününün ifadesiydi. Tarihsel seyir içinde yurttaşlık kapsamının genişlemesi demokratikliğin formatı değil, ekonomik tercihlerin ürünüdür. Hakların biçimsel eşitliği ardındaki iktidar ilişkilerini sorgulamadığı sürece yurttaşlığın eşit statü sağlama yönündeki iddiası geçersizdir. Liberal yurttaşlık kavramları 'içeridekiler' ile 'dışarıdakiler' arasında karşıtlık ve yurttaş olmayan, öteki ve düşman tanımlamaları çerçevesinde oluşturulmuştur. Bu durumda biz de, küresel yurttaşlar ve ötekiler biçiminde tanımlanmayan bir yurttaşlığın yegane tarihsel nosyon olup olmadığını sorabiliriz. Küresel farlılıkların bilincindeyken bir düşmanı ve ötekini varsaymayan bir yurttaşlık kavramlaştırması geliştirilebilir mi? Ya da başka bir alternatif olarak, bir düşman tanımının olmaması bu tip küresel yurttaşlığın hiç bir zaman tam anlamıyla gelişemeyeceği-küresel yurttaş yoktur çünkü bu kavram kimseyi dışarıda bırakmıyor-anlamına gelir mi? Bu sorulara vereceğimiz cevapların doğruluğu çerçevesinde yeni perspektifler/sonuçlar çıkarabiliriz.


Sait Çetinoğlu


KAYNAKLAR
1. Bookchin, M.(1999) Toplumu Yeniden Kurmak, çev:Kaya Şahin, Metis Yayınları
2. Claudwell,C. (2002) Ölü Bir Kültür Üzerine İncelemeler, çev: Müge G.Sökmen,
Ali Bucak, Metis Yayınları
3. Çetinoğlu,S, “Günümüzde Evrensel Bildirge”, içinde, Humaite sayı: 8 2005
4. Bauman,Z.(1999) Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Sorunlar, çev Ümit Öktem
Sarmal
5. Stevens,J. (2001) Devletin Yeniden Üretimi, çev: Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları
6. Üstel, F.(1999) Yurttaşlık ve Demokrasi, Dost Yayınları
7. Halloway,J.(2003) İktidar Olmadan Dünyayı Değiştirmek, çev:Pelin Sıral, İletişim Yayınları
8. Wallerstein,I.( 2003) Bildiğimiz Dünyanın Sonu, Çev: Tuncay Birkan, Metis Yayınları
9. Sosyal Bilimleri Düşünmemek,(1997), Çev: Taylan Doğan, Avesta Yayınları
10. Topal, M. (2003) Ulusu Düşünmek,Özgür Üniversite Yayınları
11. Kropotkin, P. (2001) Karşılıklı Yardımlaşma, Çev: Işık Ergüden Kaos Yayınları
12. Urry,J. (2005) “Küreselleşme ve Yurttaşlık”, içinde, Humanite sayı:9, Çev Emre Aydoğdu
13. Pierson, C.(2000) Modern Devlet, Çev: Dilek Hattatoğlu, Çiviyazıları Yayınları
14. Amin,Arrighi,Frank, Wallerstein. (1993) Büyük Kargaşa, Çev: Erdem Akbulut, Alan Yayınları
15. M Marshall L, (1999) G.Sosyoloji Sözlüğü.Çev.O.Akınhay,D.Kömürcü, Bilim Sanat Yayınları

-------

Sevgili Sait Çetinoğlu'na "Yurttaş ve Yurttaşlık" yazısını izmirizmir.net ile paylaştığı için teşekkür ederiz.

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.