68 Ruhu Üzerine - Ferhat Kentel

23 Mayıs 2008 03:10 / 1869 kez okundu!

 

Ferhat Kentel, 68 kuşağı üzerine yaratılan yanlış efsanenin çöküşünü sağlayarak o kuşağın ölmüş temsilcilerine gerçek anlamda saygısını ileten; elini, çıkış yolu anlamında kuşağın yaşayanlarına ve ortada kalıp 68 ruhu arayışına düşmüş yeni kuşağa uzatan;

Taraf Gazetesi'nin 22 Mayıs 2008 tarihli sayısında yayınlanan yazısı şöyle:







Genellikle içinde yaşanılan zamanda değişim ve beraberinde gelen sorunlar sizi aşıyorsa, yeni durumları anlamak için kelimeleriniz yetersizse eskiyle idare edersiniz. Yeninin gücü karşısında eksikliğinizi ve ezikliğinizi eski kelimelerinizle gidermeye çalışırsınız. Çaresizliğinizi sık sık geriye, efsanelere, efsaneleştirdiğiniz geçmişinize dönerek örtmeye çalışırsınız. O geçmiş aslında çok karmaşık bir gerçeklikler bütünü olmasına rağmen, o karmaşıklığı bugünkü ihtiyaçlarınıza en uygun şekilde basitleştirir, gerçekliğin sadece bir cephesini ‘gerçek’ olarak ilan edersiniz. Sonuç olarak yaptığınız şey, aslında soluğu kesilen eski bir yapının ya da dilin sadece yeniden üretimine katkıda bulunmaktan, o yapıyı kutsallaştırmaktan başka bir şey değildir.



Bugün Türk tarihi üzerine, Atatürk üzerine sürdürülmeye çalışılan dil, böyle bir çaresizliğin ve basitleştirmenin ürünüdür. Bu dile göre, tarih çok farklı insanların, görünmez kılınan, yenilmiş olan insanların hikayeleri değildir. Karmaşık ilişkilerin, ittifakların, öngörülmeyen sonuçların, zaman içinde başkalaşan, farklı tezahürlere bürünen siyasal ve toplumsal hareketlerin tarihi değildir. Buna karşılık, yeni olanın karşısına koymak için kutsallaştırılarak dondurulmuş bir tarihtir. Bu tarih dili, bu tarih boyunca kazanmış olanların, üstün gelmişlerin dilidir; iktidarın dilidir...



Her dönemin söylemi ya da kurgusu, bir önceki dönemin karmaşıklığının üzerine yerleşmiş olan, her şeyi sabitleştirmeye çalışan bir kurgudur. Bu kurgu geriye dönüp, geçmişi yeniden yazan bir kurgudur. Ancak bu kurgu bütün iddiasına, bütün çabalarına, bütün ikna teknolojilerine rağmen, herşeye hâkim olamaz. İktidar ilişkilerini saklayan bu kurgunun içinden yeni sesler çıkar, direniş çıkar. Sabitleşmiş iktidar dili bu direnişle, yeni pratiklerle başa çıkamaz; kelimeleri yetmez... İşte muktedir olanlar bu yeni durumlara kendilerini adapte edip, yenilenemezlerse sahip oldukları dilin 'tek dil', 'tek gerçeklik' olduğunu dayatabilecek kutsallaştırma operasyonlarına girişirler...



İşte yeniyi anlayamayan ve eskiyi kutsallaştıran bir iktidar dili olarak kemalizmin gölgesindeki, ‘Türk 68’inin bugün sorgusuz-sualsiz kutsallaştığı bir dilin sahipleri tam da böyle bir operasyon içindeler... Geçtiğimiz haftalarda katıldığım bir "Siyaset Meydanı" programına damgasını vuran, 'bugün' ve 'yeni' karşısında çaresiz kalan, kelimeleri yetmediği için 68'i kutsallaştıran dil tam da böylesine 'eskiye' sığınan bir dildi...



Söz konusu program, on yıllık dönemlerin geride kalmasıyla, bir bakıma yeniden devreye giren 'hatırlama' pratiklerine bağlı olarak bütün dünyada ve Türkiye'de de yeniden güncellenen 68 anlatısının en muhafazakar yorumunun hâkim olduğu bir programdı. Avrupa'daki 68 hareketinden farklı olarak Türk 68'ine ve sonrasına nasıl darbeciliğin ve şiddetin dilinin hâkim olduğu yönünde benim dile getirmeye çalıştığım görüşler, bir anda salonda bulunan '68'lilerin' neredeyse tamamı tarafından 'yanlış bilgi' olduğu gerekçesiyle hızla savuşturuldu... Ancak ilginç bir şekilde, bu 68'liler, şiddete bulaştıklarını kesin bir dille reddederken, bir yandan o dönemde herkesin nasıl bir anda bellerinde silahlar görülmeye başlandığını, üniversitenin duvarlarındaki kurşun deliklerini anlatıyorlar; diğer yandan da program sırasında, içinde 'savaşların', 'siperlere dayanmaların' geçtiği marşları terennüm ediyorlardı! Etkilendikleri okumalar arasında Doğan Avcıoğlu'nun Yön dergisinin baş köşeyi işgal ettiğini anlatıyor; Avcıoğulu'nun 'zinde kuvvetler' ve askerlerle işbirliğiyle yapılacak 'devrim-darbe' stratejilerini hatırlatıyorlardı...



Kuşkusuz, Türk 68'i sadece Doğan Avcıoğlu ve benzerlerinin ve de o gün 'Siyaset Meydanı'na katılanların çoğunluğunun darbeci ve cuntacı zihniyetleriyle anlatılabilecek bir dönem değildi. Ancak Türk 68'inin zaman içinde izlediği güzergaha bu çizgi damgasını vurdu.



1968'e doğru gelirken, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de genç kuşaklar taleplerle sokağa çıktılar. Dünyanın, özellikle Avrupa'nın çeşitli kentlerinde gençler sanayi sonrası toplumun sıkıntılarını üzerlerinde taşırken, Türkiye'de gençler sanayileşmenin ve ona bağlı kentleşmenin, sınıfsallaşmanın sorunlarıyla içiçeydiler. Türkiye'de gençler adaletli bir toplumsal değişim, değişim içinde söz sahibi olma gibi arzularla isyan ederken içinde yaşadıkları toplumun, 27 Mayıs gibi askeri bir darbenin ve daha da önemlisi Türkiye'nin yukarıdan aşağıya otoriter modernleşme tarihine damgasını vurmuş olan kemalizmin dilinden bağımsız değillerdi. Adalet ve özgürlük gibi taleplerini anlatmaya çalışıyorlar, ancak bu taleplerini, içinde yüzdükleri, onları da biçimlendiren bir hâkim dil vasıtasıyla anlatabiliyorlardı. Ama onların taklit ettikleri dilin 'gerçek' sahibi muktedirler, kemalist de olsa, "isyan"a tahammül edebilecek bir niteliğe sahip değildi. Gerillacılık yapan, halk kurtuluş orduları, kurtuluş cepheleri kuran bu gençleri acımasızca büyük bir şiddetle kırdılar; büyüklerin şiddeti küçüklerin kahramanlığını ve şiddetini ezdi geçti...



Ancak Türkiye ve sol şemsiye altındaki gençlerinin 68'den itibaren şiddet sarmalına girmeleri, 68 kuşağının içindeki farklı renkleri görünmez kıldı. En güçlü şiddet potansiyeline sahip ordu ve cuntacı-darbeci girişimlerle zaman içinde aralarına mesafe koymuş olsalar bile, daha sonraki kuşaklara bir miras olarak aktarılan şiddet yoluyla iktidarı ele geçirme niyeti, 'iktidar namlunun ucundadır' sloganıyla yoluna devam etti. Niyetleri ne olursa olsun (kontrgerilla ve faşistler karşısında meşru savunma, insanların hakça yaşadığı sosyalist bir toplum için devrim vb.) toplumda şiddetin yeniden üretilmesinde 68 kuşağının hâkim dili pay sahibi oldu. 'Sağ'ından 'sol'una şiddetin meşru olduğu, herkesin kendi hesabına şiddeti yücelttiği, militerleştiği bir toplumda en büyük 'şiddetli' darbe 1980'de kolayca meşruiyet kazandı...



68 kuşağında dille kurulan ilişki tabii ki sadece 'şiddet dili' değildi. Ancak bu şiddet dili, o dönemin öğrenci liderlerinden Harun Karadeniz gibi insanları marjinalize etti. Beslendikleri ataerkil zihniyetin modern versiyonuyla mesafe koymayanlar ne kadar 'kahraman' ve 'erkek' olduklarını ispat etmeye çalışıp, 'acil' bir şekilde, en kısa yoldan devrim yapmaya soyundukça militarist iktidar dilini yeniden ürettiler. 'Barışçı yol' gibi zor olanı seçen Karadeniz "çatışmayalım" dedikçe 'pasifistlikle' suçlandı. 'Kahramanlık', 'delikanlılık' ve 'erkek' dilinin şiddeti, pasifistleri 'kadınlaştırdı'. 'Kadın gibi korkak' görünmekten korkan daha sonraki nesiller -78'liler- hızla ve çok daha yoğun bir şekilde şiddet sarmalının içine girdiler...



İşte bugün Harun Karadeniz'ler karşısında Deniz Gezmiş'leri 'hatırlıyorsak', bunun sebebi sadece, en küçük insanlık emaresi taşımayan, Meclis'te "üçe üç!" diye bağıran cellatlar güruhunun, Deniz ve arkadaşlarının idam fermanlarını imzalamalarından kaynaklanmıyor. Bu 'hatırlama', Deniz'lerin ve Mahir'lerin dillerinin 68 gençliğinin çoğulluğundan galip çıkmalarından ve onların eylemlerinin darbeci generaller tarafından dünya çapındaki liberal politikalara uyum sağlamak yönünde en görünür 'düşman'ı tanımlayıp araçsallaştırmalarından kaynaklanıyor daha çok... Sosyal adalet için 60'lı ve 70'li yıllarda sokaklara inmiş, sayısız kayıp vermiş isimsiz işçileri ve mücadelelerini ka'ale almıyor bu 'hatırlama' operasyonu... Çünkü onların mücadelelerini hatırlamak bugün için çok daha tehlikeli... Ve sadece kahramanları hatırlamak, ikonlar, idoller ve kahramanlar üzerinden kendini gerçekleştiren bir dilin devamı için çok daha faydalı...



Bugün 68'i sorgulayanların varlığına rağmen, kamuoyunda 'milli kahraman-erkek' modelinde sunulan ve ikonlaşan 68, giderek itibarı zayıflayan, hayatın ve toplumun çeşitlenmesiyle birlikte giderek zaafları açığa çıkan kemalist-ulusalcı çizginin "eskiler" deposunda başvurulan bir kaynak olarak işlev görüyor. 68 ve Deniz'ler vasıtasıyla bu iktidar dili ilave bir 'asr-ı saadet' yaratıyor. Ve bu dili kullananlar, her türlü yeniye karşı meşruiyet kazanmış gibi hissediyorlar kendilerini. İktidar dilinin çizdiği sınırlar içinde öne çıkan geçmişi bugün yeniden araçsallaştıranlar, aradan geçen zaman içinde o geçmişin izlediği tekçi ve şiddetli güzergahtan da bağımsız kalamıyorlar. Bugün varlığını sürdüren ve giderek muhafazakarlaşan dilin tahakkümü altında, yeninin getirdiği riskler karşısında, geçmişle yüzleşmek yerine onu basitleştirip, cemaatleşmiş varlıklarını sürdürmek için yeniden kurguluyorlar.



Sonuç olarak, Türk 68'i özellikle Avrupa ülkelerinden farklı bir seyir izledi. Bu farkta büyük ölçüde Türk modernleşmesine damgasını vuran otoriter eğilimlerden gençlerin de beslenmesi büyük rol oynadı. Ancak bu farkın bir başka nedeni, çok daha basit düzeyde, gençlerin farklı bir toplumsal yapıda evrilmesinden kaynaklanıyordu. Sanayileşmekte ve büyümekte olan Türkiye'de 68'e -farklı devrim stratejilerine rağmen- tek bir dil, darbe ya da devrimle 'devlet iktidarını' ele geçirmenin dili hâkim olurken, örneğin Fransa'da gençler hayatın her alanında seslerini yükseltiyorlardı. Fransa'da sosyal refah devletinin kazandırdıklarının yanısıra makinalaştırdığı insan bedenlerinin özgürlük arayışı, hayatın her alanındaki iktidarı sorguluyordu.



Sanayileşmekte olan toplumun, militarizmin, ataerkil yapıların, pozitivist, toplum mühendisi vesayetçi anlayışın bütün sıkıntılarını bünyesinde taşıyan ve bu yüzden hayatın her alanını sorgulamayı beceremeyen 'eski' kuşak devrimciler, anlamadıkları yeni kuşakları 'apolitik' olmakla aşağılyorlar... Yeni kuşaklar içinde eski ikonları yücelten birilerini buldukları zaman mutlu olup, fikirlerinin hâlâ geçerli olduğunu zannediyorlar. Ancak bugünün Türkiye'si ise 1968'in Türkiye'si değil; toplumun çok farklı katmanlarından, sınıflarından, kültürel gruplarından yükselen özgürlük talepleri eskinin eskimişliğini çok daha bariz bir şekilde ortaya seriyor. Ve onların beğenmedikleri gençler hayatın tam içinde, hayatı değiştiriyorlar.



İşte bu yüzden bugünün Türkiye'sinde 68'i yeniden düşünmek, iktidara karşı mücadele etmek, sadece tepede kurulu olan bir aygıtın ele geçirilmesini düşünmek anlamına gelmiyor. Bugünün Türkiye'sinde iktidara karşı bütün çoğulluğuyla direniş, eskimiş bir iktidar dilinin parçası olan 1968'i aşarak yeniden ve 'daha fazla 68' her zamankinden daha çok ve esas şimdi gündemde...



Ferhat Kentel

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.